Okumayalım da çürüyelim mi!

En büyük, en acı ve sinir bozucu çelişki şu: Yetişkinlerin çocukları hayatın korkunçluklarından ve genel olarak kötülüklerden, çocuk kitaplarını yasaklayarak koruyacaklarını düşünmeleri.

Google Haberlere Abone ol

Dünyanın her türlü cehenneminden, ısrarla, çocuk edebiyatına sığınırım. 49 yaşındayım ve kendimi bildim bileli böyledir bu. Bir Roald Dahl ya da Michael Ende romanının, resimli bir Julia Donaldson ya da Benji Davies kitabının, bir Frances Hardinge ya da Susanna Clarke kurgusunun beni sarıp sarmaladığı anlar için yaşarım. René Goscinny’nin muhteşem karakteri Pıtırcık olsa diyeceği gibi, "Ne yani, iyi valla" okumayalım da çürüyelim mi!

Çürümeyelim tabii ki, çürümeyelim de… Yayıncısını, yazarını, çevirmenini, illüstratörünü baskılayan bir ortamda, küçük fanusumuzu korumak için ses de çıkarmayalım mı? Çocuğunun okuduğu kitapları onunla konuşmak için değil de, o kitabı seçen öğretmeni ve kitabı denetlemek için okuyan ebeveyne karşı sesimizi çıkarmayalım mı? Çocuğunun okuduğu kitapta şu hayvanı ya da meseleyi görmeyi kesinlikle istemediğini söyleyerek çocuğunun okuma hakkını ihlal eden ebeveyne sesimizi çıkarmayalım mı? Canını sıkan ya da ters bulduğu her durumda edebiyatı suçlayanlara, kitapların yasaklanması için sesini yükseltenlere karşı sesimizi çıkarmayalım mı? 

Matilda, Roald Dahl, Resimleyen: Quentin Blake, Çevirmen: Lale Akalın, 252 syf., Can Çocuk Yayınları, 2007.

Çıkaralım bence! Çıkaralım çünkü çocuk edebiyatı, okuma ve okuduğunu anlama konusunda yeterince donanıma sahip olmayan ya da sosyal medyada hasbelkader on binlerle takipçi toplamış sözde guruların veya yasakçı kafaların eline bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele. "Eğitim önemli" düsturuyla davrandığına inanan bu yetişkinler için bir kez daha tekrarlayalım: Çocuk edebiyatı, bir eğitim malzemesi değildir! Eğitim ders kitaplarıyla yapılır, keşke çocuk edebiyatını sıkıştırdığımız mengeneyi alıp arasına milli eğitimin sürekli değişen müfredatını, ders kitaplarındaki metinleri koysak. Çok daha hayırlı bir iş yapmış oluruz. 

Herhalde bu meseledeki en büyük, en acı ve sinir bozucu çelişki şu: Yetişkinlerin çocukları hayatın korkunçluklarından ve genel olarak kötülüklerden, çocuk kitaplarını yasaklayarak koruyacaklarını düşünmeleri. Aman çocuğum savaş hakkında okumasın, korkar! Savaşlar çıkarken düşünecektin onu bacım! Kitapta "Lanet olsun" denmiş, aman çocuğum küfür öğrenecek, o kitabı okumasın! Sen onu televizyondaki mafyöz dizileri son ses dinlerken düşünecektin abicim! Kitapta takla atan bir çocuğun donu görünüyor, aman çocuklara yönelik sapkınlık yapılıyor, çocuğum o kitabı okumasın! Canım kardeşim, sapkınlık çocuğun oynarken donunun görünmesinde değil, o donu görüp aklından olmayacak şeyler geçiren hatta bunları hayata geçiren zihniyette, o zihniyetin önüne geçebileceği halde geçmemeyi, hasır altı etmeyi tercih eden sistemde! 

Örnekler o kadar çoğaltılabilir ki, ansiklopedi yazarız burada. Peki, ne oldu şimdi? Yani günün sonunda herkesin çocuğu kendinin, istediğini okutur, istemediğini okutamaz. Elbette, insan çocuğuyla zor konuları konuşmak yerine o konulardan kaçınmak isteyebilir. Ama edebiyatın bu konudaki kolaylaştırıcılığından faydalansa keşke yetişkinler. Bir çocuktan katil, tecavüzcü, hırsız şu bu yaratanın çocuk edebiyatı olmadığını kabul etseler. İyi bir çocuk kitabının bir çocuğun korkusunu, kaygısını yatıştıracağını, kendini kabullenmesini ya da kabul ettirmesini sağlayacağını, kendini yalnız hissetmemesini sağlayacağını, bir çocuğa muhteşem maceralar yaşatacağını, onu şahane diyarlara taşıyıp şahane kişilerle tanıştıracağını kabul etseler. Bunda bir kötülük olamayacağını görseler. Kaçış yok! Çocuğun okuma hakkının yetişkin tarafından kontrol edilmesinin yarattığı sonuçlarla karşılaşmaya ve yaşamaya devam edeceğiz. 

Şöyle de bir şey var: Çocuk kitabı, satışı raflardan ziyade okullarda yapılan bir ürün. Çocuk oyuncak, giyim, sinema vs. dışında, edebiyat pazarının da sevdiği bir hedef kitle. İnsanlar kendilerine ayıramadıkları bütçeyi, harcayamadıkları parayı çocukları için öyle ya da böyle bulup harcıyorlar. Bu durum çocuk edebiyatına enteresan bir ilgi doğuruyor. Gezi kitaplarında para var, yazması kolay, hop iki de desen attırırız, al sana çocuk kitabı. Değerler eğitimi önemli, ebeveynler seviyor, öğretmenler stres yaşamadan önerebiliyor, hop zorbalıkla ilgili bir metin, beş de desen, al sana çocuk kitabı. Resimli kitapta ne var ya, iki satır bir şey zaten, bak ben de yazdım, al sana kitap. Hadi bunu da geçelim, sonuçta kimsenin yazmasına herkes karışamaz! 

Ama çocuk edebiyatının ekmek teknesi olarak görülmesinin sonuçlarına bakmayalım mı? Rüştünü ispatlamış çocuk yazarlarının bireyler ve devlet eliyle gerçekleşen sansüre karşı tavrı nedir? Halden anlayan öğretmen ve velilerle, halden anlayan her yaştan okurla dertleşmekten öteye geçiyor mu tepkiler? Sadece yetişkinler için üreten yazarların bile her meselede tepkilerini dijital kanallardan imza vererek gösterdiği ama başka türlü ortada görünmediği bir atmosferde, çocuklar için yazan insanlardan ne bekleyebiliriz? Ekonominin ellerini kollarını bağladığını, bunun anlaşılabilir olduğunu mu? Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey!

Pippi Uzunçorap, Astrid Lindgren, Çevirmen: Ali Arda, 144 syf., Pegasus Çocuk Yayınları, 2024.

Çocuk edebiyatının bütün bileşenlerinin, aynı dertten muzdarip bütün ebeveynlerin, öğretmenlerin, yayıncı ve yazarların, her yaştan okuyucunun yazarını ve kitabını koruması gerekiyor. Ama yazarların da biraz tehlikeli sulara girmesi gerek, belki de ilk ihtiyacı bu çocuk edebiyatının, belki de kurtuluşu burada. Makbul kurmacalar yazmak yerine azıcık anarşist takılmakta. Yoksa etrafta "Pippi Uzunçorap’a bayılıyorum", "En sevdiğim karakter Matilda", "Yaaa Rıfat Ilgaz’ın Bacaksız’ı yok mu, bir tanedir o" diye konuşmalarımız hükümsüz kalacak. 

Çok konuştum ama az bile konuştum gibi de bir yandan. Her neyse, ben hazır adalar ve Yeni Zelanda yolculukları yasaklanmamışken açıp 'İki Yıl Okul Tatili'ni okuyayım.