YAZARLAR

Onca yıldan sonra Rıza Bey Apartmanı'nın enkazında

Sevinçlerimiz bile ağır şekilde manipülasyona uğruyor ve istismar ediliyor. O meşum karartma hayata geçiriliyor. Çocukların kurtarılması hikayelerinden, aynı şark kurnazı havuz medyası marifetiyle, apartmanların kesik kolonlarını, çalınan kumu ve demiri ya da deprem yardımlarının nereye gittiğini sorgulamayı yakışıksız ilan eden ve geriye iten bir zafer türetiliyor. Depremzedenin zaferi...

Independent gazetesinin ülkemizde de iyi tanınan Ortadoğu muhabiri Robert Fisk birkaç gün evvel ansızın hayata veda etti. Fisk’in üzücü ölüm haberi üzerine düşünürken, Ortadoğu’ya ilişkin bir açıklaması da yeniden aklıma düştü. Tam olarak ne söylediğini hatırlamıyordum ama kehanet gibi ürkütücü bir şey kalmıştı aklımda. Sonra BBC Türkçe sayfalarında o sözleri buldum: Deneyimli gazeteci, bölge ülkelerinin gelecekte hükümranlıklarını ayrı ayrı sürdüren saldırgan devletler olmak yerine Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana ilk defa bütünleşmiş, uluslararası tek bir yapıya dönüşeceğini ve "kara parayla idare edilen bu yeni dünyanın 'bir mafya devleti' olacağını" öne sürüyormuş.

İzmir’i vuran depremden sonra Fisk’in bu sözleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın depreme ilişkin açıklamasıyla birlikte zihnimde dönmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “ ‘Her nefis ölümü tadacaktır' bu hükme herkes uyacak. Son İzmir'de yaşanan hadise ortada, bakın 80'e yakın vefat var ve 1000'e yakın yaralı var ve bunların hiçbirisinin böyle bir akıbetle imtihan olacakları belki de akıllarından geçmiyordu ama işte geldi ve yakaladı. Rabbim bizlere iman, Kuran, İslam ile ölmeyi nasip etsin” demiş. Ben bu satırları yazarken ölenlerin sayısı maalesef 100’ü aşmıştı.

Bu iki farklı açıklamayı zihnim birbiriyle tuhaf biçimde ilişkilendirdi. Biri karanlık bir kehanet öne sürüyor. Diğeri ise depremi bir imtihan, kaçınılmaz bir akıbet, hatta yine bir fıtrat olarak değerlendiriyor. Erdoğan’ın açıklamasında depremzedeler, bu akıbete yeterince odaklanmadıkları ve öte tarafı ya da ölümü yaşamın merkezine koymadıkları için neredeyse suçlanıyorlar. Oysa ölüme odaklanıyor ve ölenlerden konuşuyorsak öncelikle onlara olan borcumuzu ödemeye çalışmak gerekir. Ne demiş Voltaire “Yaşayanlara saygı borçluyuz az çok, ölenlere tek borcumuz kalmıştır: Gerçek! 

Kısacası, depreme ilişkin resmi ağızlardan yapılan açıklamaların birçoğu hakikatin ustalıkla bulandırılması noktasında Fisk’in Ortadoğu’ya ilişkin kehanetini düşündürüyor insana. Zira neredeyse mafya işi bir karartma, depremlerin olduğu kadar ölenlere olan borcumuzun da üstünü kapatıyor... Yine de borcumuzu sahiplenmekte ısrar etmeliyiz, ölenlerin ve evi başına çökenlerin hakikatinin karartılmasına, elden geldiğince engel olmalıyız.

Bir tarafta Rıza Bey Apartmanı var. Onun çöküşü gerçek bir çöküşten ibaret değil sadece, aynı zamanda bir çöküş metaforu. Büyük Türkiye iddiasının kağıttan kuleler gibi her depremde yerle yeksan olmasının metaforu... Geleneksel ailenin birliği, dirliği ve bütünlüğünün simgesi olan konak, zaman içinde nasıl bunların tümünün çöküş metaforu olmayı yüklendiyse, apartmanla ilgili durum da aynıdır. Romanlarda ya da bu romanlardan uyarlanan dizi ve filmlerde, değişen ilişki biçimlerini ve yaşam tarzlarını aile üyeleri ile birlikte karşılayan konak, bu ilişkilerin fırtınasına tutulan aileyle birlikte dağılır ve “elden çıkar.” Bu “konak metaforu” Osmanlı’nın çöküşünün metaforu olarak da okunur. 

Modernleşme sürecinin ürünü ve modern toplumsal ilişkilerin simgelerinden biri olan apartman ise ülkemizin kuralsızlık, rant kavgası ve hatta şark kurnazlığıyla el ele genişleyen çarpık kentleşme dünyasında, sağlamından bir “temelsizlik anksiyetesini” de her dönem yeniden üretmiştir. Rıza Bey Apartmanı, Emrah Apartmanı, Gölcük depreminde adı zihnimize kazılmış Güven Apartmanı... Neoliberal ekonomi politikalarının ya da dizginsiz kapitalizmin kâr hırsı, rant ve yağma düzeni bu çöküşlerin önemli bir kısmını açıklıyorsa, bir kısmını da bu şark kurnazı kültür ve zihin dünyası açıklıyor. Japonya’dan daha kapitalist değiliz nitekim. Japonya neredeyse dokuz dereceye kadar bir deprem karşısında yurttaşlarını tedirginliğe mahal vermeden koruyabiliyor. Ağırlıklı olarak, deprem sonrası yangın veya tsunami gibi tam olarak öngörülmemiş nedenlerle büyük kayıplar yaşanan yüksek şiddetli depremlerden sonra yetkililerin kendi sorumluluğuyla hesaplaşma geleneği de var. Öyle ki bu hesaplaşma, yangınları öngörememiş olmaktan, deprem sonrası kente birkaç gün su sağlayamamaktan ya da evlerini kaybeden yurttaşları makul sürelerde konuta kavuşturamamaktan dolayı intihar etmeye varabiliyor. Bu nedenlerle intihar eden yetkililer ve bürokratlar var. Kimse intihar etmesin elbette...

Apartmanlarımıza dönelim biz. Depremlerle birlikte isimleri toplumsal belleğimize kazınan apartmanlara. Emrah Apartman'ına bu isim, müteahhittin Erzincan depreminde ölen torunu Emrah’ın adını yaşatmak amacıyla verilmiş.  Bayraklı’daki bu apartmanda müteahhit bu kez de gelini Rabia Uzun’la birlikte, kendi adını taşıyan torunu Hayati Uzun’u ve diğer bir torununu kaybediyor. Ölenlerin adını yaşatması amaçlanan apartmanlar, öldüren apartmanlar... Kader mi bu şimdi?

Yaşananların yol açtığı imge ve düşünce hücumu arasında elbette minik Ayda da var. Elif de... Günler sonra enkazdan neredeyse tevekkülle beklemiş gibi, sabırla kurtarılmayı dilemiş gibi çıkan ve üç günde (maalesef) büyüyen o mucize çocuklar... Hepimizi derinden etkileyen kurtarma hikayeleri. Gel gör ki sevinçlerimiz bile ağır şekilde manipülasyona uğruyor ve istismar ediliyor. O meşum karartma hayata geçiriliyor. Çocukların kurtarılması hikayelerinden, aynı şark kurnazı havuz medyası marifetiyle, apartmanların kesik kolonlarını, çalınan kumu ve demiri ya da deprem yardımlarının nereye gittiğini sorgulamayı yakışıksız ilan eden ve geriye iten bir zafer türetiliyor.

Depremzedenin zaferi... “Bakan enkaz başına teşrif etti” diyor bir muhabir. Kurtarma hikayelerine yönelik ilgiyi alabildiğince sömüren bir siyasi iktidar ve bir medya ile baş başa kalıyoruz. Eşini kaybettiğini henüz öğrenmiş olan Ayda’nın babasına, yavrusu için gönderilen köfte ve ayranları şakır şakır bir sesle haber veren, dört bir yandan yağdırılan köfte ayran paketlerini onun izniyle başkalarına dağıtmak isteyen muhabirler... Köfte ve ayran galeyanı arasında kızına kavuşsa da bir kayıp yaşadığını hatırlatmak zorunda kalan ve mecalsizliğine saygı isteyen bir baba. Her şey çok zor ya...

Sosyal medyada bir kullanıcı, 1999 depremi sonrasında Clinton’un burnunu sıkarak dünyanın dikkatini üzerine çeken Erkan bebekten, küçük kurtarıcısının parmağına yapışan Elif ya da Ayda’ya, yirmi küsur yılda depremle tecrübemizde değişen bir şey yok demişti. Gerçekten de öyle, başka bir “zaferimiz” de yok deprem karşısında. Ayda bebeklerin mucizevi dayanma gücü bizim deprem zaferimiz olamaz. Körfez depreminden yirmi bir yıl sonra kendimizi bulduğumuz yer, her tür felaket karşısındaki yumuşak karnımız gibi iyi etüt edilmemiş ve üzerine bina dikilmiş “yumuşak bir zemin” işte. Yıllar sonra şimdi de malzemesi çalınmış ve kolonları kesilmiş Ali Rıza Bey Apartmanı'nın enkazındayız.

Hakikati karartan kurnazlıkların ve mafyöz bir “karanlığın” en yakınında.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.