Ölüler ülkesi yazıları: Dönüşümün anavatanı Yakındoğu
Merkezi üretim, artı ürün, mutlak hiyerarşi, mesleki uzmanlık, sınıfsal yapı, din, çıkar bölgeleri, çıkar savaşları; tekmili birden bu çağda. Ne heyecanlı değil mi? Üstelik, mesleklerin örgütlenmesi, Şefin yanına yeni bir sınıf çıkartıyor. Güç ve zenginliğe sahip, meslek başları-yöneticileri doğuyor. Aristokrasi el sallamaya başladı bile, haydi hayırlısı.
Efendim, barbar ve cahil denilen, işe yaramaz, problemli insanlar yaşıyor orada denilen toprakların sesi olmayı, kaldığımız yerden sürdürelim müsaadenizle.
Ortadoğu, Batı dünyasının uydurduğu bir kavramdır; bu topraklar geçmişi ile bağ kurmasın, eskiden ne kadar önemli bir coğrafya olduğunu, bugünkü dünyanın yaratıcısı olduğunu hatırlamasın diye yapılanların bir ürünüdür dedik, demeye devam edelim.
Hatırlarsanız, önceki yazılarımızda, Paleolitik ve Neolitik Çağlar’da bu topraklarda olan bitene bir göz atmış; insan türlerinin dünyaya yayılmasından ateşin icadına(!), yerleşik yaşama geçilmesinden besin üretiminin başlangıcına kadar bir çok gelişimin coğrafyamızda gerçekleştiğinden söz etmiştik. En son Neolitik Paket hazırlayıp, Doğu’dan Batı’ya doğru göndermiştik. Hem de bedavaya!
Paketimiz, yeni bir gruba her ulaştığında, neler olduğunu az çok tahmin etmek mümkün. Paketteki talimatları aynen uygulayıp, kalıcı mimariye, tarım üretimine, hayvan yetiştirmeye, seramik üretmeye ve daha nicelerine hemen başlayabilirsiniz. Ne demek canım, teşekküre gerek yok, görevimiz.
Paket taa İngiltere’ye kadar yavaş yavaş ( yaklaşık 7 bin yıl) ilerleyedursun. Biz coğrafyamızın avantajlarını doğru kullanmaya, yine insanlık için yeni şeyler yaratmaya/üretmeye devam edelim. Ne demiş ünlü bir 'büyüğümüz': durmak yok, yola devam.
Günümüzden yaklaşık 8 bin yıl önce, Yakındoğu’nun güzide bölgesi Mezopotamya’da (hem de Kuzey bölümünde) bir grup erkek, ortak bir mekanda toplanıp, seramikleri orada, birlikte üretmeye başladılar. Aslında bu zamana kadar seramikler, herkesin kendi evinde, hane ihtiyaçlarına yetecek kadar, evin kadınları tarafından üretiliyordu. Bu erkeklere ne olduysa, bu sefer böyle yaptılar. Acayip oldu.
Merkezi üretim başladı. Üstüne üstlük, elde üretilen bu seramikler, çok farklı çeşitli formlarda, oldukça kaliteli, bir de zengin dekorlara sahip olunca, çok geniş coğrafyalara ticareti yapılan, kıymetli bir ürün haline geldi. Tabiri caizse, yok satıyor. Gözünüzde canlansın diye günümüz isimleri ile söyleyeyim, bu kaplar Mersin’den Van’a oradan Basra körfezine uzanan bir ticaret ağı yarattılar. Bugün, üç ülke geçen bir ticareti, başarılı ve düzenli bir şekilde yaparsanız ne olursa, o zaman da aynısı oldu, hatta ilk olduğu için etkileri çok daha fazla oldu. Bu arkadaşlar, zengin ve güçlü bir toplum yaratmakla kalmayıp, resmen yepyeni bir çağ başlattılar. Eskiler adına “Kalkolitik” yani Bakırtaş Çağı diyorlar. Boş verin eskileri. Biz yenisini deyiverelim: Dönüşüm Çağı.
Bu sefer hiç uzatmadan, bu Çağda, bu topraklarda yaratılan ve dünyanın geri kalanına öğretilen şeyleri, yani dünyayı dönüştüren icat, keşif ve yenilikleri hızlıca sayalım, gitsin.
Tanıştırayım, artık bir şefimiz var. Önceden hiyerarşi yataydı, şimdi dikey. Bu şef erkek. Kendine ait mekanı ve mührü var. Çoğu zaman birden fazla yerleşimi yönetiyor. Üstelik yerine de oğlu geçiyor (buradan sonrası kadınlar için zor geçecek gibi görünüyor).
Sonra, tarımda bir yenilik yaptık. Eskiden yağmur yağar ve/veya taşkınlar olur, tarlalar sulanırdı. Ne zaman, ne kadar, bilmek mümkün değil. Şimdi nehirlerden tarlalara kanal kazıyoruz, kapağı açınca tarlalar sulanıyor, kapatınca duruyor. Kontrol bizde. Doğru sulama, üretimde patlama yaptı. Kanal kazanlar ile çiftçilerin sayısında da o oranda artış var. Eee, bu kadar fazla ürünü ne yapacağız? Gelsin büyük depo yapıları. Gelsin, her şeyi sayma ve kaydetme ihtiyacı (yazının icadına giden yolun ilk minik adımları).
Ürün depoda durdukça problem yaratıyor. Ürünü elimizden almak isteyenlere kim karşı koyacak? Gelsin güvenlik sınıfı: Henüz adları polis, jandarma, asker olmasa da, gittikçe örgütlü ve düzenli bir yapıya bürünüyorlar. Haydi fazla ürünümüzü koruduk da sonra ne yapacağız? Bunların turşusunu mu kuracağız? Gelsin, tek işi bu ürünleri en doğru yerde, ederini bulacak şekilde satanlar, hem de karşılığında çeşit çeşit yiyecekler, hammaddeler, ürünler, aletler almayı başaranlar. Hoş geldin tüccar sınıfı. Bunların da havasından geçilmiyor. Yakında bunlar da dernekleşir. Durun, derneği uydurdum madem, ilk isimlerini de ben uydurayım: MİDDER (Mezopotamya İş Adamları Derneği).
Eh, bu kadar kıymetli şeyleri koruyan, sayan hatta dağıtan depocuları unutmayalım. Onlar, bu işi doğru yaptıkça sırtımız yere gelmez. Ancak, birden ortaya çıkan bu bolluk, kendi kendine olamaz değil mi? Geçen bir depocu arkadaşım söyledi; her şeyi gören, bize bu bolluğu, bereketi veren, gözle göremediğimiz ulular varmış. Ancak, onlara gerekli saygıyı göstermez, onları sürekli övüp sevmezsek, öfkelenebilir, başımıza türlü türlü felaketler yollayabilirlermiş. Ama arkadaşım merak etmeyin dedi. Bizim için onlarla konuşacakmış. Aman diyeyim, gidelim şu depoculara iyi davranalım, hediyeler verelim, gönüllerini hoş tutalım da, bizi ululara karşı temsil etsinler. Neme lazım, bu güzel hayattan, bu bolluktan olmayalım.
Şöyle bir toparlayayım canım okur, olur mu? Merkezi üretim, artı ürün, mutlak hiyerarşi, mesleki uzmanlık, sınıfsal yapı, din, çıkar bölgeleri, çıkar savaşları; tekmili birden bu çağda. Ne heyecanlı değil mi? Üstelik, mesleklerin örgütlenmesi, Şefin yanına yeni bir sınıf çıkartıyor. Güç ve zenginliğe sahip, meslek başları-yöneticileri doğuyor. Aristokrasi el sallamaya başladı bile, haydi hayırlısı.
Kısacası sevgili okur, eskiden olan her şey, bugün bildiğim şeylere, yavaş yavaş, tam da bu Çağda dönüşüyor. Hem de Yakındoğu’da. Batı mı? Onlar daha bir önceki çağda yolladığımız paketi yeni yeni açıyor. Daha çok işleri var. Biz onlara takılmayalım. Gözümüz hep ileride. Çalışmaya, yeni şeyler üretmeye devam. Malum dünyanın bize ihtiyacı var.
Bu kadar dönüşüm, elbette daha büyük bir şey yaratacaktır, değil mi? Organize toplumların çağı geliyor, eli kulağında. Ancak, bizim satırlara yine yer kalmadı. Artık gerisi, bir sonraki yazıya kalsın. Son olarak, keşişin sözlerini tüm Yakındoğu halkları ezberleyene kadar hatırlatacağımı söyleyip, şimdilik veda edeyim.
“Ex Oriente Lux” yani “Işık Doğudan Yükselir”.
Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!