Ölüler ülkesi yazıları: Göç hiç biter mi?
Göçün tarihi aynı zamanda insanlığın saklı tarihidir. Şimdi bunca olan bitenden ders çıkartma zamanı. Gördüğünüz üzere, göç hep vardı ve hep var olacak. Göç insanlık için makbuldür. Ancak mümkünse, kontrol, hoşgörü ve paylaşma işin içine girdiğinde pek bir makbuldür.
Göçün tarihi aynı zamanda insanlığın saklı tarihidir diyerek çıktığımız yolda, haftalardır geçmişte göç edenlerin peşinde dolanıp durduk. Evrimleşen insan türleri Afrika’dan çıkarken biz de peşlerinden çıktık. Eski Taş Çağ’ı boyunca avcı-toplayıcı-göçebe kabilelerle gezdik. Yerleşik hayata geçince, bir ara durulur gibi olduk ama bu sefer de nesnelerin ve bilginin göçü başladı, biz de ardı sıra yola koyulduk. Kalkolitik Çağ’da büyük kalabalıklarla birlikte, çıkar bölgelerine yöneldik. Duramadık, devleti icat ettik. Hızımızı almışken bizi kim durduracak? Tunç Çağ’ında göçle gelenlerle bir olup nice İmparatorluklar kurduk, sonra diğerleri ile saf tutup hepsini yıktık. Sonra gelsin yazının ve bürokrasinin göçü, sistem bir virüs gibi yayıldı dünyaya.
Bu yolculukta derinine daldığımız hikayeler de oldu, öyle bir açıklayıp bıraktıklarımız da. Hepsini tek tek anlatmaya kalksak belki bir ömür yetmez. Ama yine de, genel bir bilgimizin olması için yazı dizimizin sonuna gelirken, ayrıntılarını başka zaman yeri gelirse konuşuruz diyerek, şöyle hep birlikte, çağlar boyu olan bitenin peşinde hızlıca bir sürüklenelim. Döndürün makaraları, insanın tarihi bir film şeridi gibi gözümüzün önünden aksın dursun.
Milattan önce 7000’lerde Anadolu’dan Avrupa’ya gidenler oldu, Milattan önce 1400’lerden sonra ise Avrupa’dan Anadolu’ya gelenler. Thraklar, Bithinler, Misler, Frigler, Aioller, İonlar, Dorlar ve hatta Galatlar (Keltler) derken, göçmenler yeni yurdun öz sahipleri oldular. Burada görkemli şehirler kurdular; mermerden ve bronzdan heykeller, süslü mozaikler, çeşit çeşit seramikler ürettiler. Kentlerde, filozoflar bilimi ve etiği tartışırken, ozanların destanları, şairlerin dizelerine karıştı. Gemilere yükledikleri tahılın, şarabın ve zeytinyağının yanında, bilimi, sanatı ve teknolojiyi uzak diyarlara taşıyıp yaygınlaştırdılar.
Sonra Persler savaşmaya geldiler ve pek çok yıkıma neden oldular. Ancak, eyalet sistemi ile birlikte yol organizasyonunu, posta teşkilatını, cennet bahçelerini (milli parklar); efendime söyleyeyim doğunun gizemli söylencelerini, mücevher ve aksesuar zenginliğini ve elbette pantolonu bırakıp gittiler. Büyük İskender düştü Perslerin peşine, giderken Batıda ne varsa yanında götürdü, dönüşte Doğuda olanları da ekleyip geri getirdi.
Ardından Roma göründü. Belki de gelmiş geçmiş en büyük serüvenin karmaşık sahipleri: Cumhuriyetten imparatorluğa, oradan yıkılışa ve yüzyıllar süren kargaşaya giden yaklaşık 2000 sene boyunca, bildiğimiz her şeyi 3 kıtada göç ettirip durdu. İnançlar ve mitler, ustalar ve eserler, zenginlik ve yoksulluk, bilgi ve cehalet ve tabii ki savaş ve barış; 2000 sene boyunca uğramadık kimse bırakmadı.
Hıristiyan öğretisinin yolculuğu, tam da Roma’nın bir imparatorluğa dönüştüğü sırada başladı. İnsan sormadan edemiyor, inançları için yollara düşenler olmasaydı; mesela Aziz Paulos Kudüs’ten hiç ayrılmasaydı ya da yüzyıllar sonra Selahaddin Eyyubi’den kaçan amentü sahibi keşişler, Anadolu ve Avrupa’nın ücra köşelerine yayılmasaydı bu öğretinin hali nice olurdu?
Orta Asya’dan farklı zamanlarda yola düşen nice kavim, çağlar boyunca Mezopotamya ve Anadolu’nun şemalını değiştirmedi mi? Mesela, Selçuklular ve Aydınoğulları, eski görkemli günlerin zenginliğini, mimarisini ve sanatını geliştirip sonraki nesillere aktarmasaydı, Osmanlı’da bir Mimar Sinan çıkar mıydı?
Sonra Osmanlı, İstanbul’u topraklarına ekleyip, Doğu ile Batının ticaretini kendi uhdesine kattığında, zorda kalan Avrupa, Hindistan’a gitmenin yeni yollarını arayıp bulmadı mı? Hatta Amerika kıtası bu seferler sırasında yanlışlıkla keşfedilmedi mi?
Tüm tartışmaların yanında, günümüzde, Yahudi diasporasının belli bir kesimi, vaat edilmiş vatanları olarak, yüzyıllar boyunca en rahat yaşadıkları yer olan Anadolu’yu kabul ederler. Ortaçağ’ın karanlığından kaçan nice Yahudi, yollara düşüp Anadolu’ya geldiğinde, hem kendi kaderlerini hem de bu coğrafyanın kaderini, bu kadar etkileyeceklerini öngörebilmiş miydiler?
Sizler, yukarıda saydıklarımızın yanına, Amerika’ya kapağı atan Avrupalı suçluları, baskı ve zulüm nedeniyle göç eden Çerkesleri, Slavları, Balkan Türklerini, iki dünya savaşının yerinden ettiği milyonları, ekmek umuduyla ülke değiştiren işçileri, düşünceleri ve inançları nedeniyle yurdundan olanları, Büyük Ortadoğu Projesi denen belanın üretimi, kardeş kavgalarının, radikal hareketlerin ve açgözlülüğün sonucunda ortaya çıkan savaşların ve soykırımların mağdurlarını ve farklı dil veya din nedeniyle kendi vatanında yurtsuz kalanları ekleyiverin. Efendim dedik ya göç hikayeleri anlatmakla bitmez. Hep birlikte yüksek sesle bir kere daha söyleyelim; göçün tarihi aynı zamanda insanlığın saklı tarihidir.
Şimdi bunca olan bitenden ders çıkartma zamanı. Gördüğünüz üzere, göç hep vardı ve hep var olacak. Göç insanlık için makbuldür. Ancak mümkünse, kontrol, hoşgörü ve paylaşma işin içine girdiğinde pek bir makbuldür.
Bir başka konuda tekrar görüşmek üzere.
Söylencemiz sürecek. Viya Böyle.
Not: Dünya tarihindeki göçler hakkında daha geniş bilgi için bkz. ArkeoDuvar dergisi 17. Sayı – İnsanlık Göç Ediyor.