Onur Erbilen: 'Bozuk düzen çevreyi, bozuk çevre de bireyi bozuyor'
Sabahattin Ali'nin eserinden uyarlanan ve Onur Erbilen'in yönettiği, Lütfi Can Bulut'un rol aldığı İçimizdeki Şeytan oyunu, İstanbul izleyicisi ile buluştu.
Sabahattin Ali’nin ölümsüz romanı İçimizdeki Şeytan ilk defa tiyatro sahnesinde.
Ömer ve Macide’nin aşkları tıpkı İstanbul gibi karmakarışık. Şahane ama kusurlu, görkemli fakat derme çatma, tutkulu lakin kırılgan… Ömer bir yandan hayatının en güzel şiirini anlatırken, bir yandan da içindeki şeytanla yüzleşir…
Onur Erbilen’in uyarlayıp yönettiği, Lütfi Can Bulut’un oynadığı, Sirius Entertainment kapsamında seyirciyle buluşan İçimizdeki Şeytan sahneleri doldurmaya devam ederken biz de Erbilen’e sorularımızı yönelttik.
'BİLİNDİK BİR ROMANI SAHNELEMEYE KALKIŞMAK CİDDEN KORKUTUCU'
İçimizdeki Şeytan’ı oyunlaştırmaya nasıl karar verdiniz? Neden bu kitabı tercih ettiniz?
Tiyatroya uyarlanmamış olması ve seksen beş yıl önce yazılmış olmasına rağmen güncelliğini koruması sebebiyle uzun zamandır oyunlaştırıp sahnelemek aklımdaydı. Uyarlamak için romanı her elime alışımda, “Bu oyun olmaz, çok zor!” deyip tekrar bırakıyordum. Sonunda bir fikir bulunca üzerinde çalışmaya başladım.
Uyarlama sürecinde nelere dikkat ettiniz, süreç hakkında bilgi verir misiniz?
Böylesine bilindik, çok okunmuş bir romanı sahnelemeye kalkışmak cidden korkutucu. Çünkü okuyucuların okurken aldıkları hazzı sahneden aktarabilmek kolay değil. Romanın özünü bozmadan sahnelenebilir dramatik bir metin haline getirmek çok zamanımı aldı. Olayları ve dili sadeleştirmem, anlatımı değiştirmem gerekiyordu. Ama bunu çok hassas ve itinayla yapmazsam seyircinin okuduğunda zihninde yarattığı dünyayı izlerken bulamayacağını ve hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum.
'ÇOĞUMUZ BİRER ÖMER’İZ ASLINDA'
Lütfi Can Bulut’un performansı da alkışı hak ediyor. Bu oyunda Lütfi Can Bulut’la çalışmaya nasıl karar verdiniz? Bize biraz prova süreçlerinden bahseder misiniz?
Uyarlamayı yaparken kafamda metnin rejisini de yapmıştım zaten, yani ne istediğimi, nasıl bir oyuncuyla çalışmam gerektiğini biliyordum. Bu nedenle Can’ı bulmakta zorlanmadım. Ama provalarımız fazlasıyla yorucu geçti. Tek kişiyle o dünyayı yaratmak, o atmosferi kurmak, yönetmen için de oyuncu içinde çok zor. Can’ın genç, çalışkan ve formda olması bu kadar performansa dayalı bir reji yapmamı sağladı.
Kitap her ne kadar 1940’larda yazılsa da karakterlerin içsel çatışmaları ve yoksulluk halleri zamansız ve mekânsız bir durumda. Yani aynı yoksulluk ilişkilerini günümüze uyarlasak herhalde en büyük fark cep telefonları, sosyal medya olur. Biraz bu toplumsal dinamiklerden konuşalım mı?
Az önce de dediğim gibi roman seksen beş yıl önce yazılmış olsa da halen güncelliğini koruyor. Pek çoğumuz birer Ömer’iz aslında; hepimizin trajik hatası, içinde bulunduğumuz durumdan memnun olmadığımız halde onu değiştirmeyişimizdir. Ömer yaşayışının kendisine ve ilişkisine zarar verdiğini biliyor, etrafını derhal değiştirmesi gerektiğini de biliyor ama bir türlü eyleme geçemiyor ve sonunda büyük bir yıkımla karşılaşıyor. Tıpkı Hamlet gibi. İkisinin de trajik hatası eyleme geçememek. Hepimiz biraz Ömer’iz derken, sonu yıkım olmasına rağmen Ömer olmanın ayrıcalık olduğunun da altını çizmek isterim. Çünkü “Ömer olmak” mevcut durumun farkında olmak demektir. Hamlet de Ömer de etrafında dönen bütün kirli oyunları biliyordu. Ya farkında olamayanlar? Hiç eyleme girişemeyecek olanlar? Sistem insanları öylesine bir kıskacın içine aldı ki kimsenin durup da sistemi, etrafını, işini, ailesini, yaşamı ve en önemlisi de kendini sorgulamaya vakti ve gücü yok. İnsanlar bir koşuşturmaca içerisinde sorgulamadan, düşünmeden günlerini geçirip gidiyorlar. Yaşam mücadelesi, TV ve sosyal medya, insanları pençesine alıp sorgulamayan, etrafındaki her şeye kayıtsız yaratıklara dönüştürdü. Tiyatroyla insanları bir akşamcık dahi olsa TV’den kurtarmaya, birkaç saatliğine de olsa telefonu elinden bırakmaya ve düşündürmeye çalışıyoruz.
'BOZUK BİR DÜZENDE BİREYİN SUÇA YÖNELMESİ KAÇINILMAZDIR'
Ömer çok etkileyici bir karakter. Bütün içsel çatışmalarıyla bir ve gerçek. Tam da bu yüzden bütün o içi boş “iyi insan” lakırdılarına bir cevap gibi. Yoksulluk, erdem ve suç ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?
Sizin de belirttiğiniz gibi Ömer çok güçlü ve etkileyici bir karakter. Ömer, toplumsal gerçekçi bir yazar olan Sabahattin Ali’nin edebi derinliği ve duyarlılığının müthiş bir göstergesi. Sabahattin Ali, Ömer üzerinden bozuk bir düzene işaret ediyor. Bozuk bir sistem, sözde akademisyenler, işini yapmayan gazeteciler, boş lakırdı yaparak zaman öldüren edebiyatçılar ve entel geçinen niceleri. İşte Ömer de bunlardan biri, tıpkı günümüzde olduğu gibi; onlar için oyundan şu cümleyi söylemek yanlış olmaz: “Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevkiiyle ahenk halinde yaşamaz.” Natüralist ve gerçekçi yazarlar çevrenin birey üzerinde ezici bir etkisinin olduğuna inanıyorlardı. Bu durumu özellikle doğalcı Alman yazarlarda çok açık bir şekilde görürüz. Sabahattin Ali’nin G. Hauptmann gibi natüralist yazarlardan etkilendiğini düşünüyorum. Bozuk düzen çevreyi, bozuk çevre de bireyi bozuyor, işte tam da Ömer gibi. Bozuk bir düzende etik değerlerin kaybolması ve bireyin suça yönelmesi kaçınılmazdır.
Hepimizin içinde bir şeytan var mıdır yoksa bu, kendi eksiklik ve acziyetlerimizi bir tür kamufle etme durumu mudur?
İşte biz de bu oyunla seyircinin kendisine tam da bu soruyu sormasını amaçlıyoruz.
'ONU ÖLDÜREN ZİHNİYETLE ANCAK ONUN ESERLERİNİ SÜREKLİ GÜNDEMDE TUTARAK MÜCADELE EDEBİLİRİZ'
Oyundaki bir diğer dikkat çekici şey insanın kendi olma haline dair geçen kısım. Hasan Ağa, Hasan Ağa olarak yaşayıp düşünüp konuşur ama Mehmet Bey öyle yapamaz meselesi... Biraz da bundan bahsedelim mi?
Aslında orada yine bir “aydın, entelektüel, şehirli” eleştirisi var. Bu çok derin bir mevzu ve romanın yayınlandığı dönemde en fazla eleştirildiği kısımlar buralar. O kısımlar nedeniyle İçimizdeki Şeytan edebiyat mahfillerinin ağır eleştiri oklarına hedef oluyor. Öylesine yoğun eleştiriliyor ki neredeyse roman bu tartışmaların gölgesinde kalıyor. Bahsettiğiniz kısımda Sabahattin Ali “aydın” geçinen yazar, çizer, gazeteci akademisyen tayfasının şahsiyetsiz olduğunu, üç beş kitap okumakla aydın geçindiklerini, onlardansa hiç okumamış basit bir köylünün daha şahsiyetli olduğunu dile getiriyor. Aslında derin bir aydın eleştirisi ama cahilliğe övgü gibi de anlaşılabilir.
Peki Sabahattin Ali hakkında neler söylemek istersiniz?
Adını her işittiğimde ya da aklıma her geldiğinde içim sızlıyor. Ülkesi için, insanları için bu kadar çalışmış çabalamış olmasına rağmen vatan hainliğiyle suçlanması, kaçmaya mecbur bırakılması ve öldürülmesi ülkem adına büyük bir utanç. Onu öldüren zihniyetle ancak onun eserlerini sürekli gündemde tutarak mücadele edebiliriz.
'EDEBİYAT OLMADAN TİYATRO OLMAZ'
Gülünç Bir Adamın Düşü, Ermişler Ya Da Günahkârlar, Kör Baykuş gibi uyarlayıp yönettiğiniz edebiyat eserleri var. Edebiyata özel bir ihtimam gösterdiğinizi söyleyebilir miyiz? Edebiyat ve tiyatro ilişkisine dair bize neler söylemek istersiniz?
Tiyatro eşittir edebiyat demektir, edebiyat olmadan tiyatro olmaz. Tiyatro birleşik bir sanattır, bütün sanat dallarından faydalanmakta ve içinde barındırmaktadır ama en birinci kaynağı edebiyattır.
Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Sahnelenecek çok oyun, söylenmesi gereken çok söz var ama tiyatro kolektif bir sanat, sadece benim heyecan duyup bir fikre yükselmem yeterli olmuyor, çalışmak istediğim insanların da inanması gerekiyor. Şimdilik kesinleşen bir proje yok ama üzerinde çalıştığımız, paylaşmak için olgunlaşmasını beklediğimiz fikirler elbette var.