Olağanüstü halde asılı kalmak: Gelecek zaman kipinde yurttaşlık
Bugün Uluslararası Göçmenler Günü ama yollarda olan insanlar hiç bugünkü kadar yok sayılıp korunmasız kalmamışlardı. Dünyaya korkarak dokunduğumuz, yalnız kaldığımız ve unutulmaktan korktuğumuz bu korona günlerinde, onca insan sıkışıp kaldıkları yollarda asılı bekliyor. Onlarla dayanışmanın yolu, insan hayatını hiçe sayan ve sınırlarımızı savaş alanına çeviren pazarlıklara ortak olmayacağımızı söylemekten geçiyor.
Begüm Başdaş*
Mülteciler için hiç bitmeyen olağanüstü hâl yapmışlar. Olağanüstü koşullardan kaçıyorlar, olağanüstü şekilde sınırları aştıktan sonra daimî bir olağanüstü halde asılı kalıyorlar.
Yunanistan yetkilileri 2020 başından beri her probleme tek yanıt veriyor: “olağanüstü bir durum yaşıyoruz.”
Önce kapalı kamplara karşı çıkan çatışmalar, sonra Türkiye’nin sınırı açtığını iddia etmesi üzerine alınan sınır tedbirleri, ardından korona virüsü salgınının başlaması ile mültecilere süresiz hareket sınırlaması uygulanması, Moria Kampı yangını derken, tüm kış sürekli taşan bir denizin kıyısına kurulan kamp. Hiç bitmiyor, ya da gelen gideni aratıyor. Şu an mültecilerin kaldığı kampın geçici olduğunu belirten hükümetin, hiçbir iyileştirme çalışması yok. Bu arada, Avrupa Komisyonu ile iş birliği içinde inşa edilerek bir kez daha yenilenecek kabul ve kayıt merkezi hakkında detaylar belirsiz. En erken Eylül 2021'de bitmesi bekleniyor.
Hasılı, Yunanistan hükümeti cebren istediğini yaptırıyor. Güvenlikçi politikalarla mültecileri kapatmak ve yok saymak için olağanüstü hali sıradanlaştırıyor ve bu olağanüstü hali güvenlik politikaları ile güvence altına alıyor. Sadece mülteci ve göçmenlere karşı değil, onlarla dayanışan ve seslerini duyurmaya çalışan herkesi suçlu ilan ettiği bir düzen kuruyor.
POLİS DEVLETİ: YUNANİSTAN’IN GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARI
Özgür medya alanlarının daraldığı Yunanistan’da, gazetecilerin ve araştırmacıların mülteci kamplarına girmesi kontrol ediliyor ve çoğu zaman izin verilmiyor. Midilli’de yangından sonra kurulan kampa gazeteciler giremiyor ama bir şekilde izin alanların da mültecilerle görüşmesi engelleniyor. Midilli’de mültecilerle dayanışanları durdurmak, sorguya çekmek ya da haber yapmak isteyenleri gözaltına almak artık olağanlaştı.
Hükümete geldiği andan itibaren, mültecilerle dayanışan STK’ları sınırlamak ve kontrol altına almak için hukuki düzenlemeler getiren Yeni Demokrasi Partisi, Ege Denizi’nde yaşanan hak ihlallerini izleyen ve adaya ulaşan sığınmacılara yardım eden STK’ları taciz ve ceza yöntemi ile adadan çıkarmaya çalışıyor. Bu ay getirdiği yeni düzenleme ile de mülteci kamplarında çalışanların dilini “gizlilik anlaşması” ile bağladı ve kamp içinde duyduklarını ya da gördüklerini paylaşmalarını yasakladı. Sosyal medya hesaplarından yaşadıklarını paylaşan mültecileri tespit edebilirlerse cezalandırıyorlar. Bu şekilde kamplarda ve genel olarak adalarda mültecilerin sorunları saklanmaya ve izleme çalışmaları engellenmeye çalışılırken, Yunanistan her gün artan hak ihlalleri ile ilgili hesap vermekten kaçıyor.
Deniz ve kara sınırlarında, Yunanistan’ın mültecilere karşı sistematik bir şekilde şiddet kullanarak toplu geri itme uyguladığına dair kanıtlar mevcut. Hatta adaya ulaşıp, sığınma talebinde bulunmak istediğini söyleyen onlarca sığınmacının kaydı alınmadan toplu bir şekilde geri gönderildikleri de kanıtlandı. Araştırmacılar, AB Sınır Koruma Ajansı Frontex’in bu hak ihlallerine göz yumduğunu ortaya çıkarsa da Frontex yönetiminin soruşturmaya verdiği cevap “görmedik ve duymadık”tan ibaret kaldı AB, Yunanistan’a mültecileri tutan bir sınır karakolu muamelesi yaptıkça, Yunanistan hükümeti bu rolü mültecilere ve onlarla dayanışan herkese karşı kullanmak üzere sahipleniyor.
Yunanistan mahkemesi, neo-nazi Altın Şafak Partisi'ni suç örgütü olarak tanımladı. Bu, ülkedeki anti-faşist dayanışmanın büyük bir kazanımıydı. Yunanistan halkı için, parti üyelerinin rapçi Pavlos Fyssas’ı öldürmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Ama ondan önce örgüt, tam bir cezasızlık ile Atina sokaklarında mülteci ve göçmenlere saldırıyor hatta öldürüyordu. Altın Şafak liderleri cezaevine girse de ülkedeki demokrasi mücadelesinin devam etmesi zorunluluk. Çünkü Yunanistan göç karşıtı güvenlikçi politikaları ile bir polis devleti olma yolunda ilerliyor.
Midilli’de yaşayan sivil toplum çalışanları ve gönüllüler adadaki tüm hayatın tamamen bir polis devleti düzeni olduğunu söylüyorlar. Korona tedbirleri ile ikinci kapanmayı yaşayan Yunanistan’da telefon mesajı ile Avrupalılar ihtiyaçları için sokağa çıkabiliyorlar. Ama mülteciler sokakta polisle karşılaştıklarında, polisin onları taciz ederek “Sen Avrupalı değilsin, burada olamazsın” dediğine dair beyanlar var.
Her temel ihtiyacın yetersiz olduğu yeni kampta, 7 bin 500 mülteci için en az 300 polis görev yapıyor ve kamp 7/24 gözetim altında tutuluyor. İzne tabi olan giriş ve çıkışlarda üst araması yapılıyor. Kamptaki çocuklar polisleri ceza ile ilişkilendiriyor ve korkuyorlar. Kamp polislerinin bazı mültecileri darp ettiğine dair bir haber de yakın zamanda yerel kaynaklarda çıktı.
KAMERALAR ÇEKİLİNCE TEL ÖRGÜLERİN ARDINDA KALANLAR
Uzun soluklu bir olağanüstü halde asılı tutulan mülteciler artık dayanma güçlerinin sonuna geldiklerini söylüyorlar. Bedensel ve ruhsal olarak derin bir yıpranma içinde olan mülteciler, günlük hayatın sıradanlaşan şiddeti ile emin adımlarla gelen yavaş bir ölüme terk edildiler.
Eylül’de Moria Kampı yangınından sonra yüzlerce insan, aslında geleceği çok önceden haber verilmiş bir felaketi “izlemeye” (!) Midilli Adası’na geldi. On gün boyunca su, gıda, barınak, tuvalet gibi temel ihtiyaçların herhangi birine erişimleri olmadan sokakta bırakılan mülteciler hükümet tarafından ışık hızı ile yeni geçici çadır kampa zorla ve yalanlarla yerleştirildikten sonra Avrupa’nın kameraları da gitti.
Deniz kıyısında fırtınaya açık bir alanda çadırları kurmak için tepeler düzleştirildi ve 7 bin 500 sığınmacı eski bir askeri atış alanına sıkıştırıldı. İlk günlerde “gezip görme turu” yaptıran yetkililer, gazetecilerin mültecilere yaklaşmalarına dahi izin vermiyordu. Dışarıdan, tel örgülerin arasından bakınca askerler ve inşaat araçları arasında dip dibe dizilen kamp çadırları ve barakalar, savaş alanını andırıyordu.
Bu taş toprak alan 1926’dan beri askeri atış alanı olarak kullanıldığı için yer altından mermiler, mermi kovanları ve patlamamış havan mermileri çıkıyor. Geçmişte burada kamp alanı kurulması için tartışmalar olduğuna ve bu nedenle kabul edilmediğine dair rivayetler var. Yeterli arama ve temizleme yapılmadığından yağmurla altı üstüne çıkan toprak hâlâ kovan kusuyor. Yeni kamp alanı ile ilgili uzaktan araştırma yürütebilen İnsan Hakları İzleme Örgütü, ortaya çıkan askeri savaş malzemelerinin kurşun zehirlenmesine yol açabileceğini ve özellikle çocuklarla hamile kadınlar için ciddi riskler taşıdığını ifade etti.
Kampta günde bir kez yemek dağıtılıyor. İlk zamanlar kadınlar yere açılan çukurlarda ateş yakıp kazan kaynatacak alan kurmuşlardı ama yangına karşı önlem olarak mültecilerin kendi yemeklerini yapması yasaklandı. Düzenli elektrik de olmadığı için buz gibi yemek bölüşülüyor. Ekmekler nemden ötürü hep küflü. Korona testi pozitif olanların tutuldukları yere yemeklerin tel örgü üzerinden atıldığına dair korkunç iddialar var.
Kış koşullarına uygun olmayan çadırları her yağmurda su basıyor. Artık çadırların arasından dar taş yollar değil, çamur nehri geçiyor ve tabii mini şelaleler de oluyor. Mülteciler kendi çabaları ile çadırları korumak için hendekler kazıyor ya da kum torbaları ile barikatlar kuruyorlar. Her yağmurda kamp ve deniz birleşiyor, ama yüzünü ve bedenini yıkamak için akan su yok. Kadınlar için kovadan dökülen suyla yıkanmaları için ufak bir alan yapıldı ama sıcak su yok.
Çocuklar geceleri rüzgâr ve yağmurun sesinden, gündüzleri de sözde geçici olan kampın bitmeyen inşaat makinaları sesinden uyuyamıyorlar. Sınır Tanımayan Doktorlar, Moria’da çocukların derinleşen bedensel ve ruhsal rahatsızlıkları hakkında uyarmıştı. Yeni kampta, daha önce görülmedik sertlikte bir durumla karşı karşıyayız. Çocuklar çok sık panik atak geçiriyorlar ya da geceleri çığlıklar atarak uyanıyorlar. En korkuncu ise bazı çocukların uykuda gezmeye başlamış olması. Bir çocuğun defalarca uykuda kendini denize atmasından sonra babası geceleri çocuğun ellerini kendi ellerine bağlayarak yatmaya çalışıyormuş ki boğulmasın denizde. (1) Bu hafta başında üç yaşında bir kız çocuğu tuvaletlerin yanında baygın bir halde bulundu. Cinsel şiddete uğramış ve öylece çamurun içinde ölüme terk edilmiş. BMMYK bu durumdan çok endişeli olduklarını açıkladı. Kampta kalanların üçte biri çocuk ve daha fazla endişeye değil, çok acil olarak yaralarının sarılmasına ihtiyaçları var.
Yeni kampta, Moria’dan daha fazla sağlık görevlisi var ama uygulama dalga geçer gibi: Her derde tek çare parasetamol. Moria’da mülteciler de gülüyordu ama artık kimsenin şaka kaldıracak hali kalmadı. Mültecilerin ve özellikle çocukların ruhsal sağlıklarının ciddi tehdit altında olduğu, fakat psikologların çoğunun mültecilere has travmalarla mücadele edecek birikime sahip olmadığı belirtiliyor. Moria’yı “cehennem” olarak tanımlayan mülteciler, yeni kamp alanı için “Moria’dan kötü” diyorlar. Meğer cehennemin altında da bir yer varmış.
Moria ve çevresinde çocuklar koşuyor top oynuyor bazen uçurtma uçuruyordu. Aralıklı da olsa gitar, resim, fotoğraf ya da dil kursları gibi eğitim ve atölyeler oluyordu. Dolaşmaya çıkıyorlardı zeytin ağaçları arasında. Moria’nın tüm çilesine rağmen hep hayata hesap sorarcasına yaşama iddiası vardı. Yeni kampta zamanı geçirmek, dertleri bir an olsun dağıtabilecek hiçbir çalışmaya izin verilmiyor. Bir şekilde seslerini duyurabilenler, “dayanacak gücümüz kalmadı” demekle yetiniyor.
DAYANIŞMA, GELECEĞİMİZİ GÜVENCE ALTINA ALMA MÜCADELESİDİR
Bugün Uluslararası Göçmenler Günü ama yollarda olan insanlar hiç bugünkü kadar yok sayılıp korunmasız kalmamışlardı. Dünyaya korkarak dokunduğumuz, yalnız kaldığımız ve unutulmaktan korktuğumuz bu korona günlerinde, onca insan sıkışıp kaldıkları yollarda asılı bekliyor. Onlarla dayanışmanın yolu, insan hayatını hiçe sayan ve sınırlarımızı savaş alanına çeviren pazarlıklara ortak olmayacağımızı söylemekten geçiyor. Sizlere, merhamet ve yardım değil, dayanışma çağrısı yapıyorum. Mültecilerle dayanışma, Yunanistan hükümetinin iddia ettiği gibi suç değil, insanlığın ortak geleceğini koruma mücadelesidir.
Sıradanlaştırılan olağanüstü hâl koşullarında, hükümetlerin geliştirdikleri yöntemlerin nasıl yayılmacı olduğunu biliyoruz. Bugün hükümetlerin göç politikaları ve bizim bu politikaların neresinde durduğumuz, demokrasilerin geleceğini belirleyen faktörlerden biri olacak. Sadece Yunanistan’da değil, tüm Avrupa’da geliştirilen ve güçlendirilen göç karşıtı güvenlikçi politikalar dönüp dolaşıp bir gün hepimizi rehin alacak.
Devletlerin mültecilere karşı uyguladığı politikalar, bir pilot çalışma gibi, şimdilik iyi-kötü demokrasi sayılabilecek rejimlerin bile, akıllarına estiğinde ya da fırsatını bulduklarında kendi yurttaşları için de hangi yönde değişebileceğine işaret ediyor. Bugün bu politikaları durdurmak için hep birlikte hareket etmezsek, mülteciler için sıradanlaşan o olağanüstü hâl bir sabah herkesin kapısını çalacak.
(1) Franziska Grillmeier ve Julian Busch “Neues Flüchtlingscamp auf Lesbos: Yasers Angst vor der Nacht” Spiegel Politik, 12 Aralık 2020:
*Dr. Berlin Humboldt Üniversitesi