YAZARLAR

Ölüler ülkesi yazıları: Makosen giyen mağara insanları

Günümüze formunu koruyarak ulaşabilen en eski ayakkabılar, Amerika’da Oregon ve Kuzey Nevada’da bulunan, bugün ilk keşfedildiği yerleşimden adını alan “Fort Rock sandaletleridir”. Adaçayı liflerinden ve kabuklarından yapılan bu örme sandaletler, Mazama Volkanının patlamasıyla püsküren küllerin altında kalarak, günümüze ulaşmayı başarmıştır.

Giyim, kuşam ve aksesuarların tarihine yaptığımız yolculukta, geçtiğimiz yazıda, Homo Sapiens’in dünyaya yayılırken karşılaştığı farklı iklimlere tepkiler verip, yıllar içinde giyiminin basitten karmaşığa doğru geliştiğini konuşmuştuk. Sapiens zamanla; vücuda daha iyi oturan ve baş, kol, diz ve ayaklar gibi özel alanlar için daha ergonomik olan ürünler ortaya koyabilmişti.

Eh, o zaman bu yazıda, bu özel ürünlerin birinin -ayakkabıların- etrafında birazcık gezinelim mi, ne dersiniz?

Paleolitik Çağ’da kullanılan ayakkabı ve başlıklar, hakkında en az bilgi olan giyim elemanlarıdır. Elbette, aynı diğer kıyafet ve aksesuarlar gibi organik malzemelerden üretildiği için bunların da günümüze ulaşmaları oldukça zor. Ancak bunun yanında, bir de üretimlerinde özel aletlere ihtiyaç duyulmadığı için biçimleri ve üretim süreçleri hakkında bilgi edinmek hiç kolay olmuyor.

Güneş altında veya soğukta, sürekli hareket halinde olan Paleolitik Çağ’ın göçebe topluluklarının; ayaklarını, başını ve yüzünü korumaya ihtiyaç duyduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Eldeki az sayıdaki kalıntı ve diğer kıyafet ve aksesuarların üretimlerinden yola çıkarak oluşturulan teoriler oldukça mantıklıdır. Ayakkabıların, çoğunlukla deri ve kürk malzemeden, nadiren de bitkisel hammaddelerden yapıldığı düşünülüyor. Başlıklar ise soğuk iklimde yaşayanlar tarafından kürkten, daha ılıman yerlerde ise bitkisel liflerden yapılan iplerden örülerek üretilmiş olmalı.

Tarih öncesi dönemlerde üç farklı ayakkabı tipi ile karşılaşılmaktadır. Bunlardan ilki sandaletlerdir. Bildiğiniz sandalet canım. Yalnızca tabanı bulunan ve ayağa kordon ve kayışlarla bağlanan, açık formlu, püfür püfür sandaletleri kim sevmez?

İkincisi, çizmelerdir. Günümüzde, konç (boğaz) yüksekliğine göre farklı isimler alsa da, mağara insanının kafasını karıştırmayalım; çizme gayet güzel bir isim.

Üçüncüsü ise; tek parça deriden yapılan, bağsız ayakkabılardır ve dünya literatüründe makosen olarak adlandırılırlar.

Buz Adam Ötzi canlandırması.

Önceki yazıda üzerinde durduğumuz, deriyi-kürkü işleyen kemik aletler, ayakkabı üretiminde de kullanılmış olmalıdır. Ancak bir noktanın altını çizmekte fayda var. Araştırmacılara göre, deri ayakkabı ile diğer deri kıyafetlerin üretimlerindeki asıl ayrım, ayakkabıların hayvan öldürüldükten kısa bir süre sonra, deri hala yumuşak ve esnekken yapılmış olmasıdır. İnsanların, ayaklarını postun üzerine koyarak etrafından deriyi kestikleri ve bu parçayı ayak üstüne doğru sarıp deri şeritler veya kayışlarla ayak bileğinin etrafından sararak, ayağın şekline uydurdukları düşünülmektedir.

Düzeltilmiş ot veya bitki liflerinden yapılma ilk ayakkabıların ise sandaletler olduğu tahmin ediliyor. Genel kanıya göre, Neandertlallerden itibaren bu formda ayakkabılar üretilmiş olmalı. Ayrıca, ilkel insanların çoğu zaman- neyden üretildiğine bakılmaksızın- ayakkabıların içlerine çeşitli otlar koyarak, ayakları sıcak ve kuru tutmaya çalıştıkları da düşünülüyor.

Şimdi yeri gelmişken, bilimin heyecanlı dünyasına bir kez daha göz atalım. Kemerleri bağlayın, bu sefer, “ayak anatomisi” üzerine çalışan bir grup bilim insanın laboratuvarına gidiyoruz. Akıllarda, “ayakkabı giyen ile giymeyen atalarımızın ayakları birbirinden farklı olabilir mi?” sorusu var. Bu sorunun yanıtını nerede arayabiliriz acaba? Tabii ki, o çağdan kalma insan iskeletlerinde, daha doğrusu o iskeletlerin ayak kemiklerinde…

Merakınızı çok da köpürtmeyeyim, cevap evet. Ayakkabı giyen ile giymeyenin ayakları farklıdır. Bu durum kabaca; çıplak ayaklı yürüyüşçülerin, ayakkabılı yürüyüşçülere kıyasla daha kalın parmak kemiklerine sahip olduğu şeklinde tarif edilebilir. Yani, bilim diyor ki, koca ayak olmak istemiyorsanız, mutlaka ayakkabı giyin.

Çin’in Tiaunyuan 1 yerleşimindeki örneklere göre, günümüzden 40.000 yıl öncesinden bu anatomik değişiklikler gözlemlenebiliyor. Yani insanın, en az 40.000 yıldan beri ayakkabı giyildiğini ispatladık gitti. Avrupa’da bulunan iskeletler üzerinde yapılan çalışmalar ise günümüzden en az 27.500 yıl öncesinde insanların ayakkabı giydiklerini ortaya koyar. Ne diyelim, moda Avrupa’ya bu kez geç ulaşmış demek ki.

Bir de “ayak izleri” üzerine çalışmalar olduğunu da söyleyelim. Bu izlerin çoğunluğu çıplak ayaklardan kalmadır. Ancak, Fransa Fontanet mağarasında, 2013 yılında, ayakkabı giymiş bir insanın bıraktığı izleri keşfedildi. Bu izler tam 17.000 yaşında. Üstelik araştırmacılara göre, bizim bu arkadaş, ayağına makosen giymiş.

Efendim, anatomik farklılıkları, ayak izlerini falan bırak da, yok mu bize göstereceğin eski ayakkabı diyenleriniz olacaktır. Var efendim var. Olmaz mı?

Günümüze formunu koruyarak ulaşabilen en eski ayakkabılar, Amerika’da Oregon ve Kuzey Nevada’da bulunan, bugün ilk keşfedildiği yerleşimden adını alan “Fort Rock sandaletleridir”. Adaçayı liflerinden ve kabuklarından yapılan bu örme sandaletler, Mazama Volkanının patlamasıyla püsküren küllerin altında kalarak, günümüze ulaşmayı başarmıştır. Yapılan testler neticesinde, bu sandaletler, günümüzden 10.400 ila 9100 yıl öncesine tarihlenmektedir.

Bunlarla birlikte, daha geç dönemlere tarihlenen, ancak, ilkel insanların ne giydiğine dair en muhteşem bilgileri veren üç özel kalıntıdan da bahsetmeden geçmeyelim. Ürdün’de, Ermenistan’da ve Ötztal dağlarında bulunan bu ayakkabı/sandaletler, zamana yenilmeden, günümüze ulaşmayı başarmışlar. Bir tebriki hak ediyorlar elbet.

Ürdün Warrior (Savaşçı) Mağarasında, kıyafetlerle birlikte bulunan ayakkabı, günümüzden yaklaşık 5800 yıl öncesine dayanıyor. Ermenistan Areni-1 yerleşiminde bulunan makosen ise 5600 yaşında. Aralarından en genci, Alp Dağlarında bulunan Ötzi’nin ayakkabısı. Üstelik, 5300 yaşındaki bu adamın sadece ayakkabılarını değil, iç giyimine kadar tüm kıyafetlerini biliyoruz.

Madem tarihöncesindeki en genç kalıntımızdan da bahsettik, öyleyse bu haftaki yazımıza, günümüz gençlerinin dilinden düşürmediği bir tabiri kullanarak son verelim:

Buz Adam Ötzi’nin bu kombini “halis” mi?

Söylencemiz tüm hızıyla sürecek. VİYA BÖYLE!


Selim Martin Kimdir?

Selim Martin 1981 Uşak doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Arkeoloji üzerine yaptı. Aynı üniversitede Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta. Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihsel Coğrafya ve Mitoloji gibi temel Arkeoloji konularının yanında tekstil, mozaik, resim gibi sanat ve tasarım alanlarında da çeşitli dersler yürütmekte. Eğitim ve iş hayatı boyunca çeşitli bilimsel ve sanatsal projeler ile kültürel etkinlikler içerisinde yer aldı ve özellikle Batı Anadolu coğrafyasında eğitim ve kültürel amaçlı geziler düzenledi. Uzun yıllar, arkeolojik alanlarda ve çeşitli bilimsel çalışmalarda belgeleme amaçlı fotoğraf çekmekle beraber, sanatsal anlamda kişisel fotoğraf sergileri açtı ve çeşitli eserleri karma sergilerde de yer aldı. Arkeoloji ve Mitoloji alanlarında kitapları ve bilimsel yayınları olan ve çeşitli ulusal gazete ve dergilerde mitoloji konulu yazılar kaleme alan Selim Martin evli ve bir çocuğu var.