YAZARLAR

Onbeşler’in ardından: 'Hepsi genç, yurtsever, idealist devrimcilerdi'

104 yıl önce Türkiye Komünist Fırkası yöneticisi 14 aydın Karadeniz açıklarında öldürüldü. Türkiye'de bütün emekçi sınıfların temsil edileceği bir devlet yapısını programına alan TKP'ye yönelik bu saldırı Türkiye muhalif hareketini de etkiledi. 'Onbeşler' olayını ve günümüze etkilerini araştırmacı-yazar Hamit Erdem ile konuştuk.

Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, / Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz, / Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını. / (…) / Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! / Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil, / Her ne yapsan varacağız emelimize! / Karadeniz… bunu duysun derinliklerinden: / O ateşli göğüsleri delen hançerin / Kabzasını alacağız elimize!”

Nazım Hikmet, 104 yıl önce Karadeniz açıklarında katledilen komünistleri bu dizelerle anar. Mustafa Suphi liderliğinde ‘Onbeşler’ olarak bilinen Türkiye Komünist Fırkası’nın yöneticileri, 28 Ocak 1920’de öldürülür. Katliamdan sağ kurtulan Maria Suphi ise hayatının geri kalanında tetikçilerin korkunç işkencelerine maruz kalır.

Aradan geçen bunca zamana rağmen söz konusu olay çeşitli şekillerde ve çeşitli nedenlerle hâlâ önemini koruyor. Önce “Katliamın sorumlusu kimdi?”, “Emri Ankara Hükümeti mi verdi?”, “Moskova neden sessiz kaldı?” gibi eskimeyen soruları aklımıza getiriyoruz. Sonrasında ise Türkiye’deki komünist hareketin henüz yeşeren filizlerine dönük bu cinayetin bugüne dönük düşündürücü yansımaları ile karşılaşıyoruz. Fakat tüm bu hayati öneme sahip soruların gölgesinde “Mustafa Suphi ve yoldaşları nasıl bir ülke tahayyül ediyorlardı? Düşünceleri neydi?” gibi konuları fazla düşünmüyoruz.

Bugün, hem katliamı tekrar konuşmak, hem de düşüncelerini hatırlamak bizi daha verimli yanıtlara ulaştırabilir. Bu sebeple konu ve dönem üzerine çeşitli çalışmalar yapan araştırmacı ve yazar Hamit Erdem ile konuştuk. Mustafa Suphi (Sel Yayıncılık, 2010), 1920 Yılı ve Sol Muhalefet (Sel Yayıncılık, 2010), Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi (Sel Yayıncılık, 2012), Emek Tarihi Yazıları (Sel Yayıncılık, 2019) ve daha pek çok eserin sahibi olan Erdem, hem hep merak ettiğimiz soruları yanıtladı, hem de dünün bugüne olan yansımalarını aktardı.

Hamit Erdem

ROMANLARA KONU OLACAK YAŞAMLAR

Türkiye'deki komünistler için önemli bir gün 28 Ocak. Fakat konu hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler için bir başlangıç yapmak gerekirse eğer, bugün ‘Onbeşler’ olarak andığımız Türkiye Komünist Partisi’nin kurucularından Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledildiği olayı nasıl anlatabiliriz?

28 Ocak 1921 günü (eski adıyla 28 Kânunusâni), 1920’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası yöneticilerinin Trabzon açıklarında öldürülüp, Karadeniz’e atıldığı gündür. Bu yıl, ‘Onbeşler’ cinayeti olarak ifade ettiğimiz bu katliamın 104. yılıdır.

Onbeşler diye bir ‘sözcükle’ ifade ettiğimiz bu insanların bir kısmı, aileleri Türkiye’de yaşayan, savaşta Rus cephesinde esir düşmüş askerlerdir. Bazıları ise Türkiye’nin kurtuluşunun sosyalizmde olacağını düşünen aydınlar ya da sosyalizmin ne olduğuna şahit olan halk çocuklarıdır. 

İçlerinde meslekleri; gazeteci, öğretmen ve eğitimci, mühendis olanlar vardır. Meslekten askerler; topçu yüzbaşısı, tayyare yüzbaşısı ve zabitler, kaymakamlık yapanlar vardır. Almanya’da pedagoji okuyup henüz mesleğini yapma şansı bulamayan, hepsi genç, hepsi yurtsever, hepsi romanlara konu olacak kadar ilginç yaşamları ile bu ülkenin yetiştirdiği idealist devrimcilerdir.

Mustafa Suphi onlardan yalnızca biridir. Belki onlardan daha deneyimli, yaşadıklarıyla öne çıkan, liderlik özelliği olan ve tarihe not düşerek, bu dönemi yazılarıyla kayda geçiren bir aydındır.

Ama ben Onbeşlerin katli olayından önce Mustafa Suphi’nin yaşamından kısa satırbaşlarını burada anmak istiyorum. Çünkü resmin tamamını görmek için nasıl bir aydın profiliyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek gerekir. Sorunuza “Mustafa Suphi kimdir?”i ilave ederek devem edeceğim.

Giresun doğumlu Mustafa Suphi o dönem Türkiye koşullarında iyi bir eğitim almıştır. Babası Ali Rıza Bey’in Kudüs, Şam, Erzurum ve Hakkari’deki üst düzey memurlukları sırasında o da Anadolu’yu dolaşmış, bu sosyolojiye tanık olmuş, İstanbul ve Paris’te hukuk ve ekonomi okumuştur.

1908 meşrutiyetinden sonra birçok gazetede onlarca makale yazmış, İstanbul’da yüksek okullarda ekonomi ve hukuk dersleri vermiş, bir Fransız sosyoloğun “Sosyoloji Nedir?” adlı kitabını Türkçeye çevirmiş ve yayınlamış, 1911’de İttihat ve Terakki Partisi'nde Anadolu delegesi olarak kongrelerde bulunmuştur. Sonrasında İttihatçılarla yol yürümemiş, bir yıl sonra Milli Meşrutiyet Fırkası’na katılmış, İttihatçılara muhalif olmuş, İfham (uyarı) gazetesinin yayın müdürü iken Mahmut Şevket Paşa suikastı bahane edilerek tutuklanıp Sinop’a sürülmüştür.

Bir yıl Sinop’ta sürgün kaldıktan sonra -gizlice- 10 arkadaşıyla kaçarak, Karadeniz’i dikine geçmiş, önce Sivastopol’a sonra Bakü’ye gelmiş, orada gazeteciliğe devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde yazdığı bir makalede “Büyük bir savaşın yakın olduğunu, Türkiye’nin bu savaşta taraf olmamasını ve barışı mümkün olduğu kadar uzatmasının tek çıkış yolu olduğunu” yazarak tehlikeye dikkat çekmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’na Bakü’de yakalanan Mustafa Suphi yaklaşık dört yıl sürecek ikinci sürgün hayatına başlamıştır. Çar polisi, yabancıları ‘iç düşman’ kabul ederek Rusya’nın içlerindeki toplama kamplarına sürmüş, Mustafa Suphi de Kaluga ve Ural’a gönderilen sürgünler arasında olmuştur.

Rus Devrimi 1918’de hapishane kapılarını açtığında, Mustafa Suphi 36 yaşındadır. Artık Marksist bir aydın olarak, Sosyalizmin Rusya’daki inşa sürecinde canla başla çalışmıştır. Devrimin altüst ettiği Müslüman coğrafyada Müslüman Komünistler; Vahidov, Sultangaliyev gibi Bolşevik önderler Mustafa Suphi’ye kucak açmıştır. Sovyetlerin resmi bir kurumu olan Müslüman İşleri Komiserliği’nin yöneticilerinden olmuş, iki yıl boyunca Moskova, Kazan, Taşkent, Kırım, Bakü coğrafyasında, iç savaş koşullarında; kongrelere kurultaylara katılmış, diğer yandan Türkiyeli esirlerden hem bir askeri birlik, hem siyasi bir parti çıkarmayı başarmıştır. 1920 yılının 10 Eylül’ünde Bakü’de bulunan ve Türkiye’den gelen delegelerle Türkiye Komünist Fırkası Birinci Kongresi’ni toplamıştır. Kongre çalışmalarını tamamladığında faaliyetini Türkiye’ye nakletmeye karar vermiş, katliam bu süreçte yaşanmıştır.   

‘TKP FEDERATİF BİR ŞURALAR CUMHURİYETİNİ ESAS ALMIŞTI’

Korkunç bir şekilde katledilmeleri dolayısıyla merceğimiz doğal olarak Onbeşlerin ‘gidişine’ odaklanıyor. Belki ‘gelişleri’ üzerine de kafa yormak faydalı olabilir. Nasıl bir plan çerçevesinde geri dönüyorlardı? Tahayyülleri ve stratejileri nelerdi?

Birinci sorunuzun yanıtını uzun tutmaktaki amacım, bundan sonraki soruların altında nasıl bir gerçeklik olduğunu ortaya koymaktı. Bu izah ikinci sorunuzu yanıtlamayı kolaylaştıracak.

Bakü Kongresi’nde TKP önüne bir program koymuştur. Buna göre Türkiye’de devam eden mücadeleyi ‘Millî İnkılâp’ olarak görmüş ve tam desteğini açıklamıştır. Dönüş sürecinde Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal paşalarla özel temsilciler ve mektuplarla görüşmeler yapılmış, gerek kongre kararları gerekse o günün sorunlarına ilişkin düşünceler aktarılmıştır. Türkiye’de legal ve yasal mücadele edecek bir Komünist Parti istediklerini; işçi-köylü-emekçi halkın sosyal olarak uyandırılmasını, onların hak ve hukuklarının korunmasını temel alacak bir programı hayata geçirmek için çalışacaklarını açıklamışlardır.

TKP Kongresi, nihai olarak ise Türkiye’nin yönetim şeklinin; bütün emekçi sınıfların temsil edileceği federatif temelde bir ‘Şuralar Cumhuriyeti’ni esas almıştır. Anadolu’daki etnik yapıyı dikkate alarak; Türk-Ermeni-Kürt-Rum milletlerinin geçmişteki çatışmalarının kaynağını emperyalizm-kapitalizm ve bunların dolaysız sonucu olan “her milletin kendi burjuva cumhuriyetini” kurmaya kalkışma olarak saptamış; Şuralar Cumhuriyeti’nin ise bütün milletlerin emekçi köylü ve işçilerini içine alacağını, her milletin dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceğini, bütün ayrıcalıkların kaldırılacağını; Şuralar Cumhuriyeti’nin gönüllü bir birlik olacağını, eğer bir milletin amele ve rençber sınıfı bağımsız yaşamak istiyorsa bunun çözümünün halk oylamasıyla ve barışçı olacağını öngörmüş ve ‘ayrılma’ hakkını tanımıştır. Program, bütün ruhani kurumların hükümet ve yönetimden ayrılarak gerçek anlamda vicdan özgürlüğüne ve laisizme imkân tanımıştır.

KATLİAM EMRİ NEREDEN GELDİ?

Hep sorulan ve merak edilen bir soruyu sanırım tekrarlamak gerekiyor. Zira hâlâ çeşitli görüşlerin dile getirildiği, herkesin farklı bir yerden tutarak yanıtlamaya çalıştığı bir soru bu: Onbeşlerin katlinde asıl sorumlu kim? Emir nereden geldi? Olayda Ankara Hükümetinin ve/veya Kazım Karabekir’in rolü nedir?

Bu sorunuzu yanıtlamadan önce herkesin ya yaşayarak, ya okuyarak bilebileceği bir gerçeği hatırlatmak istiyorum. Türkiye de dahil dünyanın her köşesinde bir katliamda bir biçimde devletin rolü varsa, o olay aydınlatılamaz ve sırlara bürünür. Sonra geride kalanlar, dağınık parçalar halinde duran resmin parçalarını birleştirmek için uğraşır durur. Ancak bugün küçük detaylar dışında karanlıkta kalan bir şey yoktur.   

Mustafa Suphi 28 Aralık 1920’de Kars’a varmıştır. TKF heyeti Kars’ta yaklaşık üç hafta kalmıştır. Mustafa Suphi’nin Ankara Hükümeti ve Kazım Karabekir ile yaptığı temaslarla olumlu gelişen süreç, Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Aralık’ta Kazım Karabekir’e çektiği telgraftan sonra tersine dönmüştür. Hükümet, komünistlerin Ankara’ya gelişinin engellenmesini istemiş ve bu karar onlardan saklanmıştır. Aynı tarihlerde Ankara’da Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kapatılarak üyeleri ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır. Yine aynı günlerde Çerkez Ethem ve Kuva-yı Seyyare’ye karşı operasyon kararı alınmış ve tasfiye edilmiştir.

İlki 29 Aralık 1920’de başlayan ve 29 Ocak 1921’de sona eren (Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Erzurum Valisi Hamit Bey arasında gidip gelen) tarihlerini ve içeriğini bildiğimiz 14 telgraf Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ölümünü hazırlamıştır.

Katliamdan sonra Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Erzurum Valisi Hamit Bey arasındaki hiçbir yazışma açıklanmamıştır. Hiçbir soruşturma yapılmamıştır.

Kazım Karabekir Paşa bu mizansende kilit rolü oynamasına rağmen Ankara Hükümeti’nin direktifleri dışında herhangi bir inisiyatif kullanması o günün koşullarında mümkün değildir. Var olan telgraflar, Erzurum, Trabzon ve Ankara’da gelişen olaylar, Meclis’te cereyan eden görüşmeler bunların kanıtıdır.  

Onbeşlerin katlinde infazcı kimliğiyle adı geçen -Trabzon kayıkçılar kâhyası- Yahya Kâhya bu olaydan bir buçuk yıl sonra Trabzon’da bilinmeyen kişilerce öldürülmüştür. Yahya’nın katliyle bağlantılı olan Topal Osman -ki o aylarda kendi adamları ile Mustafa Kemal Paşa’nın özel korumasıydı- bu olaydan dokuz ay sonra Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın özel muhafızı İsmail Hakkı (Tekçe) tarafından öldürülmüştür. 

Böylece Onbeşler diye anılan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katliamı büsbütün karanlıkta kalmıştır.

15’ler kafilesi içinde Türkiye’ye gelen tek kadın -Mustafa Suphi’nin eşi- Maria Hanım da Trabzon’da kafileden alıkonulmuş, Kâhya Yahya’lar eliyle feodal erkek gaddarlığının en korkuncunu yaşamış, sonunda bu güruhun elinde can vermiştir.      

SOVYETLER NEDEN TEPKİ GÖSTERMEDİ?

Meselenin bir de Sovyetler ayağı var tabii. Onbeşlerin katli, Ankara-Moskova ilişkilerini nasıl etkiledi? Sıkça söylendiği üzere Moskova bu olayı kulak arkası mı etti?

15’ler katliamına Sovyetler ve Komintern kayda değer bir tepki göstermemiş, bu durum Bakü’de kalan parti üyeleri arasında büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. O sıralarda Sovyet Hükümeti, İngiltere ve Türkiye ile ayrı ayrı imzalayacakları Ticari Antlaşmalar'ın bir an önce sonuçlanması peşindedir. Bu Antlaşmaların her ikisi de 16 Mart 1921 tarihinde imzalanmıştır. O aylarda Sovyetler, üç yıldan fazla süren iç savaşın ve emperyalist devletlerin ablukasının neredeyse yok ettiği ekonomik yaşamın ve büyük bir kuraklıkla gelen kıtlığın pençesindedir.

Bu şartlar altında, Onbeşler katliamı, 1921 yılının o büyük sıkıntıları içinde; -burjuva- Türkiye Cumhuriyeti ile -komünist- Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti arasında devletten devlete olan ilişkilerin rasyonalitesine, mecburiyetine, karanlığına boğulmuştur.

GÖLGEDE KALAN KİMLER VAR?

Biraz kişiler üzerinden gidebiliriz. Geçtiğimiz haftalarda Ender Öndeş ile yaptığımız bir söyleşide kendisi “Karadeniz’de Onbeşlerin katli olayında biz Ethem Nejat ve Mustafa Suphi’yi görüyoruz; oysa 13 insan daha var arkada” ifadelerini kullanmış, “Maria’yı yeni keşfetmiş zaten! Onun çektiği eziyetleri öğreneli daha şurada kaç yıl oldu? Ama diğerleri de var” demişti. Gerçekten düşündürücü bir konu. Sol literatür her ne kadar kaynak sağlasa da, genel itibariyle fazla detaylara inmeme eğilimindeyiz. Biraz bu merak duygusunun da etkisiyle Suphi ya da Ethem Nejat haricinde, ‘Onbeşlerin’ diğer hikayelerini konuşabiliriz. Erken dönem TKP üzerine çalışmalar yaparken, Onbeşlerin içinde yer alan ve görece gölgede kalmış hangi isimler dikkatinizi çekti?

Ne yazık ki Onbeşler diye adlandırdığımız ilk kuşak komünistler hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Ethem Nejat’ın İstanbul, Eskişehir ve İzmir’deki eğitimci ve öğretmenlik yılları nedeniyle onunla ilgili yeni çalışmalar var. Ama örneğin esmer olduğu için ‘Arap’ lâkaplı Hilmi oğlu İsmail Hakkı’yı tanıyoruz.

Hilmi oğlu İsmail Hakkı, 1888 doğumludur. Almanya’da pedagoji öğrenimi görmüştür. Sol düşünce ile Almanya’da tanışmış, orada Spartakist harekete katılmıştır.

İstanbul’a döndükten sonra Zekeriya-Sabiha Sertel yönetimindeki dönemin önemli dergilerinden Büyük Mecmua’da yazılar yazmıştır. Osmanlı devlet borçlarını savaş zenginlerinin ödemesi gerektiğini savunmuştur.

‘Arap’ lakaplı İsmail Hakkı, Ethem Nejat ile beraber Bakü’deki Türkiye Komünist Fırkası Kongresine katılmak üzere İstanbul’dan Bakü’ye gitmiş, Merkezî Heyet üyeliğine seçilmiştir.

Hilmi oğlu İsmail Hakkı TKF kongresinde ‘Müstemlekat Meselesi’ hakkında yaptığı konuşmasının satır başları şöyledir:

‘Sömürgecilik meselesi, Türk komünistleri için özel bir ehemmiyet göstermektedir. Türkiye işçi ve çiftçileri bunun ne olduğunu Türkiye’de, Suriye, Arabistan ve Mezopotamya’da dökülmekte olan kandan öğreniyorlar... Doğu’da sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrimci mücadelenin başarıya ulaşması emperyalizme indirilecek en önemli darbedir... İstanbul’un padişah hükümeti, Türk işçi ve köylüsünün düşmanlarıyla açıktan ittifak yapmıştır... Başında halen demokratik partiler bulunan Anadolu Hükümeti, İtilaf devletleri tarafından Türkiye’nin maruz bırakıldığı hayâsız istismara en iyi cevaptır… Bütün itilaf aleyhtarı kuvvetleri etrafında toplayan ve emperyalizme karşı köklü bir nefret hissi duyan Anadolu’daki inkılâpçı hükümet, şimdi Avrupa emperyalizmi ile mücadeleye hazırlanıyor.”

Hilmi oğlu İsmail Hakkı, öldürüldüğünde 33 yaşındaydı.

BİR KUŞAĞIN YENİLGİSİYLE GELEN KAYIP

Son olarak sizce dönüp bakınca Onbeşlerin katli bugüne dair bize ne ifade ediyor?

Dünyanın ve Türkiye’nin toplumsal olarak büyük değişimler geçirdiği 20. yüzyılın başında; bu tarihi dönemde yaşayan ve insanlığın önemli meselelerini Türkiye’de ilk defa; soyluların, burjuva aydınlarının, paşaların meclislerinden; emekçilerin ve yoksulların katına indiren bir hareketin temsilcisi olarak; aydın ve komünist Mustafa Suphi’nin yaşamının ayrıntıları, o dönemin nesnel koşulları içinde değerlendirildiğinde bugün de önemli ve öğretici olmaktadır.

Mustafa Suphi’nin 1908-1913 yıllarındaki makaleleri ve faaliyetleri; onun ‘siyasi arayışının’ ipuçlarını vermekte, Marksizm öncesi dönemindeki ilgi, merak ve eğilimlerini ortaya koyarak, liberal-yurtsever-demokrat Mustafa Suphi’den, komünist Mustafa Suphi’ye uzanan yaşamının bu ilk dönemine tanıklık etmektedir. 

Bir Osmanlı aydını olan Mustafa Suphi; Arapça, Farsça, Fransızca ve Türkçeye hâkim olarak; Doğu’nun büyük düşünürleri Ömer Hayyam’ı, Sadi Şirazi’yi, Şeyh Bedreddin’i, Batı’dan ise önce liberal iktisatçıları ve ütopik sosyalistleri, sonra da Karl Marx’ı okumuştur.

1914’de Sinop’tan kaçtıktan sonra, Rusya’daki ikinci sürgününde, yeraltındaki Rus muhalefetinin çeşitli kanatlarıyla tanışmış; Bolşevik, Müslüman-Komünist ve Sosyalist-Devrimci örgütlenmeleri yakından tanımıştır. Rusya’daki sürgün yılları ve Ekim Devrimi, Mustafa Suphi’yi Marksizm’in kararlı ve militan savunucularından birisi yapmıştır. Müslüman bir toplum içinden çıkıp, o toplumu sosyal bir devrime hazırlama misyonu yüklenen Mustafa Suphi için Rusya yılları büyük bir tecrübe olmuştur. Orada Müslüman-Komünist hareketin mücadelesine omuz vermiş, bu özgün deneyim, Mustafa Suphi’yi, İslam’la barışık Marksist bir lider olarak karşımıza çıkarmıştır.

Mustafa Suphi, 1920’li yıllarda; milliyetçi, dinî, mezhepsel çatışmaların kan gölüne çevirdiği Anadolu’da; milliyetçi ve sosyalist ideolojilerin iç içe geçtiği o günlerde; Anadolu’da yaşayan ulusların ‘hür ve gönüllü birliğini’; her ulusun dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceği bu konudaki bütün ayrıcalıkların kaldırılacağı demokratik ‘federatif bir cumhuriyeti’; ve ‘ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkını’ kararlılıkla savunmuş, bunları belgelerine geçirmiş bir önder olarak tanınmıştır.

Denilebilir ki, yaşamının ilk dönemlerini de artık yakından bildiğimiz Mustafa Suphi ile beraber, o komünist kuşağın yok edilmesiyle; yalnızca Türkiye sol ve komünist hareketi değil genel olarak Türkiye kaybetmiştir.

Sizin eklemek istediğiniz bir başka konu var mı?

Bu vesile ile Mustafa Suphi üzerine sonuçlandırmakta olduğum bir çalışmayı da paylaşmak istiyorum. Mustafa Suphi’nin şimdiye kadar çok farklı zamanlarda, çok farklı yayın organlarında yayınlanmış, 1908’den 1920 yılı dahil bütün; makale, röportaj, konuşma, bildiri ve diğer yazılarının tamamını “Mustafa Suphi-Bütün Yazılar” başlığı altında yayınlamaya hazırlanıyoruz. Bu kapsamda Mustafa Suphi’nin şimdiye kadar hiç yayınlanmamış 20 makalesi de bulunuyor. Her şey yolunda giderse bu yılın sonuna kitap yetişmiş olacak. Böylece bu kitapta Mustafa Suphi’nin: “kısa yaşam öyküsü, o dönem fotoğrafları ve 1908-1920 dönemini kapsayan bütün yazıları” bir bütün olarak okurlarına ve meraklılarına sunulmuş olacaktır.


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.