Ölüler ülkesi yazıları: Ev yapımı imparatorluk
Rantını büyütmek isteyen ruhban sınıfının sürekli kışkırtmaları, kent devletlerinin aralarındaki devamlı savaşların en büyük nedenlerinden birisiydi. İmparatorluğun bu duruma bir çare bulması kaçınılmazdı. Sargon, ilk olarak kendi ailesinden kimi kadınları, önemli tapınaklara baş rahibe olarak atadı.
Sepet içinde nehire bırakılan Sargon’un, sarayda büyüyüp, genç yaşında bir darbeyle ele geçirdiği iktidarı büyüterek, tarihin ilk imparatorluğunu kurmasından, önceki yazımızda bahsetmiştik.
Efendim imparatorluk kurmak, hele başına buyruk olmaya alışkın, birbiri ile savaşmayı ise âdet haline getirmiş kent devletlerini, tek bir bayrak altında toplamak, tahmin edeceğiniz gibi çok da kolay bir iş değil. Belli olmaz, ileride lazım olabilir derseniz, çıkarın kağıt kalemi, not alın. İmparatorluk kurmak için malzeme listesi veriyorum. Böylece siz de evinizde, kendi organik (!) imparatorluğunuzu kurabilirsiniz.
Öncelikle, birbiri ile sürekli savaşan kentlerin arasında kalmamak için, kendinize gözlerden uzak ama elverişli bir konumda, bir başkent kurmalısınız. Böylece hem yönetim merkeziniz daha güvende olacaktır, hem de yönetmek istediğiniz coğrafya içerisindeki her yere, istediğinizde kolayca ulaşabileceksiniz. Böyle bir yöntem farklı çağlarda da karşımıza çıkacaktır. Mesela, aklın yolu bir midir, tesadüf müdür, yoksa Atatürk’ün tarih bilgisinin bir sonucu mudur bilemiyorum ama Kurtuluş Savaşı sırasında başkent olarak Ankara’nın tercih edilmesinin faydalarını hepimiz görüyoruz sanırım.
Sonra, mutlaka düzenli bir ordunuz olacak. Sümer kent-devletlerinde de bir güvenlik sınıfı vardı ama bunların sayısı sınırlı olduğu için savaş zamanlarında yurttaşlar askere alınırdı. Çiftçi bir insanı asker yapıp savaşa gönderirseniz aklı tarlasında kalır. Tek isteği savaşın bir an önce sonlanmasıdır. Ama mesleği askerlik olan insanlardan oluşan bir ordunuz varsa, onların tek isteği ise savaşı bir an önce kazanmak olacaktır. Yazılı kaynaklarda, Sargon’un sofrasında, tek seferde 5.000 askerin yemek yediğinden bahsedilir. Bu ordu sayesinde, kentleri bir bir ele geçirmesi, tabii ki de işten bile değil.
Üçüncü olarak, ele geçirdiğiniz yerlerde, dil ve inanç konusunda hoşgörülü ve kapsayıcı olmak zorundasınız. İnsanları bu konuda baskı altına alırsanız, bir zaman sonra kesinlikle patlarlar. Sargon, Akkadça’nın yanında Sümer dilini de resmi dil olarak kabul etmiş ve hem kendi Pantheonu’na hem de Sümer tanrı ve tanrıçalarına da tapınmaya devam etmiştir. Arkadaşım yeri gelmişken, herkes buradan kendine bir ders çıkartmalı bence. Milattan önce 3. Binyılda yaşayan insanlardan bile daha geride olmanın lüzumu yok. Bırakalım artık insanların dillerini yasaklamayı, inançları ile uğraşmayı, değil mi?
Dördüncü olarak, ele geçirdiğiniz kentlere, yönetici olarak atayacağınız kişiler çok önemli, burada zekice davranmak zorundasınız. Sargon, bu kişileri, oranın yerel nüfusundan, hatta hali hazırda önceden yöneticilik yapmış kişilerden ya da bilinen ailelerden seçerdi. Şimdi geriye yaslanıp, kendinizi Uruk kentinde yaşayan birisi olarak düşünün; kentiniz daha yeni ele geçirildi. Bir Sümerli olarak, artık bir başkasının, bir Sami’nin egemenliği altında yaşıyorsunuz. Ah, vah, tüh, eyvah diyeceksiniz ama hayatınızdaki temel şeyler değişmedi ki; hala ana dilinizde konuşuyor, ana dilinizde eğitim alıyor, hatta resmi dairelerde ana dilinizde işlem yapıyorsunuz, ibadetlerinizi aynı tapınaklarınızda özgürce yapmaya devam ediyorsunuz, üstelik kentinizin yöneticisi de tanıdık, sizden birisi. Ortalama bir yurttaşın, bu değişime canının çok da sıkılmayacağını söylesek, itiraz eden olmaz sanırım.
Beşinci sıradaki hamlemiz en sorunlu alanda olacak, buraya çok dikkat etmek gerekir. Önceki yazılarımızda, Sümer kent devletlerinde, Kral’ın yanında, çeşitli iş kollarının başında olan kişilerden oluşan bir yönetici sınıfının yer aldığından bahsetmiştik. Bunların arasında, hem toplumun inanç dünyasını yöneten hem de – tapınakların aynı zamanda depo ve kayıt yapıları olması nedeniyle – ekonomiyi yöneten, ruhban sınıfının baş köşeyi tuttuğunu söylemek doğru olacaktır. Rantını büyütmek isteyen ruhban sınıfının sürekli kışkırtmaları, Kent devletlerinin aralarındaki devamlı savaşların en büyük nedenlerinden birisiydi. İmparatorluğun bu duruma bir çare bulması kaçınılmazdı. Sargon, ilk olarak kendi ailesinden kimi kadınları, önemli tapınaklara baş rahibe olarak atadı. Böylece, güçlü bir kurumun çıkartacağı olası problemleri çözeceğini; ruhban sınıfının söylemi ile merkezi otoritenin sözlerini aynı kılabileceğini düşündü. Çok da haksız değildi. Bu yöntemle, en azından başlangıçta, büyük ölçüde başarılı olduğunu, tapınaklar ile imparatorun sorunsuz bir zaman geçirdiklerini söylemek gerekir. Ancak, merkezi otoritenin daha emekleme döneminde, tapınakların ise “güce” çok uzun zamandır sahip olduğunu unutmayalım. Böylesi güçlü ve özerk kurumları, dışardan atamalar ile ele geçiremezsiniz.
Sargon, bu hamleleri ile kısa sürede Mezopotamya’nın tamamını ele geçirerek, tüm kentleri tek bir çatı altında toplamayı başaracak hatta Anadolu’nun içlerine ve Kıbrıs’a düzenli seferler düzenleyerek, buraları da egemenlik halkasına dahil edecektir. Aferin imparatorumuza. “Enlil” iktidarını daim etsin.
Arkadaş, hep doğrularını sıraladık, hiç mi hatası olmadı bu Sargon’un diye soranlarınız olacaktır. Olmaz mı canım okur? Bugüne kadar, iktidar olup da, işleri eline yüzüne bulaştırmayan kimse olmadı ne yazık ki.
Efendim, müsaadeniz olursa, evde imparatorluk kurmaya kısa bir ara verelim; siz haftaya kadar eksik malzemelerinizi tamamlayın, ben de bu arada yapılmaması gerekenleri listeleyeyim. Neme lazım, aynı hatalara düşmeyelim.
Söylencemiz sürecek. Viya Böyle!