Orçun Ucal: Hepimiz bir noktada ötekiyiz
'Maskeler Süvariler Gacılar' oyunu izleyicilerle buluşmaya devam ediyor. Yönetmen Orçun Ucal, "Sadece nefret saldırılarından değil, transların her alanda baskı altına alınmasından bahsediyoruz" dedi.
“Maskeler Süvariler Gacılar” gerçek tarihin, ortak belleğin isyanı. Şiddeti uygulayanın tuttuğu kayıtlara karşı gerçeğin başkaldırısı. Unutmamak ve anlamak için bir başkaldırı…
Cihangir Mahallesindeki Ülker Sokak’ta, 1996 yılında bir sosyal çatışma yaşandı. Ülker Sokak’ta yaşayan translara karşı toplumsal bir şiddet uygulanmaya başlandı. Sokağın başına ahlak masası konuldu, kapılar kırıldı, mahalleliden translara karşı sırt çevirmeleri istendi, evleri yakıldı. Ülker sokak, transların varoluş mücadelesinin simgesi haline geldi.
Pınar Selek’in araştırmasından uyarlanan bu oyun, Ülker Sokak’tan yükselen çığlığı sahneye taşıyor. Sadece izlemekle kalmıyorsunuz. Oyun, interaktif yapısıyla sizi de hikâyenin içine çekiyor, bir seyirci olmaktan çıkarıp, sahnenin parçası haline geliyorsunuz.
“Maskeler Süvariler Gacılar” seyirciyle buluşmaya devam ederken biz de oyunun yönetmeni Orçun Ucal’a sorularımızı yönelttik.
'ÜLKER SOKAK, TRANS HAKLARI MÜCADELESİNİN SEMBOL ALANLARINDAN BİRİ'
Öncelikle bize Ülker Sokak’ta neler olduğunu kısaca anlatır mısınız?
Ülker Sokak, 1990’ların ortalarında İstanbul’un trans topluluğu için bir yaşam alanıydı. Cihangir’de yer alan bu sokak, özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren evlerinden, ailelerinden ve toplumdan dışlanan trans kadınlar için bir dayanışma mekânına dönüşmüştü. Ancak 1996’dan itibaren sistematik bir baskı ve şiddet kampanyasına maruz kaldı. Dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı ve kolluk kuvvetleri, mahalle sakinleriyle iş birliği içinde transları sokağı terk etmeye zorladı. Evler mühürlendi, saldırılar düzenlendi, trans kadınlar yerlerde sürüklendi, işkenceye uğradı ve gözaltına alındı. Gazeteler bu süreci “temizlik operasyonu” gibi lanse ederken, aslında bu, trans bireylerin yaşam haklarının gasp edilmesi anlamına geliyordu. Bu baskılar sonucunda translar Ülker Sokak’tan sürüldü ve İstanbul’un farklı bölgelerine dağılmak zorunda kaldı. Ancak bu şiddet yalnızca mekânsal bir tahliye değildi; Türkiye’de transların maruz kaldığı sistematik baskının en görünür örneklerinden biri olarak tarihe geçti. Ülker Sokak, bugüne kadar trans hakları mücadelesinin sembol alanlarından biri olmaya devam ediyor.
Bu oyunu yapmaya nasıl karar verdiniz?
2015 yılında Pınar Selek araştırması “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabını uyarlamıştık sahneye. O zamandan beri aklımızda olan bir süreçti aslında, sadece kitabı okuduğunuzda biraz sindirmeniz zaman alıyor diyebiliriz. O zaman hazır olmadığımızı düşünüp biraz rafa kaldırdık projeyi. Sonrasında Bayram Sokak kızlarına yapılan baskılar ve hükümetin LGBTİQ+ bireyleri hedef göstermesi üzerine; şimdi yapmalıyız diye düşünüp Nevra Ayşem Savaşçı ile araştırmalara ve uyarlamaya başlamış olduk.
'YAPTIĞIMIZ ARAŞTIRMALARI, RÖPORTAJLARI, OLAYLARI SİNDİRMEK ZORDU'
“Maskeler Süvariler Gacılar”, Pınar Selek’in Ülker Sokak’a dair yaptığı aynı adlı bir araştırma kitabına dayanıyor. Bize biraz kitabın uyarlanma sürecini anlatır mısınız?
Nevra Ayşem Savaşçı ile aslında yeni bir metin yazdık, kitapta var olan interaktifleri kitaptan aldık. Kitap aslında sokaktaki durumu, baskıyı yaratanlarla, mahalleliyle ve baskıya maruz kalanlarla röportaj şeklinde ilerliyor. Uyarlama sürecinde bize karşı görüşleri sunmak, o dönemin sosyolojik olarak döneler vermesi oldukça bakış açımızı rahatlattı fakat aklımızda çözümleyemediğimiz yerler oluyordu ve o esnada röportaj yapmaya karar verdik ve Şevval Kılıç bize yardımcı oldu ve aklımızdaki bütün soruları cevapladı. Araştırmalarla dolu bir süreç geçirdik. Ülker Sokak’la ilgili yazılan, haber olan her şeyi araştırdık. Sonrasında uyarlama başlığımızı bulduk Gullüm. Yaptığımız araştırmaları, röportajları, olayları sindirmek zordu.
Oyunlarınız Ecrin Bolkar ve Liya Toprak Şahin… Onlarla yolunuz nasıl kesişti?
Biz ilk önce sosyal medyada oyuncu ilanı çıktık, sonrasında başvurular oldu. Ecrin ilk başta belliydi, referanslar üzerinden ulaştık kendisine. Liya Toprak başvuru yapanlar arasındaydı ve cast’a çok uyuyordu, görüşmelerimiz sonrasında da sahnede bir enerji yakalayabileceğimizi düşünüp Toprak ile devam etmeye karar verdik.
'TRANS BİREYLER EN TEMEL HAKLARDAN DIŞLANIYOR'
Oyunda bize sadece translara yapılan saldırı anlatılmıyor. Transların yaşam koşulları, seks işçiliğinin beraberinde getirdiği sorunlar vs. de anlatılıyor. Bütün bunları da topyekûn bir saldırı olarak değerlendirebilir miyiz?
Evet, oyunda anlatılanlar sadece translara yönelik fiziksel saldırılarla sınırlı değil; transların yaşam koşulları, maruz kaldıkları sistematik ayrımcılık, zorunlu seks işçiliği ve ekonomik güvencesizlik gibi birçok boyutu da kapsıyor. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, yalnızca bireysel şiddet olaylarından değil, devlet eliyle, toplum tarafından ve ekonomik sistem üzerinden uygulanan topyekûn bir saldırıdan bahsetmek mümkün.
Trans bireyler, eğitim, barınma, sağlık hizmetleri gibi en temel haklardan dışlanıyor, düzenli işlere erişimleri kısıtlanıyor ve çoğu zaman hayatta kalabilmek için seks işçiliğine zorlanıyor. Bu da onları daha fazla şiddet, istismar ve hukuki korumadan yoksun bırakılmış bir yaşama mahkûm ediyor. Yani burada sadece nefret saldırılarından değil, trans varoluşun her alanda baskı altına alınmasından bahsediyoruz.
“Maskeler Süvariler Gacılar” oyunu da tam olarak bu çok katmanlı saldırıyı görünür kılıyor. Bir transın hayatı yalnızca fiziksel bir saldırıyla değil; işsizlikle, barınma hakkının gasp edilmesiyle, sağlık hizmetlerine erişememekle, her an ayrımcılıkla karşılaşmakla da tehdit altında. Bu yüzden oyunda anlatılanlar, yalnızca bir döneme ya da bir sokağa sıkışmış değil; bugün hâlâ devam eden, sistematik ve çok yönlü bir baskı mekanizmasını açığa çıkarıyor.
“Hepimiz birer ötekiyiz aslında. Hepimiz bize dayatılan üst kimliğin altında bir yerlerde konumlanıyoruz, hepimiz kaybediyoruz, birbirimizi anlamayarak ve birbirimize yabancılaşarak kaybediyoruz,” diye yazıyor oyunun künyesinde. Bunu biraz açar mısınız?
Bu cümle, oyunun temel felsefesini özetleyen, toplumsal kimlikler ve yabancılaşma üzerine güçlü bir vurgu yapıyor. Toplum, belirli bir “üst kimliği” yani normatif, makbul vatandaş modelini dayatıyor. Bu kimlik genellikle heteroseksüel, orta sınıf, belirli bir etnik kimliğe sahip bireyler üzerinden şekilleniyor. Ancak gerçekte hiçbirimiz tamamen bu kalıba uymuyoruz. Hepimizin cinsiyet, sınıf, etnik köken, cinsel yönelim veya başka bir kimlik ekseninde sistemin öteki diye gruplandırdığı oluyoruz. Yani aslında hepimiz bir noktada “ötekiyiz.” Fakat sistem, bu farklılıklarımızı bir araya getirmek yerine bizi birbirimizden koparıyor. Bize “sen yalnızca kendi derdine bak, diğerinin mücadelesi seni ilgilendirmez” diyor. Böylece birbirimizin deneyimlerini anlamak yerine ötekileştiriyoruz, yabancılaşıyoruz ve aslında hep birlikte kaybediyoruz. Çünkü bir grubun özgürleşmesi, diğer grupların desteği olmadan tam anlamıyla mümkün değil. Oyun, bu yabancılaşmayı sorguluyor ve seyirciye şu soruyu soruyor: Eğer hepimiz bir noktada ötekiysek, neden birbirimizi anlamıyor ve birlikte mücadele etmiyoruz? Bu sorunun cevabını ararken de transların maruz kaldığı baskıyı yalnızca onların meselesi olarak değil, toplumsal bir mesele olarak ele alıyor. Bu yüzden “Maskeler Süvariler Gacılar”, sadece trans bireylerin hikâyesini anlatan bir oyun değil, toplumsal normlara uymayan herkesin hikâyesini sahneye taşıyan bir direniş alanı.
'BU HİKÂYEDE YALNIZCA TRANSLAR YOK, HEPİMİZ VARIZ'
Oyunun dikkat çeken interaktif tarafları da var. Rabarbaları, koşuşturma, zil gibi ortam seslerini seyirciler çıkarıyorlar. Dışarıdan sarf edilen tehditkâr cümleleri de seyirciler arasından seçilen yedi kişi sahneye çıkıp söylüyor. Biraz da bundan bahsedelim mi?
Oyunun interaktif yapısı, seyirciyi pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp doğrudan sahnenin ve hikâyenin bir parçası haline getiriyor. Bu sayede, baskının ve direnişin yalnızca anlatıldığı değil, deneyimlendiği bir alan yaratılıyor. Daha çarpıcı bir interaktif unsur ise, tehditkâr cümlelerin seyirciler arasından seçilen yedi kişi tarafından sahnede dile getirilmesi. Bu, yalnızca bir replik söylemekten öte, baskının ve şiddetin nasıl gündelik hayatın içine sindiğini, nasıl sıradanlaştığını seyirciye doğrudan hissettiren bir hamle. Bir anda bir izleyici, baskıyı temsil eden bir figüre dönüşüyor ve diğer seyirciler de bu tehdidin muhatabı haline geliyor. Böylece, oyunun yarattığı deneyim duygusal bir mesafeyle izlenen bir anlatı olmaktan çıkıyor ve herkes için rahatsız edici, sorgulatıcı bir gerçekliğe dönüşüyor. Bu interaktif unsurlar, sadece anlatıyı güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda seyirciye şunu hissettiriyor: Bu hikâyede yalnızca translar yok, hepimiz varız. Ve baskıyı, zulmü, şiddeti uzaktan izlemekle yetinmeyip, kendi rolümüzü sorgulamak zorundayız. Seyircilerden bazı geri dönüşlerde bu durum kendilerini rahatsız ettiğini bazılarında aslında tam da bu noktada sorgulattığını duydum. Bu beni sevindiriyor ama tabii ki bazı seyircilerimiz hiç sevmeyecektir bu durumu ve sadece tanık olmak isteyecekler, anlayabiliyorum; reji çok buna müsaade etmiyor.
Bize ötekileştirmeyle ilgili bir kitap, bir oyun ve bir film tavsiye eder misiniz?
Tabii! Ötekileştirme temasını güçlü bir şekilde işleyen bir kitap, bir oyun ve bir film öneriyorum:
Kitap: Judith Butler – Kırılgan Hayat
Butler, bu kitapta kimlerin yas tutulmaya değer, kimlerin değersiz görüldüğünü ve bunun politik bir mesele olduğunu anlatıyor.Toplumun belli grupları nasıl görünmez kıldığını ve ötekileştirdiğini
sorgulayan derinlikli bir çalışma.
Oyun: Fotoroman Kralı – Tiyatro Alesta
1970’lerin sonlarında Maşuk kostümüyle düğünlerde dans eden ve Aşuk’una âşık olan aynı zamanda da Fotoroman çekmek isteyen; Efsunlu olduğu iddia edilen bir bireyin var olma ve seçilmiş ailesiyle yaşam mücadelesini komik bir dilde görüyoruz. Aşk temasını oldukça seviyorum ayrıca ben oynuyorum bu oyunu. (Gülüyor) Kendime bir torpil geçmiş oldum.
Film: Xavier Dolan – Laurence Anyways (2012)
Bir trans kadının kimliğini bulma sürecini ve bu süreçte toplumdan, ailesinden ve en yakınlarından gördüğü baskıyı anlatan etkileyici bir film. Trans deneyimini sadece dışarıdan bir bakışla değil, içsel bir yolculuk olarak da sunmasıyla güçlü bir anlatıya sahip. Bu üç eser, ötekileştirmenin farklı boyutlarını gözler önüne seriyor ve “öteki” olarak kodlanan bireylerin mücadelelerini derinlemesine anlamamıza yardımcı oluyor.
'KAFAMIZDA NETLEŞEN PROJELER VAR'
Tiyatro Alesta’da başla neler var?
Şu an “Fotoroman Kralı” devam ediyor, aynı zamanda önümüzde bir proje daha var gerçek bir hikâyeden uyarlanmış. Onu önümüzdeki sezon sanırım görebileceğiz.
Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Yeni çalışmamız Sinema ve Oyunculuk sektörüne değinen bir oyun, Ahmet Şeninak yazdı. Tam anlamıyla sektörümüze bir biçimde ayna tutuyor. Ayna hep güzellikleri göstermiyor tabii ki, sonrasında Ayşem ile benim yazdığım, ilişkilerle ilgili bir komedi oyunumuz olacak. Kafamızda oldukça fazla netleşen projeler var. Ama ilk adımlarımız bu ikisi diyebilirim.