Öpüşmeyi nerede öğrenir insan?
Yeri göğü saran yüksek voltajlı gerilime, üstlerine çevrili kimi tedirgin, çoğu öfkeli üniformalı – üniformasız bakışlara aldırmaksızın hayatın ve gençliğin olanca coşkusu, neşesi, güveni, güzelliği, kahkahasıyla yürüyorlar… Bu neşe, bu güven, bu güzellik, bu kahkaha onları bakışlarıyla kuşatanları daha da şaşırtıyor, daha da ürkütüyor.
Gün karardı, kararıyor. Aylardır sesini, rengini, hareketliliğini, kalp atışlarını, ruhunu, her şeyini yitirmiş caddeler, sokaklar birdenbire hayatla; insanla karşılaşmanın şaşkınlığı içinde. Yığınlar doldurup boşaltıyor yolları.
Aylardır geç vakit zoraki açılan, gün batımında hayal kırıklığıyla inen kepenkler yine kilitlenmeye hazırlanırken kala kalıyor orada. Havadaki yüksek gerilimi andırırcasına. Aylardır yan komşuyla lak laktan, her şeyle - herkesle hırlaşmaktan bunalan esnaf ve çalışanlar önlerinden akan kalabalığı, gençliği seyrediyor şaşkınlıkla. Battık – batıyoruz, korona beni de bulursa endişesinden, ayların durgunluğu ve yorgunluğundan bir an kurtulmanın şaşkınlığıyla, “şenlik çıktı” sevinciyle bakıyorlar etrafa.
Yeri göğü saran yüksek voltajlı gerilime, üstlerine çevrili kimi tedirgin, çoğu öfkeli üniformalı – üniformasız bakışlara aldırmaksızın hayatın ve gençliğin olanca coşkusu, neşesi, güveni, güzelliği, kahkahasıyla yürüyorlar…
Bu neşe, bu güven, bu güzellik, bu kahkaha onları bakışlarıyla kuşatanları daha da şaşırtıyor, daha da ürkütüyor.
Önde yürüyen kıvır kıvır saçlı ufacık kız, duyduğu bir sesle mi, aldığı haberle mi arkasına dönüyor ansızın. Sadece içgüdü, kim bilir? Aynı anda dal gibi bir oğlan arkadaşlarının arasından sıyrılıp kollarını açarak ona doğru koşarcasına bir iki adım atıyor. Sarılıyorlar sanki yılların hasretiyle. Belki birkaç saat olmuştu ayrılalı, belki birkaç gün. Ne olursa olsun, kavuşmak kavuşmaktır.
Esnaf ve öteki seyirciler yaşamadıklarının, yaşayamadıklarının, yaşayamayacaklarının hıncı ve acısıyla bakıyor onlara.
Bu filmi görmüştüm… Görmüştük.
DOKTOR JİVAGO
Yine böyle, aylardan şubat.
Ama bu şubat gibi baharı andırmıyor hava, bildiğin kar – kış. Ve fakat on yıllar önce de memlekette zamanın ruhu bugünküyle aynı: Endişe, gerginlik. Askerin haki rengi hakim her yana, her şeye. Bugün uzak mı uzak hatıra, AKM var İstanbul’un ortasında, Taksim Meydanı’nda. Doktor Jivago filmini izliyoruz Atatürk Kültür Merkezi küçük salonda bir Pazar sabahı. Dün yaşayıp izlediğim, yukarıda anlattığım her şey sanki yıllar öncesinden çıkıp gelme.
AKM öğrenciliğimin, gençliğimizin temel gıda, dahası şölen merkezi. Konserler, filmler, tiyatrolar… ve tabii bunların eşliğinde arkadaşlarla buluşma. Etkinlik sonrası bitmek bilmeyen tartışmalar, söyleşiler içeride dinlediklerimizi, izlediklerimizi katlıyor, hayata, sokağa taşıyor.
Doktor Jivago, çarlık düzeninden ilk dünya savaşına, Bolşevik devrimine, onu izleyen iç savaşa uzanan dönemin muhteşem anlatısı. Tarihin hızlı aktığı zamanların içinde gençlikten orta yaşa, onlarca düşünsel, duyusal dalgalanmayla iki aşk arasında savrulan bir hekim şairin varolma çabası.
Yolları, caddeleri dolduran marşlarla yürüyüşünü izliyoruz beyazperdede. Çarlık ordusu, polisi saldırıyor.
Dün tanıklık ettiğim kıvırcık saçlı kızla, dal bedenli oğlanın sarılmaları da var filmin kareleri arasında, yüzyıl öncesinde. Dün ve bugün.
O anda “çat” diye bir ses duyuldu salonda. Perde karardı. Filmden yükselen Enternasyonal marşı nedeniyle miydi, teknik arıza mı, her neyse bir daha dönemedik filme.
Belki de biz mi protesto edip çıkmıştık…
Tarihsel arıza devam ediyor o gün bugün. Rusya’da, burada.
KORKUNÇ DÖNEMİN ÇOCUKLARI
Doktor Jivago, Rus şair Boris Pasternak’ın ilk ve tek romanı. Film ondan uyarlanmış 1965’de. İkinci dünya savaşının ardından yazılmaya başlanan romanın tamamlanması on yılı bulmuş. Yazarının hayatından, kişiliğinden izdüşümler taşıdığı söylenir. Kendisi de “Hayatımın en ateşli yıllarında biriktirdiğim ‘kaynaklardan’ yola çıkarak yazacağım uzun bir romana başladım” diyor 1946’da kuzenine yazdığı mektupta. Roman ona Nobel getirdi. Siyasal etkenler, baskılar sonucu ödülü reddetmek zorunda kaldı.
Pasternak, çocukluğunda kilisede okudukları bir ilahide İsa’nın “sonsuz yaşayan”; Jivago olarak anıldığını, bunun zihnine kazındığını, erken dönemlerden başlayarak bunu kahramanına ad yapmaya karar verdiğini belirtir bir söyleşide.
Asıl sonsuz yaşayan, sürekli yaşanansa otokratik düzenlerde yaşamak.
Romanın sonlarında bir başka büyük Rus şairi Aleksandr Blok’un “Bizler Rusya’nın korkunç yıllarının çocuklarıyız” sözleri anılıyor, dönemler değişiyor, farklılıklarla korkunç yıllar yazgısı sürüyor.
***
Bununla birlikte kuşaktan kuşağa başka şeyler de var Jivago üzerinden izleyebileceğimiz. Bilmenin, bilginin insana getirdiği yük ve dertler dahil… Gençlerin, gençliğin geçkinleri ve yetke sahiplerini, temsilcilerini ürkütmesi, rahatsız etmesi, aşka bakış dahil:
Aşkın, hayatın bize sunduğu diğer armağanlardan bir farkı yok. Belki daha yüce bir duygu ama ancak tanrının lütfuyla ortaya çıkabiliyor. İnsanoğlu öpüşmeyi gökyüzünden öğrendi, sonra öğrendiklerini göstermek için çocuklar indi yeryüzüne.
Yeryüzüne, caddelere, sokaklara inen çocuklara ya da Blok’un deyişiyle memleketlerinin korkunç yıllarının çocuklarına bir de bu gözle bakalım.
Pastenak, Blok’un sözünü andıktan sonra yine romandaki ifadeyle, “Metnin altını iyi okumak gerek” uyarısını yapıyor ve kendi açıklamasını, yorumunu getiriyor:
Şairin çocuklar dediği salt çocuklar mı? Hayır, onlar; kızlar, oğlanlar, evlatlar, aydınlar, herkes… Peki korkunç olan salt korktuklarımız mı? Elbette hayır, yazgımız, manevi değerler, farklı olgular. Şimdi ise şairin söylemi düz anlamıyla geçerli, öyle değil mi? Çocuklar, gerçekten çocuklar ve korkunç olan da gerçekten korkutan öğeler.
***
Sonsuz yaşanan… Hep bizimle.