Ölümüne ölümüne

Anlaşılan o ki Saray şürekası Hollywood filmlerinden çok etkilenmiş. Böylesi bir fanteziye girişmek, Saray iktidarının ne kadar sıkışmışlık içinde olduğunun göstergesidir. Gara’da bir katliam ve askeri/siyasi bir hezimet, başarısızlık yaşanmıştır. Artık apaçık ortadadır ki TSK, bu ülkenin savunmasıyla değil, Erdoğan’ın siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için uğraşmakta; bir siyasi propaganda aracı gibi kullanılmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Oya Ersoy*

Geçen gün, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "HDP demek PKK demektir" dedikten sonra doğrudan HDP’yi kast ederek “Sadece sizden değil sizinle birlikte yol yürüyenlerden de hesap sorulacağı” tehdidini savurdu. Tweet’ini “ölümüne ölümüne” diyerek noktalıyordu.

Bir avukat, hukukçu ve insan hakları savunucusu olarak ve aynı zamanda bir HDP milletvekili olarak bu ifadelerin değerlendirilmesinin, yanıt verilmesinin ve elbette mahkum edilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Kullandığı iletişim başkanı, aslında doğrusu “saray tellalı” sıfatı itibariyle Fahrettin Altun’un ifadeleri, kişisel görüşleri olmasının çok ötesindedir. Tayyip Erdoğan’ın uzun süredir, buna benzer ifadeleri sıkça kullandığı zaten bilinmekte. Dolayısıyla bu ifadeler, Saray çatısı altında siyaset icra eden Bahçeli’sinden Destici’sine, Akar’ından Soylu’suna kadar tüm aktörlerin ortak düşüncesi olmasının ötesinde ortak politik tutumudur. Ve bir dizi siyasi amacı barındırmaktadır.

İyice açığa çıkmıştır ki AKP-MHP bloku yüzde 40’ın altına düşmüştür ve bunu yüzde 50’lere çıkarmak artık imkansızdır. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan siyaseti, iktidarına tehdit olarak gördüğü muhalefeti parçalamak üzerinden sürdürmektedir. HDP seçmenini artık hiçbir şekilde yanına çekemeyeceğini (kandıramayacağını) bilen Erdoğan’ın asıl hedefi CHP yönetimi ve CHP seçmenidir. Olası bir seçimde muhalefet partilerini, asıl olarak da muhalefet seçmenlerini yan yana getirmemeye çalışmaktadır. Ve bunun için de milliyetçi ideolojinin en iğrenç sinir uçlarını kullanmaktadır.

Saray iktidarı için iflas eden sadece ülke içi siyaset değildir, aynı zamanda dış politika da özellikle Ortadoğu politikası da iflas etmiştir. Suriye’den İran’a, Mısır’dan Libya’ya, Suudi Arabistan’dan Katar’a sözde dostluklar en fazla bir yıl sürmüş, düşmanlıklar baki kalmıştır.

Var olan bir gerçeği, kabul etmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor; Türkiye’nin Güney komşuları ne Şam’dır ne de Bağdat. Türkiye’nin güney komşusu Kürt halkıdır. 911+378 km boyunca Kürtler vardır. Bu gerçek üzerinden yeni bir komşuluk politikası inşa edilmelidir. Ve bu inşanın içerisinde iktidarda kalabilme telaşının ve bu nedenle de iç siyasetin ürünü olan şoven politikalar ve savaş araçları bulunmamalıdır.

Tarihteki bütün faşist iktidarların ve özellikle günümüzde “yeni faşizm” diye adlandırılan iktidarların hepsinde emek düşmanlığının yanında iki ortak özellik daha mevcut; silahlanmadan, savaştan yana olmaları ve yalana dayalı kara propaganda yöntemlerine başvurmaları.

Erdoğan iktidarı döneminde sadece silahlanma çılgınlığı değil (S-400’ler, F35’ler, İHA’lar, SİHA’lar, tanklar, tüfekler), doğrudan savaştan beslenen ve savaşa bağımlı bir savaş ekonomisi yaratılmıştır.

Yaklaşık yirmi yıldır iktidarda olan AKP kadroları hiçbir zaman başarısız olmadı ya onlardan önceki yöneticiler başarısızdı ya da AKP’nin sözünü dinlemeyen yurttaşlar. AKP’ye karşı laf söyleyen, karşı çıkanların, hakikati dillendirip itiraz edenlerin ise neyle adlandırıldığını hepimiz biliyoruz, çünkü hepimiz teröristiz!

VE GARA’DA OLANLAR…

Ulema sınıfı fetva vermeyi sevdiği kadar gelecekten haber vermeyi de çok sever. Çünkü geleceği görenlerin iktidarı sorgulanmaz! Tayyip Erdoğan da üç gün öncesinden muştuyu muştulamıştı; “10 Şubat’ta yapacağım konuşmayı mutlaka dinleyin, izleyin”. Ama 10 Şubat’ta o konuşma yapılmadı, yapılamadı. Çünkü üç gün önce yazılan ve 10 Şubat’ta okunacak olan konuşma metninde “Murat Karayılan’ı parça parça ettik, 13 rehineyi kurtardık” ifadesi artık yer alamayacaktı.

Anlaşılan o ki Saray şürekası Hollywood filmlerinden çok etkilenmiş. Böylesi bir fanteziye girişmek, Saray iktidarının ne kadar sıkışmışlık içinde olduğunun göstergesidir. Gara’da bir katliam ve askeri/siyasi bir hezimet, başarısızlık yaşanmıştır. Artık apaçık ortadadır ki TSK, bu ülkenin savunmasıyla değil, Erdoğan’ın siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için uğraşmakta; bir siyasi propaganda aracı gibi kullanılmaktadır. Silah ile kara propagandanın birlikte kullanıldığını bizler daha önce de Sur’da, Roboski’de tanıklık etmiştik.

DÜRÜSTÇE OLSUN İSTERİM DOSTLUK DA DÜŞMANLIK DA

Siyaseti siyaset olarak yapmadıkları artık herkes tarafından biliniyor. Sorumlusu oldukları siyasal, ekonomik ve toplumsal krize çözümleri olmadığı için iktidarlarını tehdit olarak gördükleri muhalefeti düşmanlaştırma, hamaset, tehdit, yalan ve manipülasyon siyasetleri haline gelmiş durumda.

Erdoğan’ın iktidarda kalmak için her yol mubahtır anlayışı ve bu yolda attığı her adım memleketin sorunlarını daha da derinleştirmeye, telafisi uzun yılları bulacak ağır tahribatlar yaratmaya devam ediyor.

Engellemek mümkün mü? Mümkün!

Öncelikle şu iki basit kural, bilincimizde ve eylemimizde yer almalı; yaşamın her alanında şovenizm ve düşmanlaştırma siyasetinin karşısında durmak, prim vermemek ve giderek pervasızlaşan baskılar karşında cesaret.

Kendi hukukunuza uyun!

Bu ülkede yargı hiçbir zaman “bağımsız ve tarafsız” olmadı, ama bu kadar kişisel ve grupsal çıkarlar için yargının seferber edildiği bir dönem de olmadı. Yargı, iktidarın muhalefeti sindirme ve siyasi rakiplerini tasfiye aracı haline getirildi. AKP’nin ilk kez tek başına iktidar olma çoğunluğunu kaybettiği 2015 seçimlerinin ardından HDP’nin yargının hedefi haline getirilmesi; partisinin seçim tutumunu “seni başkan yaptırmayacağız” sözleriyle deklare eden HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere Eş Başkan Figen Yüksekdağ ve milletvekillerinin tutuklanarak cezaevine konulması bunun en önemli örneğidir.

Yargıçların hukuk normlarına, yasalara ve uluslararası sözleşmelere göre değil artık bir iç ses haline gelmiş emirlere göre hareket ettiği bir talimatlı yargı, Anayasa Mahkemesi kararlarına yerel mahkemelerin; yerel mahkeme kararlarına idarenin, kolluk güçlerinin ve şirketlerin; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına iktidarın uymadığı bir hukuksuzluk sistemi oluştu.

Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin Selahattin Demirtaş/Türkiye kararında net bir şekilde tespit edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kuruluşundan bu yana Azerbaycan’dan sonra ilk kez Türkiye hakkında sözleşmenin “Hakların hukuk dışı amaçlara hizmet edecek şekilde kısıtlanması”nı engelleyen 18. Maddesi'nin ihlal edildiğine karar verdi. Bu kararın verilmesinin altında yatan neden hukuk devletinin ortadan kaldırılmasıdır.

AİHM Büyük Daire kararı, sadece Demirtaş ya da HDP ile ilgili bir karar değildir. Bu topraklarda yaşayan herkesi ilgilendiren, halkın adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelesi için önemli bir karardır.

Kendi sözde demokrasinize uyun!

7 Haziran 2015 seçiminden itibaren beğenmediği seçim sonucunu tanımayan, kendisinin seçilemediği seçimleri tekrar eden, sandık koyduğunda kendisinin çıkamayacağı belediyelerden üniversitelere kadar “kayyum” atayan, seçilmiş belediye başkanlarını, meclis üyelerini, milletvekillerini cezaevlerine gönderen yani seçme ve seçilme hakkını gasp eden, valilik-kaymakamlık kararlarıyla halkın toplantı ve gösteri yapma hakkını engelleyen, medyayı kendi borazanı haline getiren, getiremediğini gözaltı-cezaevi tehdidiyle zapturapt altına almaya çalışan, basın özgürlüğü ve halkın doğru haber alma hakkını elinden alan, burjuva demokrasisinin en küçük kırıntılarına bile tahammülü kalmayan bir iktidar var karşımızda.

Kendi siyasi kurallarınıza uyun!

Bu Anayasayı biz yapmadık, bu Meclisi biz oluşturmadık. Yani emekçiler, gençler, kadınlar, Kürtler, sosyalistler oluşturmadı bu sistemin yapıtaşlarını. Kendi sahip oldukları düzenin kuralları bile yetmiyor Saray’a.

Onların yaptığı yasalara göre kurulmuş, onların koyduğu sandıktan 6 milyonu aşkın oy almış bir parti HDP. Kendi siyasi düzenleri yetmedi, şimdi siyaset düzensizleşti. Partiyi kapatmaya çalışmak, yöneticilerini terörist ilan etmek, oy verenlerine lanet okumak, “birlikte yol yürüyenlerini” tehdit etmek yeni sistemin yeni normali oldu.

Son söz;

Sarayın tellalı, pardon iletişim başkanı Fahrettin Altun nezdinde tüm saray şürekası bilsin ki hukukla, demokrasiyle, siyasetle günü de devranı da döndüreceğiz; ölümüne, ölümüne…

*HDP İstanbul Milletvekili