Ölüler ülkesi yazıları... Fazla mal göz çıkarmaz
Basit toplum karmaşık bir yumağa dönüştü. Bizim gibi artı ürünü olan yerler, çıkar bölgelerine dönüştü. Ulaşması mümkün olan her yerden bu çıkar bölgelerine göç başladı. Mezopotamya yerleşimlerinin taşı toprağı altınmış diye duyan geldi, duyan geldi. Yeni gelenlerle birlikte, çarşı iyice karıştı.
Efendim, önceki yazımızda lafı evirip çevirmemiş, Kalkolitik Çağ içerisinde ortaya çıkan iş kollarından bazılarını -başımıza bela olacak diyerek- masaya yatırmıştık. Sadece artı ürünün; üretimi, depolanması, ticareti ve korunması amacıyla oluşan sınıfsal yapıyı, yani işçi, din adamı, tüccar ve askeri sınıfları bir nevi icat etmiş, bu sınıfların başındakileri de, yerleşimi yöneten şefin yanına yükseltivermiştik. İşimiz bitti sanmayın. Bu artı ürünün başımıza açacağı daha çok iş var.
Bu kadar çalışan nüfusa, standart bir ücret-yevmiye ödemek ve bunun kaydını doğru tutabilmek için yine standart ölçülerde çok sayıda kap kacağa ihtiyacım var. Seramik kaplarda artık güzelliğe değil, sabit formlara ve niceliğe bakılıyor. Buyurun yeni icadımız; yavaş dönen çark. Bu çarklarda biçimsiz, süssüz, kaba, ancak ölçüsü sabit kaplar yapabiliyor ve bu kaplar ile güvenle yevmiye dağıtabiliyorum. Seramik kolay kırılıyor ve ne yazık ki çoğu zaman tamiri mümkün değil. Eh, bu kalabalığa yetişmek için tam zamanlı çömlekçi ustaları ve işçileri lazım.
Çömlekçi lazım olur da dokumacı olmaz mı? Tam zamanlı işlerde çalışan nüfus, ne ara vakit bulacak da kılık kıyafetini dikip dokuyacak? Üstelik herkes, işe kendi yaptığı kıyafetle gelirse, çiftçiyi askerden, tüccarı din adamından, hatta işçiyi ustadan nasıl ayıracağız? Dokumacılar, dikişçiler ve dericiler; tabii ayakkabıcılar ve diğer aksesuarcılar; hiç merak etmeyin. Siz üretip tapınağa getirin, biz karşılığını tapınağın depolarından size dağıtacağız.
Bu kadar iş kolunun olduğu yerde, kullanılan alet edevatı üreten ustalar, zanaatkarlar; aletler için hammadde sağlayan madenciler, ormancılar, taş ve toprak ocaklarında çalışanlar olmaz mı? Hayvan yetiştirenler olmasa bu kadar kişiye kim et, süt, hatta deri ve yün sağlayacak? Yabani lezzetlerin tadını unutmayalım diye didinen avcılar, balıkçılar, unutulur mu?
Refah içinde yaşayan insanlara layık küpeleri, kolyeleri, gerdanlıkları kim yapacak? Ataları, bizi gururlandıran kahramanları, bize yaşam veren ilahları, taşlara kim yansıtacak? Duvarlara kim bezeyecek? Hayatı kolaylaştıran yeni icatları kim yapacak? Bolluk, bereket ve refahın ve aynı zamanda üremenin devamı için, kim bedeninin arzularını diğerleriyle paylaşacak?
Nüfus gittikçe artıyor, eski evler artık yetmiyor. Eski köyün meydanına şimdilerde ancak bir-iki aile sığar. Bize, kalabalık aileleri barındıran, aynı zamanda farklı işler yapmak için farklı boyda odaları olan büyük evler, bir çok ürünü depolayıp aynı zamanda ibadet yapmak için büyük tapınaklar, şenlikler için dev meydanlar, dükkanlar, atölyeler ve bunlara ulaşacak yollar lazım. Gücümüzün temsilcileri için gösterişli mekanlar, dışarıdan gelen konuklar için ferah yapılar, hatta ölülerimiz için bu karmaşadan uzakta alanlar lazım. Demek ki mimarlar, mühendisler ve yapı işçileri hiç durmadan çalışıyorlar.
Peki, bu kadar sosyal karışıklığın çözümü nerede? Sadece kalabalık nüfus bile durmaksızın problem yaratır. Kendi içimizdeki sorunları, üretimin, ticaretin, depolamanın, korumanın dertlerini ya da komşularımızla olan gerginliği çözmek için çalışanlar yok mu? Eh, biz bu kadar çalışıyoruz da; ya dinlenmek, eğlenmek için gittiğimiz yerlerde çalışanlara ne demeli?
Lafın kısası güzel kardeşim bu çağ dönüşüm çağı. Daha önce de dediğimiz gibi bu çağ boyunca; uğraşlar işe, besin artı ürüne, toplumsal statü mutlak hiyerarşiye, şefler krala, köyler kente, anaerkil yapı ataerkil topluma ve ritüeller bir dine dönüştü.
Basit toplum karmaşık bir yumağa dönüştü. Bizim gibi artı ürünü olan yerler, çıkar bölgelerine dönüştü. Ulaşması mümkün olan her yerden bu çıkar bölgelerine göç başladı. Mezopotamya yerleşimlerinin taşı toprağı altınmış diye duyan geldi, duyan geldi. Yeni gelenlerle birlikte, çarşı iyice karıştı. Eskiden şef ne güzel kafasına göre yönetiyordu. Şimdi onlarca iş kolunun önde gelenleri hiyerarşide yükseldiler ve yönetimde söz sahibi oldular. Hatta bu sınıfsal gücü, kendi çıkarlarına kullanıp, bugün adına aristokrat denilen soylu! sınıfların temelini attılar.
Bu kadar nüfus, bu kadar sınıf; efendim işçisi bir taraftan, soylusu bir taraftan, dostu bu yandan, düşmanı diğer yandan derken, batılıların diyalektik, bizim ise “eşyanın tabiatı gereği” dediğimiz bir şey oldu. Yeni bir örgütlenme ihtiyacı hasıl oldu.
Kutlarım! Artık bir devletiniz var. Devlet demek, nesneleri kayıt etmek, insanları ise fişlemek demektir. Yani devlet icat olur olmaz tabii ki yazı da icat oldu. İnsan ilk defa kendi canavarını yarattı.
Efendim canavar yaratmak kolay iş değil ama bu canavarı anlatmak da emin olun hiç kolay değil. Yordukça yoruyor. Şimdi siz bu devlet denilen canavara biraz alışadurun, bunu ehlileştirelim mi yoksa tümden yok mu edelim diye bir düşünün. O arada ben de göçün tarihinde bir başka yolculuk için hazırlık yapayım. Haftaya, aynı yerden gelip, hem imparatorluk kuran hem de onu yıkan Sami halklarının, kayıtlı ilk göçlerine doğru bir yolculuk yapalım.
Söylencemiz sürecek. VİYA BÖYLE!