YAZARLAR

Ölüler ülkesi yazıları: Bir akıllı biz miyiz?

Yani efendim, başlangıçtan bugüne kadar, bu topraklardan ne krallar ne yöneticiler ne askerler ne politikacılar ne filozoflar ne bilim insanları ne şairler ne kahramanlar geldi ve geçti. Bu insanlar, yüzyıllar boyunca, yurdumuzdaki bu doğal alanlar için ne yapmış onu söyleyeyim: Hiçbir şey. Bunca yıl en ufak bir şeyi değiştirmediler… Hepsi aptaldı da, bir akıllı biz miyiz?

Yangınların tarihi hakkındaki sohbetimizde birkaç haftayı geride bıraktık. Bu yazıda sözün nihayetine varalım, konuyu kapatalım. Umalım ki, anlayan anlamayana anlatsın!

Adettendir, dizi şeklinde yazılarda, yeni yazıya başlarken genel bir hatırlatma yapılır. Yapılır da, aklımızda kalmasını umduğum öyle çok önemli nokta var ki, ben hangisini buraya taşıyayım bilemedim. Durun durun, buldum. En iyisi, “hiçbir şey yapmamak”.

“Hem arkeolojik kalıntılardan hem de sözlü ve yazılı aktarımlardan anladığımız üzere, geçmiş toplumlar için doğal zenginlikler ve doğal güzellikler, bugün bizim için olduğundan daha kıymetlidir. Her yükselti, her çukurluk; her su kaynağı, her bir toprak parçası; her orman, her bozkır; her kayalık, her kumluk, onların yaşamında hayati öneme sahiptir. Hepsi yerli yerinde durduğu sürece, insan da bildiği hayatına aynen devam edebilecektir. Ne kolay bir yapılacaklar listesi… Hiçbir şey yapma, yeterli.”

Hatırlayacağınız üzere Persler, Anadolu’yu ele geçirdikten sonra, satraplık adı verilen yönetim bölgeleri oluşturmuş, bugünkü karayollarının temeli olan düzenli bir yol ağı ve mükemmel işleyen bir posta sistemi sayesinde, bu bölgeler ile başkentleri arasındaki uzaklığı yakın etmişlerdi. Üstüne üstlük, su ve bitki bakımından zengin, e haliyle hayvanları da bol olan doğal alanları, direkt Pers Kralı’nın özel mülkü; yani Paradeisos, yani Firdevs, yani nam-ı diğer kralın Cennet Bahçesi ilan etmişlerdi.

Bu cennete girmenin iki yolu vardı: ya kralın özel misafiri ya da kralın daha esamesinin okunmadığı zamanlardan beri, buradaki kaynaklardan geçimini sürdüren bir yerli halkın üyesi olacaksınız. Misafir dediğin gelir, kralın gücüne ve sahip olduklarına imrenerek, cennetten bir heves alıp gider. Ancak o zenginliği ve gücü yüzyıllardır koruyup gözetenler, burayı cennet yapmaya devam eder. Kimse geçim kaynağına zarar vermez, aksine üzerine titrer değil mi?

Doğal ormanlar, geniş bitki topluluğuna sahip topraklar, bataklıklar, başta havzalar olmak üzere büyük sulak alanlar, özel bölge oldu mu? Oldu. Bunlar olurken, orada yaşayan kimse yerinden yurdundan, işinden gücünden oldu mu? Olmadı.

Pers Kralları akıllı adamlarmış vesselam. Eee, eskiden bugünkü gibi öyle kolay kral olunmuyordu. Hasbelkader olunsa bile, ömrü uzun olmuyordu.

Haydi zamanı yavaş yavaş ileri saralım. Şöyle, olan bitene, fazla derine inmeden, üstten üstten bir göz atalım. Bakalım, o günden bu güne kimler bu toprakların sahibi olmuş ve bu doğal alanlar için ne yapmış.

Büyük İskender, Pers ordularını mağlup etti, ancak hızını alamadı, Hindistan’a kadar gitti ve orada hayatını kaybetti. Ardından, komutanlarının her biri, güçlü oldukları bölgelerde kendi krallıklarını ilan ettiler ve birbirlerine girdiler. Bu arada, Pers baskısından kurtulan Batı Anadolu kent devletleri de eski şaşaalı günlerine dönme çabası içine girdiler. Yine Batı ve Kuzey Batı Anadolu’da, birçok yerel krallık ortaya çıktı. Tabii, (memleketim diye demiyorum) içlerinden Pergamon Krallığı'nı ayırmak lazım. Zira aile bağları kadar, yönetim kabiliyetleri, strateji bilgileri ve orduları da oldukça kuvvetliydi. Üstüne, bayındır ve imar faaliyetlerine, bilime ve sanata o kadar çok yatırım yaptılar ki, Helenistik Dönemde her yol bu krallığa çıkacaktır.

Neyse biz saymaya devam edelim. Önce bir krallıkken ardından İmparatorluğa dönüşen Roma bu topraklarda, milattan önce başlayan egemenliğini milattan sonraya taşıyacak, yaklaşık 15 yüzyıldan fazla sürdürmeyi başaracaktır. Tabii bu arada imparatorluğun, önce birisi Roma, diğeri Konstantinopolis (İstanbul) olmak üzere iki başkentli bir yapıya büründüğünü, sonra da doğu ve batı olarak ikiye ayrıldığını söylemeyi unutmayalım. Batıdaki yıkılıp ardında koca bir coğrafyayı yüzyıllar süren bir karmaşa ve miras savaşına sürüklerken, doğudaki, inci gibi parlamaya, uzun süre devam edecektir. Bildiniz canım, Doğu Roma yani nam-ı diğer bizim Bizans İmparatorluğu.

Bu arada, Arap Yarımadasından, Orta Asya’dan, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan, Afrika’dan ışığı gören gelecek; gelenlerin bazıları kalacak, burada kök salacak, yeşerecek ve büyüyecektir. Anadolu’da, saray bütçesinden yaptırdığı yapıların sayısı ardından gelenlerden katbekat fazla olan Selçukluları veya imkansız senaryoların gerçek olduğu Beylikler Dönemi’ni hepiniz tarih derslerinden hatırlarsınız. Mesela yeri gelmişken, Bizans’ı türlü tehditlerden koruyan Aydınoğulları’ndan kendine bir damat almaya çalışan VI. İoannis (Kantakuzen)’e bir selam çakalım. Dileği gerçek olsa acaba neler olurdu?  

Sonra tabii ki Osmanlılar. Önce bir beylik, sonra bir devlet ve sonra bir İmparatorluk. Benim Roma’dan ve Bizans’tan neyim eksik, bir 600 yılcık da ben yöneteyim deyiverdiler. Burada, İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in, Roma İmparatoru (Kayzer-i Rum) unvanıyla para bastırdığını da unutmadan ekleyelim. Fatih de akıllı adammış vesselam. Eh, eskiden öyle kolay olmuyordu demiştik. Kral olmak böyleyken velev ki imparatorluğu siz düşünün.

Neyse efendim, biz hız kesmeden devam edelim. İmparatorluk bu toprakları 600 yıl yönetti dedik. Dile kolay 600 yıl, biz saymaya kalksak günler, aylar geçer. Ancak tarih için bir göz açıp kapamaya bakar. O göz kırpıldı, Osmanlı da geldi ve geçti. Sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Şimdi bu cumhuriyet artık yüz yıllık çınarı bile geride bıraktı.

Yani efendim, başlangıçtan bu güne kadar, bu topraklardan ne krallar, ne yöneticiler, ne askerler, ne politikacılar, ne filozoflar, ne bilim insanları, ne şairler, ne kahramanlar geldi ve geçti.

Ee hoca, güzel tarih özeti geçtin de; bu saydığın insanlar, yüzyıllar boyunca, yurdumuzdaki bu doğal alanlar için ne yapmış onu söylemedin, diyeceksiniz. Söyledim ya güzel kardeşim, başta söyledim: Hiçbir şey.

Bunca yıl, eskiden gelen yaklaşım, sistem, gelenek -adına ne derseniz artık- hiç bozulmamıştı. Bu alanlar, koruma altında ancak devlet bir yana, asıl geçimini buradan sağlayanların koruması altında kalmaya devam ederek, büyük oranda bu güne gelmeyi başarmıştı. Son yirmi yıla kadar…

Değişen madencilik yasalarını, koruma yasalarını, büyükşehir yasasını, ormancılık hakkındaki yasaları, orman köylüleri hakkındaki yasaları ve benzeri adını dahi hatırlayamadığım onlarca yasayı alt alta toplayın, bugünkü yok olmanın nedenlerini bulursunuz. Efendim yanlış anlaşılma olmasın, bu yasaların altındaki amacı, niyeti falan sorgulamak benim haddime düşmez, onu, bu konuda uzman olan hukukçular ile bürokratlar yapsın. Benim uzmanlığım, benim bilgim, açık ve net tek bir şeyin altını çizmek için oldukça yeterli. Ben orasındayım. Bu paragraftaki en çarpıcı nokta, yani yok olmanın asıl nedeni çok açık: DEĞİŞİM.

Persler, Büyük İskender, Helen Kent Devletleri, krallar; Roma’nın, Bizans’ın, Osmanlı’nın anlı şanlı İmparatorları falan, bunca yıl en ufak bir şeyi değiştirmediler…

Hepsi aptaldı da, bir akıllı biz miyiz?

Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!


Selim Martin Kimdir?

Selim Martin 1981 Uşak doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Arkeoloji üzerine yaptı. Aynı üniversitede Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta. Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihsel Coğrafya ve Mitoloji gibi temel Arkeoloji konularının yanında tekstil, mozaik, resim gibi sanat ve tasarım alanlarında da çeşitli dersler yürütmekte. Eğitim ve iş hayatı boyunca çeşitli bilimsel ve sanatsal projeler ile kültürel etkinlikler içerisinde yer aldı ve özellikle Batı Anadolu coğrafyasında eğitim ve kültürel amaçlı geziler düzenledi. Uzun yıllar, arkeolojik alanlarda ve çeşitli bilimsel çalışmalarda belgeleme amaçlı fotoğraf çekmekle beraber, sanatsal anlamda kişisel fotoğraf sergileri açtı ve çeşitli eserleri karma sergilerde de yer aldı. Arkeoloji ve Mitoloji alanlarında kitapları ve bilimsel yayınları olan ve çeşitli ulusal gazete ve dergilerde mitoloji konulu yazılar kaleme alan Selim Martin evli ve bir çocuğu var.