Onur Kocatürk: Dünyadaki ve Türkiye’deki otoriterleşme sanatçıları zorluyor
Onur Kocatürk ile belgesel sinemayı konuştuk. Kocatürk, "Sinemayı bir bütün olarak hikâye anlatmak olarak tanımlıyorum. Refleks gibi, gelişecek bir şey..." dedi.
DUVAR - Ayvansaray Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü’nde ön lisans, İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlayan Onur Kocatürk, 2017’de başladığı “Mahallem Samatya” isimli bir video röportaj serisi ile sinemaya amatör olarak adım atar.
2019 yılında Kocatürk'ün hala editörlüğünü yapmaya devam ettiği podcast platformu Onbironsekiz ile tanıştım. Onbironsekiz, insan hikâyelerini podcast içeriği haline getiren bir platform. Mahallede insan hikâyelerini kaydetmeyle başlayan Kocatürk, bu insan hikâyelerinden hareketle “Ailem Sahakyan” isimli bir belgesel hazırlar.
Son olarak Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterilen filmin yönetmeni Kocatürk ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.
Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?
Gerçeği baz alırken onu eğip bükmek, algılayış biçimine göre, kendi hassasiyetlerine ve önceliklerine göre aktarmak kaçınılmaz. Dolayısıyla belgesel sinema açısından böyle bir sadık olma hali beklemek sağlıklı değil bence. Bir belgeselin fikir veya yapım aşamasında filme katılabilecek kurmaca öğeler belgesel sinema açısından beni en çok heyecanlandıran unsurlardan. Kısıtlamanın aksine sınırsız bir düş ve dünya sunuyor bu durum.
Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?
Kendimi üvey evlat gibi hissedemeyecek kadar kısa süredir bu sektörün içinde olsam da ne yazık ki böyle hissettiğim anlar oldu. Yeni olanakların gelişmesi; yeni anlatı biçimlerinin deneniyor olması, yeni platformlar ve bu alanı ilgiyle takip eden insanların varlığı ile paralel biçimde ilerliyor bence. Yani farklı platformlarda, özgün-yaratıcı-deneysel işler üreten insan ne kadar çoksa izleyicinin ilgisi o kadar belgesel sinemaya kayıyor. Belki bazen izledikleri içeriğin bir belgesel olduğunun farkına bile varmadan o içeriği tüketiyorlar ama yeni bir şeyler deneniyor ve ilgi görüyor. Bu durumun ilerleyen süreçte belgesel sinemayı festivallerde, televizyon/dijital platformlarda daha önemsenir ve daha kaynak yaratılabilir bir pozisyona getireceğini düşünüyorum.
'BELGESEL SİNEMANIN SÜREKLİ KENDİNİ YENİLEYEN BİR DOĞASI VAR'
Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?
Belgesel sinemanın durağan olmayan, sürekli kendini yenileyen, hem anlatı açısından hem dramatik yapı açısından kendini farklı tarz ve üsluplarla ifade etmeyi deneyen bir doğası var. Ben henüz kariyerimin başındayım ve bu çeşitliliği heyecanla takip ediyorum. İlk belgeselim ‘’Ailem Sahakyan’’, bahsettiğim bu çeşitlilik içerisinde çok geri bir pozisyonda bulunuyor. Bir deneme, bir başlangıç adımı diyebiliriz. Röportajların yoğun olduğu ve anlatı açısından risksiz, doğrudan bir dil kuruyor izleyici ile. Bu anlamda çok değerli eleştiriler ve geri dönüşler aldım. İlk belgesel çalışmamla belgesel sinema evrenine girdim ve burası aslında bir derya… Tanımaya, anlamaya ve üretmeye devam edeceğim.
Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belgeselin bilgi vermek gibi temel bir altyapısı olması gerektiğini düşünüyorum. Ortamı, olayı, hikâyeyi tanımaya, içeriği anlamlandırmaya yönelik bilgiler. Yönetmenin üzerine estetik, sanatsal ögeleri örebileceği ve içeriğin sanatsal değerini belirleyen bir altyapı gibi düşünmek lazım bunu.
Youtube içeriklerine dair bir şeyler söylemek gerekirse de, ben bu içerikleri belgesel sinemanın durağan olmayan, beni heyecanlandıran yanının bir parçası olarak görüyorum. Yapı olarak belgesele benzemiyor olabilir; eleştirilebilir, sığ bulunabilir, yerden yere vurulabilir vs. Beylik laflar konuşmak yerine insanların bir hikâyeyi hangi yol, yöntem, araç ve dille anlattığına bakmak istiyorum ben. Sinemayı bir bütün olarak hikâye anlatmak olarak tanımlıyorum. Refleks gibi, gelişecek bir şey... Tabii ki sadık kalınması gereken temel noktalar var ama yeniliklere, deneysel işlere, farklı üsluplara açık olmak, kırıp dökmeden yapıcı bir biçimde ilerlemek lazım. Sanırım bahsedilen Youtube içeriklerine örnek olarak verebileceğim içeriklerini çok severek ve heyecanla takip ettiğim, üretimlerini çok ilham verici bulduğum bir ekip var: SLOT. Muhakkak bir belgesellerini izlemiş veya denk gelmişsinizdir. SLOT gibi ekiplerin ve o içerikleri üreten insanların sayesinde genç belgeselciler ilham buluyor, heyecanlanıyor ve bu alana yöneliyor. Bu çok değerli bir şey.
'HAKİKATİN TÜM FORMLARIYLA, YUKARIDAN AŞAĞIYA, AŞAĞIDAN YUKARIYA SAVAŞAN BİR ANLAYIŞ SÖZ KONUSU'
Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Henüz egemenlerin bu anlamda bir gadrine uğramamış genç bir yönetmen olarak bu konudaki fikirlerimi peşinen söyleyip yükü omuzlarımdan atacağım. Veya omuzlayacağım bilemiyorum. Dünyadaki ve Türkiye’deki otoriterleşme; ifade özgürlüğü, haklar ve özgürlükler bağlamında tüm kesimleri olduğu gibi sanatçıları da belli ölçülerde zorluyor. Belgesel sinemaya özgü olmayan, benim ‘’bulanıklık’’ olarak tarif ettiğim bir durum yaşıyoruz. Hakikatin tüm formlarıyla, biçimleriyle yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya savaşan bir anlayış söz konusu. Bu anlayıştan uzaklaşmak için yapmamız gereken şey bence, üretmeye çalışan, yaratıcı, belli duyarlılıkları olan ve en önemlisi hakikate karşı yürütülen savaşın farkında olan insanları kollamak, egemenlerin-sermayenin hışmına uğramış, kenarda köşede kalmış sanatçılarla dayanışma göstermektir.
Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?
Artık herhangi sansür mekanizmasının işlemediği Youtube gibi bir mecra var. Geçmişteki üretim koşullarına dair sınırlı bir bilgiye sahip olsam da içerik açısından Youtube’dan daha fazla özgürleştirici bir mecra, platform gelişir mi, bilmiyorum. Tabii Youtube’a içerik üretmek bambaşka bir şey. Üretilecek içerikler için kaynak oluşturmak, oradaki popüler kültürden etkilenmeden özgün, nitelikli ve kalıcı içerikler, işler ortaya çıkartmak bu alanda çalışan sinemacılar ve içerik üreticileri açısından önümüzde duran bir sorun. Youtube için içerik üretmek, Youtube’u bir değer yaratma aracı haline getirmek veya üretilen içeriğin Youtube’da yayınlanması başka şeyler. Hepsinin farklı handikapları var.
Piyasaya girecek sermayedarlarla ilgili pek bir bilgim yok. Sosyal medya doğru kullanıldığında çok güçlü ve etkili bir yer. İlgili insanlarla buluşulan her sosyal medya platformu insanı inanılması güç bir networkün içine sokuyor. Bence yaşadığımız dönemin en özgürleştirici hamlesi bu. Mesela 1996 yılında Fransa’nın en eski göçmen korosu olan Sipan-Komitas’ın ‘’Koro’’ adlı belgeselinin yönetmenliğini yapmış Merlyn Solakhan’a ulaşmak, çalışmalarıma dair fikirler almak mail ile halledebileceğim bir şey oldu. Eskiden insanların iletişim kurması, çalışmalarına dair fikirler, geri dönüşler alması, ortak projeler üretmeleri oldukça zormuş.
Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Kendimi ve gerçekleştirmek istediğim projeleri anlamaya çalışmakla geçiyor günlerim. Aklımdan geçen birden fazla proje var fakat ilk defa deneyimlediğim ve ‘’Ailem Sahakyan’’dan öğrendiğim üzere bir belgesel filmi tamamlamak ciddi mesai ve motivasyon gerektiriyor. Bu motivasyonu bulacağım ve kameramı alıp yeniden çekim yapmaya başlayacağım günü heyecanla bekliyorum.