Ölüler ülkesi yazıları: İki ayak üzerinde
Bu primat, artık iki ayağının üzerine dikildi mi? Dikildi. Yürüyüşü değişti, o artık daha havalı biri demeyeceğiz tabii ki de. Artık o bambaşka birisi diyeceğiz. Gövde dikleştikçe, rahimdeki yavrunun pozisyonu bozulacaktır. Normalde doğum kanalına bakması gereken kafa, 7 ay boyunca annenin diyaframına dönük duracak, sonra hoop içeride bir takla atarak, kanala dönmeyi başaracaktır. Türümüzün atası bile taklacı, biz ne yapalım.
İnsan aklının gelişimi için bir arkeoloğa danışmak gerekli midir, diye bir sorunun cevabının peşindeyiz. Önceki yazıda, arkeologların ne iş yaptığını ve insan (Homo) olmaya giden yolun ilk taşlarını konuşmaya başlamıştık. Kısa bir alıntı yapıp, sonra kaldığımız yerden devam edelim.
Evrim teorisi, kabaca 6 milyon ile 3 milyon yıl önce bir yerlerde, öncelikle üyesi bulunduğumuz primat ailesinden ayrılıp Hominin (İnsansı) olduğumuzu, bu ayrılığa “iki ayak üzerinde dikilme” durumunun neden olduğunu söyler, demiştik. Bu konudaki genel teorinin; iklimsel bir değişikliğin ardından ortaya çıkan yüksek otlar arasında, hayatta kalabilmek için sürekli otların arkasına bakmaya çalışan primatların dikilmesi üzerine şekillendiğinden bahsetmiştik. Ancak, sevgili Oktay Kaynak tarafından ileri sürülen yeni bir teorinin, bu konudaki araştırmaların yönünü değiştirdiğini de eklemiştik. Hiç beklemeden, Oktay hocanın teorisine, kendi sözlerini alıntılayarak dalalım.
“Günümüzden yedi milyon yıl önce Afrika’nın doğusunda, şu anda Great Rift Valley (Büyük Rift Vadisi) dediğimiz coğrafi oluşum başladı. Aslında çok daha uzun zaman önce başlayan bu coğrafi oluşumun, bahsedilen bölgeye ulaşması yedi milyon yıl önceye rastlıyor. O zamanlar orada tropik, devasa ormanlar vardı ve bu ağaçların kanopilerinde bir primat yaşıyordu. Aynı Madagaskar’da olduğu gibi belki hiç ağaçtan aşağı inmesi bile gerekmiyordu. Orada doğup, orada ölüyordu. Derken coğrafi şekillenme ile yer kabuğu çatladı ve orada oluşan devasa volkanlar yüzünden bizim primatın yaşam alanı kökten değişmeye başladı. Ağaçları kavuran volkan ve volkan külleri, ağaçlarda yiyecek bir şey bırakmadıkları gibi karasal alanı da kaplayıp toprak üstünde de yiyecek bir şey bırakmadılar. Bu primat, ya bu yeni durumda yiyecek bulmak için yeni yol ve yöntemler geliştirecekti ya da nesli yok olacaktı.
Yani yiyecek bulmak için barınacak yeni yerler ve yöntemler geliştirmeliydi. Geceleri -üzerlerinde yenecek bir şey kalmamış- ağaç gövdelerinde geçirmiş olduğu düşünülebilir. Ama yiyecek sorununu çözmek için ( ağaçların üzerinde ve karasal alanda yiyecek kalmadığından) başka yerler aramalıydı. Elbette göl ve denizlere de volkan küllerinin yağdığı ve döküldüğü düşünülmelidir. Suya düşen volkan külü derişir (yoğunlaşır) ya da dibe çöker. Belki dere dibini kaplar ama buna rağmen oradaki canlıların yaşamlarını ve varlıklarını sürdürme olasılığı fazladır. En azından yüksek kül sıcaklığının, su canlılarında, karadaki kadar etkili olmadığı söylenebilir. Çünkü su, volkanik külün yüksek ısısını kısa zamanda düşürür ve böylece ısı, canlılara fazla zarar ya da kalıcı zarar veremez. Bizim primat işte bu sığ sularda yiyecek aramak zorunda kaldı. Belki su bitkileri ve suda yaşayan çeşitli hayvanlarla beslenmek zorunda kaldı. Birkaç milyon yıl sığ sularda bu su ürünleri ile beslenip hem hayatını sürdürdü hem de türünü sürdürdü. Bu ağaç canlısı primat, sığ sularda yiyecek ararken iki ayağı üzerine kalkmak zorunda kalmıştır. Günümüzde de şempanzeler ve diğer maymunlar suda yürümek zorunda kalınca hemen iki ayaküstüne kalkarlar. Yani iki ayaklılığa yaşam alanındaki olağanüstü değişiklikler yol açmıştır”.
Hoca kısaca, aslında ağaçta yaşayan ve ağaçların üstü ile yerde beslenen primatın, ani bir felaket serisi sebebiyle, gündüzleri suda besin aramak zorunda kaldığını; suda besin aramak için de dört ayak üzerinde değil, iki ayak üzerinde hareket etmekten başka bir çaresi olmadığını söylüyor. Çok da doğru söylüyor.
Biz yine de bu konudaki teorileri konunun uzmanlarına bırakalım. İşin sonucuna bakalım. Bu primat, artık iki ayağının üzerine dikildi mi? Dikildi. O zaman kulağına üç kere yeni ismini okuyorum: Hominin, hominin, hominin.
Şimdi, bu arkadaşın, yürüyüşü değişti, o artık daha havalı biri demeyeceğiz tabii ki de. Artık o bambaşka birisi diyeceğiz. Gövde dikleştikçe, rahimdeki yavrunun pozisyonu bozulacaktır. Normalde doğum kanalına bakması gereken kafa, 7 ay boyunca annenin diyaframına dönük duracak, sonra hoop içeride bir takla atarak, kanala dönmeyi başaracaktır. Türümüzün atası bile taklacı, biz ne yapalım.
Sizleri sıkmamak için çok detaya inmeden devam edeyim, bu olay ani kafatası büyümesine yol açar. Üstüne bir de -dik durmak yüzünden- dişilerin bel yapıları, kalça ve rahim düzenekleri de farklılaşmaya başlıyor. Yer çekiminin etkisini de ekleyince, vücut, daha formasyonunu tamamlamamış olan bebeği dokuz ay civarında dışarı atıyor.
Herkes bilir, memelilerde doğumdan hemen sonra yavru ayaklandı ayaklandı, yoksa bir yırtıcı gelip onu yer. Oysa, iki ayak üzerine dikilen bu primatın doğurduğu yavru, bırakın yürüyüp koşmayı, doğduğunun bile farkında değil. Çünkü daha cenin. Ne elleri el, ne ayakları ayak, ne de beyni beyin.
Bakalım bu durum başımıza daha ne işler açacak. Devamı bir sonraki yazıya.
Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!
Not: Oktay Kaynak’ın, evrim sürecine dair yeni teorileri anlattığı “İNSANIN KÖKENİ :Türler Arası Embriyo Transferi Teorisi” kitabı, yayına hazır. Bir aksilik olmazsa, 2025 yılında Sakin Kitap’tan çıkacaktır. Merakla bekliyoruz.