YAZARLAR

Ölüler ülkesi yazıları: İnsanın anavatanı Yakındoğu’dur

Bitkileri evcilleştirme ve ilk tarım üretimi, hayvan evcilleştirme ve ilk besi hayvanlarının üretimi, dokuma teknolojisinin icadı, ilk maden kullanımı (bakır ve malahit). Sayarken yorulduğumuz bu ve bunun gibi bir sürü yenilik, dünya üzerinde ilk kez Yakındoğu’da yaşayan insanlar tarafından icat edildi, keşfedildi ve geliştirildi.

Efendim, “Yakındoğu’yu öv Batı’yı göm” serimizde nerede kalmıştık?

Önceki yazımızda, Paleolitik Çağ’da bu topraklarda olan bitene bir göz atmış, insan türleri Afrika’dan çıkıp dünyaya yayılırken Yakındoğu coğrafyasının ne kadar önemli bir rolü olduğundan dem vurmuştuk.

Alet teknolojisinin, avlanma becerilerinin, bitkisel beslenmedeki çeşit ve kalitenin gelişimini; ateşin icadını, aynı bölgede yaşayan tüm grupların gerektiğinde birlikte hareket edebilecek kadar sosyalleşmesini hatta farklı türler arasında hibrit çiftleşmeyi, Paleolitik Çağ’da bu topraklarda görülen yenilikler olarak saymıştık. Durmak yok, yola devam.

Bizim Homo Sapiens Yakındoğu’ya geldiğinde buzul çağı vardı. Ancak yaşamsal kaynaklar Avrupa’ya göre daha boldu. Atalarımız bu avantajı iyi değerlendirdiler. Hele buzullar erimeye başlayıp havalar yavaş yavaş ısınırken, kelimenin tam manası ile yepyeni bir yaşam biçimi yaratmak için güzelce hazırlanacak zamanları oldu. Şanslıyız vesselam.

Günümüzden yaklaşık olarak 26.000-23.000 yıl önce soğuk zirveye vardı, sonra yavaşça düşmeye başladı. Sürekli artan 1-2 derecelik sıcaklık, bu coğrafyada yaşayan insanları ağır ağır dışarıda bir yaşam kurmaya itti.

Durun durun, bu işin nasıl olduğunu anlatmadan evvel olan bitenin bir adını koyalım önce: tanıştırayım efendim, “Küresel Isınma”. Yok canım, medyada söylenenlere inanmayın; ısınma bol yağış getirir, eh artan yağış da bol bitki üretir, o da bitkilerle beslenen hayvanların sayısını arttırır doğal olarak. İnsan dilinde söylersek, etrafta artık çok besin var. Asıl korkmamız gereken şey ısınma değil “Küresel Soğumadır”. Ancak işleyişimizi şimdilik bozmayalım, o da ileride başka bir yazının konusu olsun. Biz kaldığımız yerden devam edelim.

Besin bollaştı. Artık yaşadığım yerden çok uzaklaşmadan karnımı daha iyi doyurabiliyorum. Uzun mesafelerde devamlı göçmeye yönelik ihtiyacım yavaş yavaş azalırken haliyle aynı yerde daha uzun süreli konaklamaya başladım. Üstelik ısınan hava beni mağaralardan dışarı itti. Açık alanda geçici yerleşimler kurmakta gittikçe ustalaşıyorum. Aynı yerde bir ay, iki ay, bir mevsim, iki mevsim konaklıyorum derken, hem binlerce yıl süren bu tecrübe hem de gittikçe artan besin kaynakları sayesinde, nihayetinde 3 milyon yıldan fazla süren bir alışkanlığı değiştirme vakti geldi. Artık göçmek yok, gerek de yok. Hoş geldin tam yerleşik yaşam, hoş geldin ilk köyler. İnsanın yaşam biçimini temelden değiştirmesi yani “avcı toplayıcı göçebe” yaşamdan, “avcı toplayıcı ama yerleşik” yaşama geçişi, gördüğünüz üzere dünya üzerinde ilk kez bu coğrafyada oldu. Güzel de oldu.

Neolitik diyeceğiz bu yeni çağın adına. Hala taş devrindeyiz ama bu taş yeni bir taş artık. Eski kitaplarda “cilalı taş” diyorlar. Cilasını bilmem ama, koca koca taş aletlerden, saplara eklenen birkaç milimetrelik uçlara dönüşen teknolojinin, aynı yerde yaşayarak edinilen tecrübeyle birleşmesinden, yepyeni bir sürecin başlayacağı kesin. Haydi düğmeye basalım, başlatalım.

İlk köyler, sosyal karmaşa ve hiyerarşi, taş, ahşap ve kerpiç kalıcı mimari, hem sivil konutlar hem de herkesin ortak kullandığı kamusal mekanlar ve alanlar, mekana bağlanan ritüeller (din kavramına giden yoldaki ilk minik adımlar), düzenli ticaret (mesela Akdeniz’den Batman’a giden deniz kabukları), taş kaplar (ızgaraya son, yaşasın sulu yemekler), büyük boyutlu heykel sanatı (Göbeklitepe’de gördükleriniz), seramik kapların icadı, savunma mimarisi. Bitti mi? Bitmez. Bitkileri evcilleştirme ve ilk tarım üretimi, hayvan evcilleştirme ve ilk besi hayvanlarının üretimi, dokuma teknolojisinin icadı, ilk maden kullanımı (bakır ve malahit). Sayarken yorulduğumuz bu ve bunun gibi bir sürü yenilik, dünya üzerinde ilk kez Yakındoğu’da yaşayan insanlar tarafından icat edildi, keşfedildi ve geliştirildi. Üstüne üstlük, bunları kendimize de saklamadık. Koyduk bir hediye paketine (Neolitik Paket), Doğu’dan Batı’ya doğru gönderdik. Sevinsin garipler, gelişsinler azıcık.

Günümüzden yaklaşık olarak 14.000 (on dört bin) yıl önce hazırlamaya başladığımız paketi, birkaç bin yıl içerisinde tamamlayıp gönderdik. Artık bizden sonraki (batıdaki) her göçebe, bu paketi alıp, uygulayıp, hiç uğraşmadan bizimle aynı teknolojiye, aynı yaşam standardına kavuşacak. Hem de öyle şimdiki gibi fahiş fiyata, geceden kuyruklarda bekleterek değil, bedavaya gönderdik efendim bedavaya. Tabii algısı tam açık olmayan, yeniliğe kapalı grupların bu paketi almamakta uzun süre direndiği yerler de var, ama o da başka bir yazının konusu olsun. Biz yine kaldığımız yerden devam edelim.

Mesela basit bir örnek vereyim canım okur. İlk kurulan köylerde, köydeki sosyal karmaşayı çözmek adına, birlikte şölen yapmayı, birlikte kutlama yapmayı ve gerekirse birlikte karar almayı kolaylaştıran, düzenleyen mekanlar tasarladık. Basitçe, yerleşimin içerisinde her yerden erişilebilir boş alanlar bıraktık. Evet bildiniz, köy meydanı. O günden bu güne, yani binlerce yıldır, meydanı olmayan hiçbir yerleşim yoktur, inşa edilmemiştir, etmek düşünülmemiştir bile. İster köyde, ister şehirde isterseniz de metropolde yaşayın; bu gün hala, kutlamalar, düğünler meydanda yapılır, bayramlarda meydana gidilir, konserler, mitingler, protestolar meydanlarda yapılır, saygı duruşları, ağırlamalar, karşılamalar hep ama hep meydanlarda düzenlenir. Eh, biz daha bu insanlığa ne yapalım.

Neolitik Paket, Batı’ya doğru yolculuğuna devam ededursun, biz burada bir sonraki çağı yaratmaya başlayalım. Ancak malum yerimiz dar. O da bir sonraki yazıya.

Unutmadan, artık “motto” diyebileceğimiz sözümüzü tekrar ünleyerek yazımızı sonlandıralım.

Hıristiyan keşiş Joannis Cassiani’nin deyimiyle; “Ex Oriente Lux” yani “Işık Doğudan Yükselir”.

Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!

NOT: Bu arada, 31 Ekim Perşembe Günü, saat 13:00’da, İzmir Kitap Fuarı’nda “Sakin Kitap” standında olacağım. Uyarınıza gelirse, sohbete beklerim efendim. 


Selim Martin Kimdir?

Selim Martin 1981 Uşak doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Arkeoloji üzerine yaptı. Aynı üniversitede Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta. Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihsel Coğrafya ve Mitoloji gibi temel Arkeoloji konularının yanında tekstil, mozaik, resim gibi sanat ve tasarım alanlarında da çeşitli dersler yürütmekte. Eğitim ve iş hayatı boyunca çeşitli bilimsel ve sanatsal projeler ile kültürel etkinlikler içerisinde yer aldı ve özellikle Batı Anadolu coğrafyasında eğitim ve kültürel amaçlı geziler düzenledi. Uzun yıllar, arkeolojik alanlarda ve çeşitli bilimsel çalışmalarda belgeleme amaçlı fotoğraf çekmekle beraber, sanatsal anlamda kişisel fotoğraf sergileri açtı ve çeşitli eserleri karma sergilerde de yer aldı. Arkeoloji ve Mitoloji alanlarında kitapları ve bilimsel yayınları olan ve çeşitli ulusal gazete ve dergilerde mitoloji konulu yazılar kaleme alan Selim Martin evli ve bir çocuğu var.