YAZARLAR

Ölüler ülkesi yazıları: İcat çıkartma Yakındoğu!

Mezopotamya’da ilk kez kurulan devletimiz sürekli isteyecek, aldıkça da zenginleşecek. İş, vermeye gelince, her şeyinize karışacak. Ve tabii ki de her şeyi ama aklınıza gelebilecek her şeyi kaydedecek. Hımm, dikkatli okurlar, durumu çoktan çözdü bile; yeni bir icat aramıza katıldı, tanıştırayım efendim, yeni baş belamız, “yazı”. Artık hayatımız asla eskisi gibi olmayacak.

Nerede kalmıştık?

Yakındoğu’da, Kalkolitik Çağ’da yaşanan büyük dönüşüm, bugünkü dünyanın temellerini hazırlamıştı, değil mi?

Merkezi üretim, artı ürün, mutlak hiyerarşi, mesleki uzmanlık, sınıfsal yapı, din, çıkar bölgeleri, çıkar savaşları; tekmili birden bu çağda ortaya çıkmıştı. Üstelik, profesyonel meslekler gittikçe örgütlenerek, başlarındaki kişileri, sistemi yöneten Şefin yanına taşımış, hem yeni bir sınıfın hem de çok iyi örgütlenmiş yeni bir sistemin fitilini yakmıştı.

İşte karşınızda “aristokrasi” ve tabii ki “devletin” icadı. Az dur, icat çıkartma artık Yakındoğu. Başımıza iş alacağız.

Artı ürün öyle acayip bir şey ki, sadece bir toplumu değil, tüm dünyayı temelden değiştirmeyi başardı. Eski zamanlardaki sosyal karmaşa ve onu basitçe çözmek için yapılan şeyler artık yetmiyor. Şimdi çok ama çok daha örgütlü olmak zorundayız. Eskiden tarımda bir problem olsa hayvancılık ile açığı kapatır; başka yerleşimlerden gelen obsidyen ticaretinde aksama olsa, yerel çakmaktaşı ile günü kurtarabilir veya yerleşimler arasında çıkan anlaşmazlıkları ortak alanlarda toplanıp şenlikler düzenleyerek çözebilirdik. Şimdi, sistemin çarkları-dişlileri oluştu ve bu düzendeki tek bir hata tüm sistemi çökertebilir. Evet, artık çok daha örgütlü olmak zorundayız.

Efendim, sosyologlar, arkeologlar, iktisatçılar, antropologlar, tarihçiler, ekonomistler, siyasal bilimciler falan, hepsi birden bu işe tek bir isim veriyor: Devlet. Bugün hala geçerliliği var mı yok mu tartışılır ama Kalkolitik Çağ’ın sonunda bu söz tam karşılığını veriyordu: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!

Tabii bir diğer yandan, bu düzeni oluşturacak, sınırları keskin bir yerleşim oluşturulmasına da ihtiyacımız vardı, onu da kent/şehir adı verilen şeyi icat ederek çözeceğiz. Bu diğer yeni icadımız da arada kaynamasın.

Dönelim yine ana konuya… Pardon, “Devlet Baba” diyeceğiz ya, o zaman dönelim baba konuya. Peki devlet nedir? Ne yapar, ne işe yarar, ne ister? Soralım “Wikipedia” abimize.

Türkçe sayfamız: Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır, devlet siyasal bir birliktir, diyor. İngilizcesi ise Devlet, bir bölgedeki toplumu ve nüfusu düzenleyen siyasi bir varlıktır, diyor. Tabii her ikisi de üç adet unsuru olmazsa olmaz olarak sayıyor: İnsan, ülke ve egemenlik. Hey maşallah.

Bunca yıldır, tarihteki neredeyse tüm devletleri okumuş, incelemiş ve anlatmış biri olarak şahsi görüşüm farklı üç unsuru içeriyor. Bence devlet, her şeyi kaydeder (fişler), ister (vergi vb.) ve karışır (bürokrasi). Bu önermeme karşı çıkan beri gelsin!

İşte Mezopotamya’da ilk kez kurulan devletimiz de tam olarak bunları yapacak. Sürekli isteyecek, aldıkça da zenginleşecek. İş, vermeye gelince, her şeyinize karışacak; bayramı nasıl kutlayacağınız bile kurallara bağlı olacak mesela. Ve tabii ki de her şeyi ama aklınıza gelebilecek her şeyi kaydedecek. Hımm, dikkatli okurlar, durumu çoktan çözdü bile; yeni bir icat aramıza katıldı, tanıştırayım efendim, yeni baş belamız, “yazı”. Artık hayatımız asla eskisi gibi olmayacak.

Birkaç bin yıldır, değiş tokuş yapılan ürünler, uzak mesafelere giderken; o ürünlerin minyatür örnekleri yapılır, ıslak bir kil topağının içine gömülür, topağın üstü de mühürlenirdi. Ürünlerin vardığı yerde alıcı, bu topağı kırar, içinden çıkan örnekler ile gelen ürünleri karşılaştırır, böylece alıcı ile satıcı arasındaki alışveriş güvenle yapılırdı. Artı ürün ile birlikte büyük depolar kurulduğunda, başlangıçta aynı sistem, depolardaki ürünlerin yönetilmesi için de  kullanılıyordu. Sonra tüccarlar başarıdan başarıya koştu. Mesela başta depolanacak-kayıt edilecek, arpa, buğday, balık gibi iki üç farklı besinimiz, birkaç da aletimiz vardı, şimdi uzak coğrafyalardan, adını bile bilmediğimiz onlarca hammadde, besin, alet ve ürün geliyor. Ayrıca bazı besinlerin hasat tarihi bizimkiler ile asla uymuyor; eh, ürünleri bedavaya verecek değiliz ya? Bizim cin-fikir tüccarlar yeni bir yöntem keşfetti: buğday zamanı buğday verip deri alıyor, sonra elma zamanı adamların derilerini geri verip asıl isteğimiz olan elmayı alıyorlar. Ancak tüm bu olan biteni kayıt etmek de bizim depocuya kalıyor. Üstüne üstlük, bunları sadece depolamak yetmez, bir de halka geri dağıtmak lazım ki, insanlar yesin, içsin, kullansın. Peki, bu ürünler kimlere, ne kadar dağıtılacak? Tabii ki üretimde, ticarette, güvenlikte, tasarımda, ne kadar çalıştılarsa o kadar karşılığını alacaklar? Peki, bunların hepsini kim hesaplayacak? Tabii ki bizim depocu. Sabır yarabbi! Gel de çık işin içinden.

İşte bu bolluk ve karmaşa ve tabii ki de devletin her şeyi bilme ihtiyacı, çok daha karmaşık bir kayıt sisteminin, kısacası ilkel bir yazının icadına yol açtı. Günümüzde, piktogram veya lologram (kavramçizi-kavramyazı) denilen bu ilk yazı; önceden yapıldığı gibi çeşitli ürünlerin minyatürlerinin yapılıp, bir kil topağının içine konulması yerine, o ürünlerin resimlerinin, ıslak bir kil tabletin üzerine çizilmesi sayesinde oluşur. Kil tablet, pişirilince sertleşip sabitleşir. Böylece, istediğiniz şekilde dizilir, saklanır, ihtiyaç halinde tekrar tekrar kontrol edilebilir. Basit, ucuz, yapımı ve taşınması kolay ve sağlam. İnsan daha ne ister?

Tabii bu sistemin hala kullanılmaya devam ettiğini de eklersek, konu daha iyi anlaşılacaktır. Günümüzde sinemalar, alışveriş merkezleri, havaalanları gibi ortak alanlarda; tuvalet, yemek, giriş-çıkış gibi yerleri gösteren işaretler, her görenin aynı anlamı yüklediği  basit şekiller değil mi? Alın size ilk yazı. İlk günden bu zamana kadar tazeliğini koruyor.

Efendim, aristokrasiyi, bürokrasiyi, kenti, devleti ve yazıyı Yakındoğu’da icat ettiğimizi, hem de günümüzden binlerce yıl önce bu işi başardığımızı açıkça gösterdiysek, bu haftaki yazımızı sonlandıralım. Bir kez daha gördüğünüz gibi, bugün Batı’ya atfedilen her şeyin mucidi bu topraklardır.

Artık şehri, devleti ve yazısı olan toplumların bundan sonra ne yapacağını diğer yazıda konuşuruz.

Keşişin sözünü ısrarla tekrarlamaya devam..

“Ex Oriente Lux” yani “Işık Doğudan Yükselir”.

Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!


Selim Martin Kimdir?

Selim Martin 1981 Uşak doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Arkeoloji üzerine yaptı. Aynı üniversitede Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta. Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihsel Coğrafya ve Mitoloji gibi temel Arkeoloji konularının yanında tekstil, mozaik, resim gibi sanat ve tasarım alanlarında da çeşitli dersler yürütmekte. Eğitim ve iş hayatı boyunca çeşitli bilimsel ve sanatsal projeler ile kültürel etkinlikler içerisinde yer aldı ve özellikle Batı Anadolu coğrafyasında eğitim ve kültürel amaçlı geziler düzenledi. Uzun yıllar, arkeolojik alanlarda ve çeşitli bilimsel çalışmalarda belgeleme amaçlı fotoğraf çekmekle beraber, sanatsal anlamda kişisel fotoğraf sergileri açtı ve çeşitli eserleri karma sergilerde de yer aldı. Arkeoloji ve Mitoloji alanlarında kitapları ve bilimsel yayınları olan ve çeşitli ulusal gazete ve dergilerde mitoloji konulu yazılar kaleme alan Selim Martin evli ve bir çocuğu var.