'Onu kendine sakla'
Şiir, gelmiş geçmiş en önemli şairlerinden birini yitirdi ama hakkında tek satır yazılmadı Türkiye dillerinde. Artık ölülerimizle vedalaşamadığımız ve hatta onları gömemediğimiz bir zamandan geçiyoruz. Bunun acısı ve haklı öfkesine sadece Kürt ve Filistinli arkadaşlarım yaşarken tanık olmuştum. Şimdi ben yaşıyorum ama hâlâ nasıl yas tutulur bilmiyorum.
Öykü Tekten
Bir gazete onun göçüyle ilgili olarak öncelikle şu bilgilere ihtiyaç duyardı: Dövülmüş Kuşağın en önemli şairlerinden, şiirleri hem sokakta hem ders kitaplarında okutulan, beş çocuk annesi ve elliden fazla kitabın yazarı Diane Di Prima, 25 Ekim 2020’de San Francisco’da kaldırıldığı hastanede 86 yaşında aramızdan ayrıldı. Bense uzun bir ömrü yazmayı deneyeceğim.
Di Prima 6 Ağustos 1934’te Brooklyn’nin Carroll Gardens mahallesinde doğdu. Terzi dedesi Domenico Mallozzi’den anarşizmi öğrendi. On dört yaşında Keats’in mektuplarını okuyup şair olmaya karar verdikten sonra ise yazdığı şiirlerle devrimi öğretti. Hunter College Lisesi’ni kız arkadaşlarıyla her gün şiir okuyup yazarak bitirdi. Zaten Audrey Lorde’la arkadaşlıkları burada başladı. Swarthmore Üniversitesi'nde okumaya başladığı fizik bölümünü ikinci senesinde bırakıp asıl hayat ve şiir eğitimini aldığı Greenwich Village’de kendi kuşağının sesleri ve yüzleri arasına katıldı. “Hem çocuk yapıp hem şair olamazsın” diyen arkadaşlarına ve ailesine, hepsinden fazla çocuk yapıp ve hepsinden fazla şiir yazıp basarak eşsiz bir cömertlik ve aşkla yanıt verdi.
İlk kitabı This Kind of Bird Flies Backward (Bu Cins Kuş Geriye Uçar) 1958’te o zamanlar hâlâ LeRoi Jones olan Amiri Baraka ve Hettie Jones’un kurdukları Totem Press tarafından, Lawrence Ferlinghetti’nin “Daha önce duyulmamış, cesur bir ses. Gören bir göz. Yüreğini de koymuş içine” cümlelerinin bulunduğu bir önsöz ile basıldı. Di Prima, 1961’de Baraka’yla The Floating Bear şiir bültenini yayınlamaya başladı —Audrey Lorde’un ebeliğini yaptığı kız çocuklarını da o ara dünyaya getirdiler. Frank O’Hara, Michael McClure, Ed Dorn, Charles Olson, Joel Oppenheimer, Diane Levertov, Phillip Whalen, Jack Spicer, Allen Ginsberg, Robert Creeley, Robert Duncan, William S. Burroughs ve John Wieners gibi dönemin önemli şairlerinin şiirleri bu bültenle hem şehrin hem de ülkenin birçok köşesine dağıtıldı ama bülten satılığa hiç çıkmadı; eş, dost ve okurların yolladığı üç beş kuruşla var etti kendini. Yine 1961’de Baraka, Alan Marlow (iki kez evlenip boşandığı eşi ve iki çocuğunun babası), James Waring ve ölümüne hiç alışamadığı kadim dostu Fred Herko ile New York Poets Theater’ı açtı. 1963’te tek başına kurduğu Poet Press’le de hem kendi şiirlerini hem de Audrey Lorde, David Henderson, Herbert Huncke gibi önemli şairlerin ilk şiir kitaplarını bastı.
En önemli eserleri arasında olan Loba ve Devrimci Mektuplar (Revolutionary Letters) kitaplarını yıllarca yazmaya ve yeniden yazmaya devam etti. —Loba ilk kez 1973’te Yes! Cabra Chapbook serisinde 31 sayfalık bir cep kitabı boyutunda, “work-in-progress” (çalışma sürüyor) notuyla basıldı. Loba’nın 1998’de Penguin Poets’ten çıkan baskısı üç yüz küsür sayfa. Yeni baskısı daha da uzun. Son günlerine kadar yazmaya devam ettiği ve henüz basılmamış Following Sappho (Sappho’nun İzinde) şiirleriyse geçen sene bu zamanlar çoktan on cilt olmuştu. Kısacası hiç bitmeyen şiirler yazdı. Hayatı da bitmeyen bir şiir gibi yaşadı.
1968’te “on dört yetişkin, onların çocukları, evcil hayvanları, üflemeli çalgıları, daktiloları ve en az bir tüfekle” Kaliforniya'ya taşındı. Diggers kolektifi ile sokak sokak gezip bir taraftan ihtiyacı olanlara bedava yemek, bir taraftan da yoldan geçen beyaz yakalıları işlerini bırakıp devrime katılmalarına ikna etmek için şiirler yazıp dağıttı. 1974’te Allen Ginsberg ve Anne Waldman’la halen de yazları dünyanın dört bir yanından yazar ve şairleri konuk eden Amerika’nın ilk Buddhist şiir okulu Jack Kerouac School of Disembodied Poetics’i kurdular.
Şiir, gelmiş geçmiş en önemli şairlerinden birini yitirdi ama hakkında tek satır yazılmadı Türkiye dillerinde. Artık ölülerimizle vedalaşamadığımız ve hatta onları gömemediğimiz bir zamandan geçiyoruz. Bunun acısı ve haklı öfkesine sadece Kürt ve Filistinli arkadaşlarım yaşarken tanık olmuştum. Şimdi ben yaşıyorum ama hâlâ nasıl yas tutulur bilmiyorum.
Diane’le tanışmam 2014 yılında yakın dostum ve hocam Ammiel Alcalay sayesinde oldu. Ammiel’in, aynı yılın yaz ayında Assos’a ziyaretine gittiğim Engin Canbek’in bahçesinden çektiğim Ege’nin ve başında şapkalı paranteziyle suyu taçlandıran Lesbos’un fotoğrafını, o aralar Sappho şiirlerine yeni yeni başlayan Diane’e yolladığını duyunca kısa bir çığlıkla uzun bir kahkaha arasında kalakalmıştım. Kısa bir süre sonra ilk mektubu geldi: “Elektronik posta adresini son hayat döngülerinde birbirlerinden ayrı düşmüş ruhları yeniden buluşturan büyük usta Ammiel’den aldım. [...] Seninle konuşmayı ve yazdığım Sappho ‘şiirlerini’ —ki emin değilim şiir olup olmadıklarından ama bir tür keşif oldukları aşikâr— paylaşmayı dört gözle bekliyorum.” Rüya görüyorum sandım, hâlâ da öyle.
Mektuplarını da şiirleri gibi ısrarla kağıda kaleme sarılıp yazardı. Son yıllarında titreyen ve pul pul dökülen ellerini sadece şiir yazmak için kullanmaya karar verdiğinde kendine bir akıllı telefon aldı. Ammiel sanki unutmuş ya da unutmuşum gibi Diane’nin kendine akıllı telefon aldığını duyup duymadığımı sordu aylarca. Bu arada Ammiel’in hâlâ müzelere yakışır kapaklı telefon kullandığını buraya not düşmek gerek!
Diane’le yüz yüze tanışmamız ise, Nisan 2016’ta bir haftalığına onu görmeye San Francisco’ya gittiğimde oldu. Sağlığı iyi değildi, ama hâlâ evinde, kitapları, orkideleri, arşivleri ve çok aşık olduğu hayat arkadaşı Shephard Powell’la uyuyup uyanıyordu. Elbette en çok şiir konuştuk. Sonra rüyalarımızı, ne yiyip ne içtiğimizi, ortak arkadaşlarımızı... Bana sorduğu ilk sorulardan biri aç olup olmadığımdı. Değilim deyince, “Ezra Pound’u St. Elizabeth hastanesinde kız arkadaşlarımdan biriyle görmeye gitmiştim. Uzun bir sohbetten sonra ona hoşçakal deyip çıkarken elimize akşam yemeğinden kalma soğuk sosisleri, konserve meyve salatasını ve ne olduğu pek anlaşılmayan çörekleri koyduğu bir paket tutuşturdu. ‘Midenize bir şeyler girsin. Şairlerin aç kalmaması lazım.’” dediğini söyleyip güldü. Bol kahkahalı, uzun bir rüya gibi bitmeyen bir ikindiydi. Kırk yıllık dostları gibi karşıladılar beni diye düşünürken, kırk bin yıllık dostluğumuz olduğunu öğrenip öyle ayrıldım yanlarından. Ona yol kenarından toplayıp götürdüğüm sarı çiçeklerin adını da hâlâ öğrenemedim.
***
Mart ayında Diane’nin kaldığı bakımevi pandemi yüzünden karantinaya alınınca Shephard’ın günlük ziyaretleri günlük telefonlarla sınırlandı. “Herkesi çok özledim, ama en çok Shep’i” diyordu attığı son mesajlarından birinde. Diane’i hastalıklarından çok, bu özlem ve yokluk alıp götürdü gibi geliyor bana.
Diane’nin ölümünden sonra yaptığımız bir konuşmada Ammiel yorgun ve kederli bir sesle bana şunları söyledi: “Tanıdıklarım arasında hayata ve şiire karşı duruşu en sağlam insanlardan biriydi Diane. Zırvalığa ve boş işlere hayatında hiç yer olmadı. Herkese ısrarla ve lafı eğip bükmeden şunu söyledi: ‘Şiir yazmak gibi bir düşüncen varsa, önce okumaya başla. Öğren, kendini tamamen şiire ver, teknik olarak da kendi derinliğini yarat; ne yapıyorsun, kimsin, nerdesin, güncel durum ne, tarih nedir, kendini tarihin neresine koyuyorsun, bunların hepsini düşünerek başla ve devam et şiire.’"
Diane’nin din tarihi ya da hermetik gelenekten eski yeni bilimsel akla ve bilgiye kadar uzanan derin okumaları vardı. Ezra Pound, Shelley, HD, Charles Olson gibi birçok şair üzerine yazdığı metinler ve verdiği ders notları daha önce birçoğumuzun hiç görmediği ya da anlamadığı bambaşka bir tarih ve şiir tasavvurunu ortaya çıkardı. İnsanın ancak derinleşen evren bilgisiyle dünyayı anlayabileceği ve anlatabileceğini öğretti bize. Ve bu derinlik ve bilgiyi yalın bir dille aktardı şiirine.
En önemlisi ve aslında her şeyden önce söylenmesi gereken şu: Diane aldığı riskler, yaşadığı ilişkiler, bir taraftan beş çocuk büyütüp bir taraftan yazıp öğrettikleri, kısacası hayatı yaşayış şekliyle şu an yaşadığımız hayatı bize mümkün kıldı.”
Bitmek tükenmek bilmeyen bir yaşam enerjisi, gördüğü, duyduğu, okuduğu ve yazdığı hiçbir şeyi unutmasına izin vermeyen bir fil hafızası, derin bir tarih, kainat ve şiir bilgisi ve bilinci, muazzam bir insan ve canlı sevgisi, yemekten çok yedirmeyi, almaktan çok vermeyi bilen ve öğreten cömertliği, aşkın bir görü ve nadir bulunan bilgelikle yaşadığı koca bir ömrü, basılandan çok basılmayan bir sürü eseri, ya evinde kalan ya da ülkenin her bir tarafına yayılmış arşivleri ve binlerce öğrencisini ardında bırakıp gitti Diane.
Bir dostum, ona Diane’nin ölüm haberini verdiğimde şöyle demişti: “Sözcüklerin başı sağ olsun!”
SİMYA İŞARETLERİ
mesela, kuzey ışıkları
karaya vurmuş balina
görmediğin rüya veya
dil sürçmesi
işaretler bunlar
(gerisi herkesin anlattığı hikayeler)
sözcükleri yok işaretlerin
yine de
okumayı öğrenebilirsin
ve şansın yaver gider de
birini yanıbaşından geçerken yakalarsan
onu kendine sakla
(Poertry Deal kitabından. Çeviren: Öykü Tekten)