Ölüler ülkesi yazıları: Gölgelerin gücü adına
Naram Sin'in son hamlesi, daha önce kimsenin başaramadığı, siyaset ile dinin aynı sözü söylemesi üzerinedir. Bu hamle, hem keskin bir başarıya hem keskin bir yok oluşa neden olacak hem de ufak bir eklemeyle, bundan sonraki tüm iktidarlar için altın bir anahtara dönüşecekti.
Efendim geçtiğimiz yazıda, Mezopotamya’da, başına buyruk olmaya alışkın, birbiri ile savaşmayı âdet haline getirmiş kent devletlerini tek bir bayrak altında toplayıp, tarihteki ilk imparatorluğu kuran Akkadlı Sargon’u övmüş, onun doğrularından yola çıkarak, evde kendi imparatorluğumuzu kurmanın tarifini vermiştik.
Şimdi bir yandan imparatorumuzun yaptığı hatalardan ders çıkartan torunundan bahsederken, diğer yandan dünya siyasi tarihi için çok önemli bir dönüm noktasını satırlarımıza taşıyalım ne dersiniz?
Kargaşa ortamından uzakta yeni bir başkent kurmak, düzenli bir orduya sahip olmak, dil ve inanç konusunda hoşgörülü ve kapsayıcı olmak, yerel yöneticileri dikkatlice seçmek ve nihayetinde tapınaklara kendi akrabalarını rahibe olarak atamak, başlangıçta işe yaramış ve Sargon, Aşağı Deniz’den (Basra körfezi) Yukarı Deniz’e (Akdeniz) geniş bir coğrafyanın hakimi olmuştu. Ancak yaptığı üç temel hatanın, iktidarı için oldukça zorlayıcı olduğunu söylemek gerekir.
Sargon, sürekli savaş hali nedeniyle ortaya çıkan huzursuzluğu fark etmek bir yana, devamlı savaşın reklamını yapıyor, ele geçirdiği yerlere - sizi nasılda yendim ama dercesine – savaş anıtı diktiriyordu. Bu da toplumda, devamlı, genel bir öfkenin hakim olmasına yol açıyordu.
Bununla birlikte, eski kentlerin süren isyanları dikkati dağıtıyor, imparatorluğun iç problemlerle uğraşıp dışarıya karşı güçsüzleşmesine yol açıyordu. Bu konuda iki temel sıkıntıdan bahsetmek doğru olur. Ele geçirilen yerlere atadığı yerel yöneticiler, başta görece bir huzur ortamı sağlıyordu. Ancak yöneticiler bu avantajı kendi lehine kullanıyor, gücü ele alınca sürekli isyan çıkartıyorlardı. İkinci olarak, yüzyıllardır dinin ve ekonominin gücünü elinde tutan tapınaklar bir türlü durulmuyor, her fırsatta tanrının sözünün arkasına sığınıp isyanları körüklüyorlardı.
Sargon’un ömrü bu problemleri çözmeye yetmedi, hatta oğulları da bu konularda bir varlık gösteremedi ancak torunu ünlü Naram-Sin her sorun için dahiyane bir çözümle ortaya çıkıverdi.
İlk olarak, dedesi gibi, sürekli savaşan bir demir yumruk olmasına rağmen, diktirdiği anıtların çoğu, yaptırdığı tapınaklar, onarılan kentler, güven altına alınan yollar gibi imar ve bayındırlık faaliyetleri hakkındaydı. Yani savaştı ancak reklamını yapmadı. İkinci olarak, kentlere atanan yönetici sayısını ikiye çıkardı. Yöneticilerden biri askeri, diğeri siyasi alanda görev yapıyor, güç tek kişinin elinde toplanamadığı için isyan çıkması baştan engellenmiş oluyordu.
Üçüncü ve son hamlesi ise, daha önce kimsenin başaramadığı, siyaset ile dinin aynı sözü söylemesi üzerinedir. Bu hamle, hem keskin bir başarıya hem keskin bir yok oluşa neden olacak hem de ufak bir eklemeyle, bundan sonraki tüm iktidarlar için altın bir anahtara dönüşecekti.
Naram-Sin, kendisine karşı girişilen toplu bir isyanı bastırırken, bir yandan başkentteki halkı gaza getirecek, diğer yandan isyana katılmayan kentlerin ruhban sınıfına zengin vaatlerde bulunacak, öte yandan da isyancı kentlerin din adamlarını -önceden görülmeyen şekilde- kesin yıkımla tehdit edecekti. Sonucu kendi ağızlarından dinleyelim.
"Agade'nin kudretli kralı Naram-Sin, tanrıça Astar'ın ona gösterdiği sevgi sayesinde, dört mahalle hep birlikte ona karşı isyan ettiğinde, bir yılda dokuz savaşta galip geldi ve onların yetiştirdikleri kralları ele geçirdi.”
“Eanna kentinin tanrısı Astar'dan, Nippur'daki Enlil'den, Tuttul'daki Dagan'dan, Kes'teki Ninhursag'dan, Eridu'daki Ea'dan, Ur'daki Sin'den, Kutha'daki Sippar ve Nergal’den gelenle (onayla), kendi şehrinin temellerini tehlikelerden koruduğu için, şehrinin vatandaşları Naram-Sin'i kendi şehirlerinin tanrısı ilan etti ve Agade'de ona adanmış bir tapınak inşa etti.” (Bassetki Heykeli Yazıtı)
Buyurunuz efendim işte kesin çözüm, imparatorumuz artık bir tanrı, şimdi ruhban sınıfı düşünsün demek isterdim. Ancak bu müthiş icat, başlangıçta mutlak bir iktidar sağlarken, kurgudaki küçük bir eksik parça nedeniyle, imparatorluğun da sonunu getiren bir silaha dönüşecektir. Bu hamleye karşı, ayrı kentlerde, farklı tanrı ve tanrıçalara ait tapınaklardaki din adamları, ortak hareket etmeye başlarlar. Küçük sineklerin dev bir boğayı ısırması gibi devamlı olarak Naram-Sin’in ilahlığını sorgulayacak, onu sürekli kışkırtacak; öfkeden deliye dönen imparatorumuz da, tanrılığını göstermek adına büyük bir hata yapacaktır. Naram-Sin, çıbanın başı olarak gördüğü, Nippur’daki Enlil tapınağını yıkar. Diğer tanrılar da (tabii ki rahipler) ülkenin geleceği adına Naram-Sin’i ve kenti Akkad’ı lanetler. Haydi geçmiş olsun.
Efendim iç karışıklığın had safhaya vardığı imparatorluk zayıflayacak, barbar Gutilerin devamlı akınlarıyla yıkılacaktır. Ancak Naram-Sin’in bu yeni icadı (tabii ufak bir eklemeyle), devlet sisteminin, yazının ve bürokrasinin göçüne eklenecek, milattan önce ikinci binyılın sonundan günümüze kadar kullanılagelecektir.
Naram-Sin’den gelecekteki muktedirlere not: Güç ilahi olunca karşı çıkan olmaz. Ancak sen sen ol kendini ilah yaptırma, sadece aracı olarak göster. Bu tutar. Hayırlı başarılar.
Naram-Sin’den sonra da yine insanlar, bilgi ve teknolojiler, nesneler, inançlar, mitler, sistemler; hatta korkular, umutsuzluklar ve çaresizlikler göçecek, ancak ilahi iktidar da hep bunların peşinden gidecektir.
Yüzyıllar boyunca, her çağda, her kültürde, her ülkede, her sistemde, inanç fark etmeksizin, iktidarın tanrı tarafından kendisine verildiğini ya da daha kibarca, tanrının kendi yanında olduğunu iddia eden birileri olacaktır. Ne göç ama?
Bu haftalık yazımıza son verirken, isterseniz bu durumu hepimiz adına, sarışın kahraman He-Man özetlesin: Gölgelerin Gücü Adına, Güç Bende Artık !
Söylencemiz sürecek. Viya Böyle!