YAZARLAR

Ömer dizisi ve Brand Week’ten izleyici üzerine notlar...

Benim dikkatimi en çok çeken yorum Ceren Karakoç’un iki farklı ailenin hep aynı sofraya oturmasının sembolik değerine dikkat çekmesiydi. O sofrada genellikle yemek yenemiyor, krizler genelde sofrada patlıyor. Ama yine de günün sonunda aynı sofraya oturan ideolojik olarak iki kutupta temsil edilen aileler bir arada olabiliyorlar.

Bir dizide kadın karakterler güçlendikçe, özgürlüklerine sahip çıkıp, kendi ayakları üzerinde durdukça sizin de midenizde kelebekler uçuşuyor mu? Bu güçlenme elbette hep bir mağduriyetten sonra oluyor. Önce mağdur edilen, acı çektirilen sonra ayağa kalkan kadınlar. Dizileri izleyenler de belki bu yüzden en çok 45 yaş üzeri kadınlar oluyor. Hayat tecrübesini daha fazla biriktiren kadın izleyici. O izleyiciyi başka özellikleriyle de tanımlayıp neden ekran başında daha fazla olduklarını toplumsal cinsiyet rolleri, sosyal hayat, ekonomi, istihdam verileriyle de açıklayabiliriz elbette.

Ömer dizisindeki karakterlerin gelişimi, hikayenin gidişatı beni bu sezon şaşırtıyor. Bu köşede -o zaman konuk olarak- yazdığım ilk yazının konusu Ömer dizisiydi. İlk bölümde ezan ve dua okunurken ekrana Türkçe altyazı eklenmesinin sonucunda Twitter’da ne konuşuluyor diye verileri takip etmiştim. Selahattin Paşalı’nın kendi sesinden ezan okuması ne kadar cesur bir hareketti. Cesur rolleri, belki de kariyerleri için riskli rolleri kabul eden oyuncuları ayrıca konuşalım; bakınız Nursema rolü ile Ceren Karakoç.  

Ömer dizisindeki kadınlar önce birbirlerine düştüler, ilk karşılaşmalar hep mesafeli bakışlarla birbirlerini süzerek oldu. Aynı mahallenin farklı kadınları, birbirlerine öğretilmiş kalıplarla göz devirerek yaklaştılar. Kadınlardan biri mağdur edilmeye görsün diğerleri hemen bir olup farklılıklarının birbirlerinin yararına olduğunu gördü. Yarar derken faydacılıktan bahsetmiyorum. Hepimiz farklıyız, hepimiz eşitiz demek istiyorum. Kadınlar birbirinin yurdu olunca nasıl da büyüyor, güçleniyor ve dayanışıyorlar.

Ömer’i geçen sezon birkaç bölüm izleyip sürekli izlemeyi bırakmıştım, bu sezon pazartesi akşamları ekran karşısına Ömer için geçiyorum. Benim gibi düşünen çok olacak ki reytinglerde de gün birincisi oluyor.

BRAND WEEK’TEN İZLEYİCİ ÜZERİNE NOTLAR

İletişim sektörünün tüm aktörlerini bir araya getiren, 3 gün süren dev organizasyon Brand Week dün bitti. 30 yıldır yayında olan Mediacat’in bu organizasyonunda reklamcılar, medya planlamacılar, dijital ajanslar, araştırma şirketleri, pazarlama iletişimcileri, medyacılar, markalar bir araya geldi. Geçtiğimiz 10 yılda akademik olsun, sektörel olsun pek çok konferansın konusu olan hikaye anlatma “yeniden düşün, yeniden yarat, yeniden inşa et” temasıyla son yıllarda yaşadığımız kaotik ortamın izlerinden geleceğe daha umutlu nasıl bakabileceğimizi tartışmamız için planlanmıştı. Bu tartışma içinde ekrana ve izleyiciye dair birkaç not paylaşmak istiyorum.

Warner Bros Discovery Ceo’su Kathleen Finch’in televizyon izleyicisinin artık öğrenmek için televizyon izlemediğini ve bu sebeple eğitim içerikli programları durdurup drama ve eğlenceye yöneldiklerini söylemesi şaşırtıcı değildi elbette. İzleyicinin sosyal medyayı, YouTube’u öğrenmek için daha fazla kullandığı aşikar. Televizyon bu yaklaşımla ‘eğlence kutusu’ tanımına daha fazla yaklaşıyor. Ancak burada hatırlamamız gereken eğlence içerikleri üretmenin de çok ciddi bir iş olduğu olmalı. Kültürel tüketimimizin başat aktörü ekran (geleneksel televizyondan cep telefonlarına) içindeki her tür içerik kimlik, kültür, öteki gibi kavramlarla karşılaştığımız mecra aynı zamanda. Warner Bros Discovery’nin yaptığı gibi eğlence odaklı olmak, özellikle bu eğlencenin genellikle reality şovlardan oluştuğunu düşünürsek, sürekli olarak kendini yenileyen, sıradan insanın öne çıktığı bu programlarda aktörler değiştikçe iddia edilen ‘özgünlük’ (authenticity) konusu üzerinde gerçekten yeterince özgün mü diye düşünülebilir. Bu durumda sunulan içerik ne kadar gerçek ve hakiki? Tartışmaya açık. Benzer bir tartışmayı TV8 ekranı için de yapabiliriz. Yıl içinde 3 programla (MasterChef, Survivor, O Ses Türkiye) prime time zamanını dolduran, azımsanmayacak kadar izleyicisi olan bu programların sürekli yenilenen özgün bir içerik sunduğunu iddia edebilir miyiz?

Kendi konuşmamın heyecanından daha büyük mutlulukla beklediğim oturum Kızılcık Şerbeti oyuncularının oturumuydu. Ceren Karakoç, Doğukan Güngör ve Müjde Uzman’a Ali Sunal sorular sordu. Senaryodaki çatışma konularının kendileri için de empati oluşturan bir araç olduğunda üç oyuncu da hemfikirdi. Benim dikkatimi en çok çeken yorum Ceren Karakoç’un iki farklı ailenin hep aynı sofraya oturmasının sembolik değerine dikkat çekmesiydi. O sofrada genellikle yemek yenemiyor, krizler genelde sofrada patlıyor. Ama yine de günün sonunda aynı sofraya oturan ideolojik olarak iki kutupta temsil edilen aileler bir arada olabiliyorlar.

İzleyici konusuna son 5 aydır YouTube’da yayına başladıktan sonra izlenme rekoru kıran Fatih Altaylı ve ona sorular soran Levent Erden de doğal olarak değindi. Gördüğüm kadarıyla herkes en çok izleyicinin kendi olduğu mecrada olduğunu düşünüyor. Düşünüyor diyorum çünkü farklı mecraların izlenmelerini karşılaştıran verilere kolay ulaşılmıyor, bu sebeple de çeşitli iddialarımız var. YouTube’un izlemesinin çok yüksek olduğu elbette gerçek, Gemius Türkiye ülke müdürü İdil Kesten’in sunumunda gördüğümüz üzere en çok reklama maruz kalan izleyici de YouTube izleyicisi. Dijital ekranların reklamverenleri ağırlıklı olarak e-ticaret şirketleri, televizyon ekranını tercih edenler ise temizlik ve sonra yiyecek grubu markaları. Fatih Altaylı’dan YouTube’da özgür olmak, kendi kendinin patronu olmak duygusunun ağır bastığını dinledik. Mecrasını genişleteceğini, yatayda büyüyen bir yapı kurup bu yapıyı da 1000 eşit hisseli bir şirkete dönüştüreceğini anlattı. Gençlerle çalışmak yapay zeka konusuna da daha fazla yaklaştırmış kendisini; yakında izlediğimiz Fatih Altaylı mı yoksa onu taklit eden bir yapay zeka ürünü mü bilemeyebiliriz.

Gemius Türkiye ülke müdürü İdil Kesten bana sorular sormadan önce ölçümlemenin geleceğine dair yaptıkları çalışmaları anlattı. Son birkaç yıldır sektördeki tüm aktörlerin söylediği üzere farklı ekranlardan aynı içeriği tüketen izleyici için ortak veri üretmezsek gerçek izleme davranışını doğru bir şekilde anlayamayız. Benim yerli dizi izleyen öğrencilerimin o diziyi televizyon ekranından değil YouTube’dan istediği zamanda ve belki biraz hızlandırarak izlemesi veya Instagram’daki reels videolarından diziye ait parçalar izleyip diziyi izlediğini düşünmesi üzerinde dikkatle durulması gereken yeni nesil izleme davranışları. Bizi izleyici olarak SES grubuna hapseden bu yapının çoktan sonuna gelinmişe benziyor.


Aylin Dağsalgüler Kimdir?

Lisans eğitimini Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. City University of London’da Uluslararası İletişim alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo-Televizyon-Sinema alanında doktora derecesini aldı. 2005 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde çalışıyor. Medyanın ekonomi politiği, ağ toplumu, televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları alanında dersler ile medya için proje üretimi dersi veriyor, bu alanlarda akademik çalışmalar yürütüyor. Avrupa Birliği, İstanbul Kalkınma Ajansı ve Poynter Institute destekli projelerde yönetici olarak çalıştı. 2015-2022 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Akademik çalışmalarına ek olarak RGB YouTube kanalında Diziwiz ismiyle dizilerle ilgili 45 bölümlük bir sohbet programını öğrencileriyle birlikte hazırlayıp sundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Toplum Ruh Sağlığı Bilim Kurulu üyesidir.