Ogün Sanlısoy: Sert duralım derken kırılıyoruz

Müzisyen Ogün Sanlısoy ile on şarkılık yeni albümü "Yaşamaya Devam"ı konuştuk. Sanlısoy, "Teknolojinin ve bilgiye ulaşmanın bu kadar kolaylaştığı ve geliştiği bir dönemde her şey hızlı tüketilmeye başlandı. Kimsenin bir şarkıyı, bir albümü, derinlemesine irdelemeye ne ihtiyacı ne de zamanı var sanki" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Albüm anlayışının sekteye uğradığı, tek tek şarkıların öne çıktığı bir dönemde, Ogün Sanlısoy’un on bir şarkılık yeni albümü "Yaşamaya Devam"; bu anlayışa karşı direnmeyi, bütünlük anlayışını koruma isteğini işaret ediyor. Sanlısoy'un elektronik altyapılardan çok akustik enstrümanlardan oluşan bir çalışma ortaya çıkarması da direnmenin göstergesi.

Geçmişle bugün arasında köprü kuruyor Sanlısoy. Bu, geride kalanın anısıyla bugünkü büyük dönüşümün arasında bir denge kurma arzusu aslında. Yerel olanla evrensel olanın bütünleştiğini de görüyoruz onun şarkılarında. Çok farklı seslerin bir aradalığı, zenginliği, ortak belleğin bir tezahürü.

Aynı zamanda, Ogün Sanlısoy’un kendi iç seslerini dinlediği bir albüm "Yaşamaya Devam". Bir yanıyla buruk, bir yanıyla umudu diri tutan bir çalışma. Mesela, müziğinde Melih Kibar’ın, sözlerinde Çiğdem Talu’unun imzası olan Hep Böyle Kal cover’ı geçmişi koruma ve hatırlama olarak yorumlanabilir. Albümde, Ceylan Ertem’le düet yaptığı Bekledim’in yanı sıra, Geri Dönemem, Mavi Gökyüzü ve Ayrı şarkıları öne çıkıyor.

"Yaşamaya Devam"a değerli birçok müzisyen katkı sağlamış. Davulda Alpay Şalt, bas gitarda Cem Gürel, gitarda Fırat Öz, piyanoda Dengin Ceyhan, perküsyonda Cengiz Ercümer, çelloda Çağ Erçağ, kemanda Veysel Samanlıoğlu, ud ve cümbüşte Fatih Ahıskalı, ukulelede Metin Türkcan, akordiyon ve buzikide Ozan Tügen yer alıyor.

Ogün Sanlısoy

Epeydir görüşmedik, bu süreçte ne değişti sizin için? Ya da değiştiniz mi? 

Doğru, pek görüşemedik. Sadece benim için değil, hepimiz için çok şeyler değişti bu süreçte. Hatta, bütün planlar değişti. Bir yıldır konserler, etkinlikler yasak, işimizi yapamaz hale geldik. Sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, cenaze törenlerinde, parti kongrelerinde, mitinglerde, insanlar tıklım tıklım, omuz omuza durabiliyorken, biz herhangi bir etkinlik yapamıyoruz. Bu hem maddi hem de manevi olarak çok yorucu olmaya başladı ve sıkıntı verdi. Ama kendi adıma sabırlı olmayı öğrendim, her şeye rağmen bu süreci yine müzikle uğraşarak, yeni şeyler üreterek geçirmeye çalıştım. Hem kendi akustik albümümü bitirdim hem de Pentagram’ın yeni şarkılarının oluşmasına katkı vermeye çalıştım. Fakat yoksullaşan ve hayatını idame ettirmekte zorlanan insanları düşünüp, diğer yanda bu sesleri duymayanları görünce hem üzülüp hem de öfkelendiğimi söyleyebilirim.

'ŞU ANINDAN MUTLU DEĞİLSEN GEÇMİŞE KAÇMAK HUZUR VERİYOR İNSANA'

“Geri dönemem, zamanda kayboldum” diyorsunuz ya şarkınızda, sizin özelinizin dışında dönemin ruhunu da işaret ediyor bu ifade. Herkes geri dönmenin imkansızlığını biliyor artık.  Ama iyi midir geri dönmek, bunu da sormak isterim. 

Yaşadığımız olayları, duyguları, anıları, hafızalarımıza kaydedebiliyor olmak mucizevi bir olay. Yaşanmış güzel, kötü birçok olay ve anı var hepimizin hafızasında. Gerçek zaman boyutunda geçmişe veya geleceğe gitmek şu anda imkansız olsa da, düşünceler yoluyla veya şarkılar, kokular gibi hatırlatıcılar sayesinde, zihinde geçmişe yolculuk yapabilmek mümkün. Seçimler bizim. Bazıları kötü anıları çıkartamıyor aklından; bazıları güzel anıları düşünerek, konuşarak mutlu oluyor. Fakat bunlarla uğraşırken anı kaçırmak gibi bir durum da yaşanabiliyor. Buradasın fakat aklın geçmişi yaşıyor. Şu anından pek mutlu değilsen, geçmişe kaçmak huzur veriyor bazen insana.

Zamanda kaybolmak, sanırım biraz imkansızlığı da içinde barındırıyor. Kaybetmekle beraber bir bulanıklıktan, belirsizlikten ve tekrara dayanan bir döngüden söz ediyorsunuz. Ama, bir yandan da bu döngünün kırıldığı duygusunu veriyorsunuz. Bu bir aşk şarkısı olmasına karşın zaman kavramıyla ele alınmış. Sizdeki zaman algısında bir değişim oldu mu? 

Geçmişte yaşadığın güzel anlar, tattığın lezzetler, gördüğün renkler, aldığın zevkleri düşünerek çağırsan bile sanalın ötesine geçmiyor, gerçekten yaşadığın an kadar tatmin etmiyor. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz belki. Uyanıp güne başlıyor, tekrar uykuya dalana kadar aynı rutin hayatı yaşıyoruz hissine kapılsak bile, yaşanan her an aslında eşsiz; bir diğerinin aynısı değil. Geleceği düşünüp şekillendirmek daha zor, çünkü yaşanmadı henüz ve belirsiz. Geçmiş ise daha bildik, tanıdık. Fakat bugünün anahtarı da o kapıyı açmaya yeterli olmuyor. Ben tasarlama konusunda eğitim aldım. Ayrıca müzikle uğraştığım ve şarkılar yazdığım için, insanların şimdi dinlediği şeyi çok evvelden yaratmış, yaşamış oluyorum. Onlar için gelecekte gerçekleşecek melodiler benim için şimdide oluyor. Fakat riskleri ve belirsizliği düşününce, geleceği zihinde canlandırmaktan daha kolay olan geçmişte yaşadıklarını çağırmak. Daha kolay ve tanıdık bir duygu, daha güvenli bir yol gibi geliyor. Yaşlı insanların nostalji yaşamaları çok rastlanan bir durumdur, ben de bazen geçmişe ait zamanları özlüyorum açıkçası.

Şarkılarınıza baktığımda beklemek, kalmak, olduğun yerde durmak, eylemsizlik öne çıkıyor. Şu anda içinde bulunduğumuz durumun, yaşadığımız salgının bir yansıması olarak da okuyorum bunu. Öyle mi? Gidememek üzerine de konuşabiliriz. Şarkılarda bu da var.  

Büyük ihtimal bununla alakalı, bazı şarkıların müzikleri daha eski olsa da, çoğunun müziği ve sözlerini pandemi döneminde yazdım veya tamamladım. İçinde bulunduğumuz ruh hali, yaşamak zorunda olduğumuz durağanlık, eylemsizlik ve sıkışıp kalmışlık hissi muhtemelen şarkılara da yansımıştır. Ama bir yandan da, hayatın akışında hiçbir şey aynı kalmayacağı için, zor günlerin arkasından güzel ve huzurlu zamanlar geleceğini hiç akıldan çıkarmamak gerektiğini düşünen ve  umutlanan insanlardanım. Sen durduğunu, gidemediğini zannetsen de, dönen bir sistemde aynı yerde kalabilmek olanaksız zaten.

.

'ZİNDANLARA DA ATSALAR GÖKYÜZÜNÜN MAVİLİĞİNİ BİLİYORSAN SİLİNMEZ ZİHNİNDEN'

Özellikle Mavi Gökyüzü ve Yaşamaya Devam şarkılarınızda bu duygu daha da öne çıkıyor. Bu iki şarkı insanın doğayla bağlantısını kesmesinin umutsuzluğunu verirken, aynı zamanda kendimize ördüğümüz duvarların muhasebesini de içeriyor. Ben o duvarları sormak isterim. Sizdeki etkisini…

Doğanın parçasıyız, onunla uyumlu yaşadığımız zaman daha dengeli, esnek ve huzurlu olabiliriz, onunla inatlaşıp, mücadele etmeye çalışınca kazanma şansımız yok maalesef. Sert duralım derken kırılıyoruz. Doğanın çok da umurunda değiliz zaten, o bildiğini okuyor. Duvarlar, setler  örsen ne olur, bir sel, bir deprem ile yerle bir oluyoruz. Hem fiziki hem ruhsal olarak. Zindanlara da atsalar, gökyüzünün maviliğini biliyorsan silinmez zihninden. Bu iki şarkıda da geçmişten bahsederken bir taraftan da geleceğe dair umudu vermeye çalışıyorum ve öyle düşünüyorum. "Güneşi unutmadık” sözü, gelecek güzel günlerin, aydınlık günlerin, ışığın, sıcaklığın ve sevginin simgesi.  

'BU ALBÜMÜ TAMAMEN AKUSTİK ENSTRÜMANLARDAN OLUŞAN BİR ALBÜM OLARAK TASARLADIM'

Bu son çalışmanızda daha önceki albümlerden bildiğimiz dört şarkının akustik versiyonu ve bir cover şarkı da var. Müzikal olarak geleneksel sazlardan faydalanmışsınız. Bunu daha önce de denemiştiniz. Ama bu albümde daha baskın. Agresif ritimlerin kullanılmadığı, daha soft bir çalışma var karşımızda. Müzikal tavrınızda bir farklılaşma diye düşünebilir miyiz bunu? Yoksa içe dönme, kendini ve diğer sesleri dinleme arzusu mu? 

Bu albümü tamamen akustik enstrümanlardan oluşan bir albüm olarak tasarladım. Rock müzik kökenli olmama rağmen şarkıların hislerine göre farklı sazlar kullanmaktan çekinmedim. “Kaldım İstanbul’da” şarkısında ud, cümbüş, perküsyon, keman olunca, İstanbul havasının daha belirgin olacağını düşünmüştüm, değerli konuk müzisyen arkadaşlarım da çok güzel çaldılar ve yakıştığını düşünüyorum. "Geri Dönemem” adlı şarkımda da piyano güzel olur diye düşündüm. "Mavi Gökyüzü” şarkısında, Hawai çalgısı ukulele, bir şarkıda armonika, bir şarkıda buziki, bir diğer şarkıda da akordeon kullandık mesela. Yani sadece geleneksel değil evrensel enstrümanlar kullanıldı, şarkı neyi istiyorsa… Eski dört şarkımın akustik versiyonları var; aynı melodileri farklı enstrümanlarla çaldığımızda bambaşka bir tını ve ruh çıktığını duymak beni çok heyecanlandırdı açıkçası. Müziğin büyüsü bu ve neden denemeyeyim?

Evet bir de müziği Melih Kibar’a, sözleri Çiğdem Talu’ya ait “Hep Böyle Kal” adlı 80’ler şarkısının akustik versiyonunu yaptık. Tabii  Ceylan Ertem ile yaptığımız “Bekledim” düetini de eklemeliyim.

.

'KİMSENİN BİR ŞARKIYI, BİR ALBÜMÜ DERİNLEMESİNE İRDELEMEYE NE İHTİYACI NE DE ZAMANI VAR SANKİ'

Çok hızlı bir değişim içindeyiz. Müziğe de yansıdı bu. Şarkı sürelerinin kısalmasından tutun da, şarkıların üretimi, dağıtılması gibi birçok şey değişti, değişiyor. Albüm bazında bütünlük parçalandı. Tek tek şarkılar öne çıktı. Artık bir şarkının uzun süre listede olması da zor görünüyor. Çünkü çok fazla üretim ve rekabet var. Elbette dinleyici için de çok fazla seçenek var. bu durumun birçok müzisyeni olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Nasıl görüyorsunuz geleceği?

Çok doğru bu tespitlerin. Teknolojinin ve bilgiye ulaşmanın bu kadar kolaylaştığı ve geliştiği bir dönemde her şey hızlı tüketilmeye başlandı. Kimsenin bir şarkıyı, bir albümü, derinlemesine irdelemeye ne ihtiyacı ne de zamanı var sanki. Elinde ortalama bir cep telefonu olan için yüz milyonlarca şarkıdan biri oluyor yaptığınız şarkı. Bir yazının ilk paragrafı ilgisini çekmiyorsa, sonrasında hayatın sırrını anlatsanız bile okumuyor artık kimse. İlk yirmi saniye sevmediyse şarkıyı, hemen geçiyorlar, sonrası önemli bile değil. Çünkü daha bakılacak çok şey var; komik, eğlenceli, saçma, sabun köpüğü, sonsuz seçenek… 

Albüm yapmak kolay değil, hem süreç olarak hem ekonomik olarak zor iş. İyi ihtimalle en az on şarkınız olacak, iyi müzisyenler, iyi bir ekip ve ekipman, stüdyoda geçen saatler, günler, aylar… Sonrasında ilk şarkınıza klip çekip sunuyorsunuz, diğer şarkılara bakmadan “çok kötü” olmuş diyerek geçen bir anlayış oluştu. Bu yüzden hem müzisyenler hem yapımcılar albüm yerine tek şarkılar hazırlayıp paylaşıyorlar. Daha hızlı ve ucuz üretim. Sevilirse ne âlâ, sevilmezse oltayı bir daha salla. Bu özgür düşünmeyi ve yaratıcılığı törpüleyen bir durum haliyle. Tutan işlere benzeme çabası başlıyor. Tek şarkı yapıp sunduğum zamanlar olsa da, ben albüm yapmayı hep sevmişimdir. 

Önümüzdeki yıl, yeni grubumla daha sert şarkıların ve vokallerin hakim olduğu bir albüm projem daha var, onun üzerine düşünmeye ve tasarlamaya başladım bile. Onu bitirince tekrar görüşürüz artık.