Ordu geleneksel Noel Şarkısı'nın düşlemi
Yeniden seslendirdiğimiz Ordu/Kotyora Noel Şarkısı’nın bugün turizm nesnesi olarak tinsel bağlamını kaybeden kiliselerde bir yerde hissedebilmek bu mirası hayalci bir yaratıcılığa yatırarak mümkün.
“Ordu Bölgesi Geleneksel Noel Şarkısı” gibi bir ifade ile ilk karşılaştığımızda aklımızda bir ıssızlık oluşuyor, kuşkusuz. Bu ıssızlık, arkada bunun pekala mümkün olduğunu biliyor olmamız ile bu gerçekliğin imge dünyamızdan bütünüyle çıkmış olmasından oluşan sembolik bir gerilimin ifadesi.
Biliyoruz ama imgelemekte zorlanıyoruz. Issızlık, tam da bu.
Rum, Ermeni mirasından kendi direnme alanlarını oluşturabilmiş, inkar ve imhaya karşı koyabilmiş ya da pragmatik nedenlerle hakim kültürün sembolik ya da turistik bağlamda izin verdiği yapılar, bölgeler, isimler, anlatılar var. Ama özellikle bazı miraslar, üstüne beton dökülmüşçesine ve bir daha toplumsal duygunun ön alanına gelemeyecek şekilde toplumsal bilinçdışına sürülmüş durumdalar. Buralarda imgelemi kaybetmiş durumdayız. Toplumsal mirasın yok oluşunda özel bir aşamadır, bu.
Söz gelimi, Sungurlu’ya atanan ilk belediye başkanı olan Gregoryan Efendi’nin Haygazian Koleji’nin kapısında çocuğunun elinden tutarak birlikte eve koyuldukları, o sırada ağaçtan önlerine düşen bir elmayı alıp inceledikleri bir sahnenin gözümüzün önüne gelmesi oldukça zordur.
Ya da dönemin Rus valisi Viktor Franki’nin Ardahan Rumlarından oluşan bir heyeti bir Gürcü kilisesinde kabul ettiği bir öykü girişi düşünmek kolay değildir.
Öyle ki, direnen ya da pragmatik nedenlerle varlıklarına izin verilen kültürel varlıkların, kendi simgesel bütünlüklerinden koparılması kültürel yeniden yaratımın önünde psikolojik bir engel kuruyor. Buna “belleksizleştirme” demek elbette doğruysa da, belleksizleştirme bir negatif izah olarak ruhumuzda soğuyup ilgili varlığın kendi içinde saklanmış ve kışkırtabileceği duygulardan uzaklaşmamıza neden olabiliyor ve toplumsal bilinçdışını kapatan başka bir kapı haline gelebiliyor. Bu yüzden, travmayı sırtına alan bazı kavramların belki de kaçınılmaz olarak rasyonel bir duyarsızlaşma ile sonuçlandığını yaratıcı bir yerden fark etmeye ihtiyacımız var.
Belleksizleştirmeyi salt bir politik gerçeklik olarak yaşamamız, bir yerde bu belleğin çağrışımları ile buluşma şansı bulabildiğimizde, belleğin silik ard alanlarındaki toplumsal duygudan uzak kalmamıza neden olabiliyor. Nihayetinde, kültürel mirasın teknik bilgileri ile trajik, acı insan hikayeleri arasında bir yerde kalıyoruz.
Tüm yaşanmışlıklar, gerçeklerin yanında, kendi dönemlerinin ve ardından akan tarihin hayal ve fantezileri ile varlar. Yok oluşu önlemek elbette politik bir konu ve tarihin gerçek kısmına sahip çıkmakla, hakikatin peşine düşmekle, öncelikle mirası gerçeğin yanında güvenceye alarak mümkün.
Ama toplumlar ruhsal yapılardır ve toplumsal bilinçdışı- toplumsal travma- bastırma örüntüleri ancak gerçekliğin fantazilerle yeniden üretilmesi ile aralanabilir diğer yandan.
İnkar ve imhaya maruz kalan toplumsal varlıkların korunması için gösterilen çabada, eksik kaldığımız bir diğer konu buralarda olabilir mi? Elbette önce Komitas’ın hayatı senaryolaştırılacaktır ama Komitas’ın eksende olduğu bir kurmaca düşünmek ruhsal alana denk düşen başka bir toplumsal koruma ve sağaltım olanağı sağlamaz mı? Elbette, yakın zamanda Fatsa Gaga Gölü’nde su altında kalıntılarına ulaşılan kilisenin hakikat zemininde korunması önceliklidir ama bu kilise bir tragedyanın yeniden üretimine konu olamaz mı?
Bir kaç yıl önce, Larissa Çocuk Korosu’nun repertuarında bir Ordu bölgesi geleneksel noel şarkısı ile karşılaştığımda bir yöre insanı olarak bunun bana dahi şaşırtıcı gelmesi belleksizleştirmenin fantezi alanımızdaki tahribatı ile ilgili. Türk-İslam tahakkümü Trabzon’da Ordu’ya göre çok daha etkin olsa da, bu aynı zamanda Trabzon’daki kültürel mirasın imgelem alanındaki direnç kapasitesini de gösteriyor. Bu bağlamda hakim kültürün hafıza imhasında çok başarılı olduğu Ordu’ya has bir geleneksel noel şarkısının olması, bugün nereye yerleşeceğini bilemeyen daha süprizli bir armağan. Bu yüzden çok sesli bir kilise müziği olarak kulağımda canlanan ve güncel Ordu geleneksel müziği ile yan yana düşününce alışık da gelmeyen bu armonik motifi, bizde bıraktığı bu şaşkınlıktan çıkarak, tam da imgelemekte zorlandığımız yerden, üstüne dökülen betonun altına bir sarmaşık uzatarak çekip çıkarmak istedim.
Zira, antik Yunanca’ya en yakın lehçe olduğu söylenen Romeyika dilindeki bu eserin zamanında seslendirildiği kiliselerin bir bölümü bugün Ordu bölgesinde pragmatizm-belleksizleştirme ranjında bir yerde gözümüzün önündeler. Ama bu kiliselerin içinde Ordu’ya has bir noel şarkısının söyleniyor olması çok anlaşılır olduğu halde, fantazinin ve tarihsel hakikate dair arzunun kaybı nedeniyle bir yerde hala bir boşlukta sallanıyor.
Oysa fanteziyi ve estetik yeniden yaratımı kışkırtacak anlatılar var, mesela 1811 de Fransız seyyah Rotiers, Ordu’nun güneyindeki dağın tepesinde korint başlıklarıyla çok iyi korunmuş tapınak-kilise sütunlarını gizemli şekilde anlatır, Karadenizli müzikolog ve gezgin Minas Bijikan, Farmadenos deresinin yanında yüksekten limanı seyreden bir kiliseden sözeder.
70’lerin öne çıkan devrimcilerinden Fatsalı Ziya Yılmaz anılarında Ordu Hypapante Kilisesi ile ilgili ilginç bir anekdot anlatır:
"Biz Ordu’ya gelir gelmez tutukladılar bizi, doğruca cezaevine attılar. Cezaevi de enteresan bir yerdi bu arada. Eski bir kiliseden bozma, eskiden kilise olduğu duvarlardaki resimlerden anlaşılıyor sadece. Mimari çok ilginçti, cezaevi alanında bir sürü irili ufaklı ahşap kulübeler vardı. Yer yetmediği için olsa gerek, duvara çakılmış merdivenlerden çıkılan kulübeler vardı, yine ahşaptan. İstif şeklinde yani. Her taraf su, rutubet. Fakat cezaevinde yatacak yer yok. Mahpuslarda da gariban eksik olmaz, onlar yerde, çamurda sağda solda yatıyor. Bize de misafir bunlar diye, kuş yuvası gibi bir kulübe verdiler. Fikri ile orada sırayla yatmıştık."
Yine Rotiers, Vona-Fatsa arasında, fantastik bir burunda yer alan Yason Kilise’sindeki bir anısını anlatır:
“15 Ağustos’ta Assomption Bayramı (Meryem’in göğe yükseliş yıl dönümü) dolayısıyla etrafta oturan tüm Rumlar hatta Ünye’den dahi Yason Burnu’na gelmişlerdi. Burada eski Neptün tapınaklarının arasında Justunien tarafından inşa edilen kilisenin bir şubesi bulunuyordu ve bu bakire Meryem’e adanmıştı. Bu insanlar karaya ayak bastığımızda özellikle Rusya’dan geldiğimizi kendileri gibi Ortodoks olduğumuzu öğrendiklerinde, bizi çok iyi karşıladılar. Papaz seksenli yaşlarda uzun sakallı bir adamdı. Saf ve sakin özelliklere sahip duruşuyla bize ilham verdi. 61 yıldan beri aynı yerde bu bayramı kutluyordu. Seromoni esnasında, yüksek bir sesle gökten Rumların ve kutsal kiliselerinin köleliğine bir son verilmesini istedi. Ayinde sadece Rumlar vardı. Bunlar özgür olduklarını, dinlerine ve Avrupa ilkelerini bağlı olduklarını iddia ediyorlardı. Hâlbuki bu insanlar halen nazik, kırılgan ve zayıf idiler."
Larissa Korosu repertuarından alıp yeniden seslendirdiğimiz Ordu/Kotyora Noel Şarkısı’nın bu anlatılarda bahsedilen ve bugün aslında turizm nesnesi olarak tinsel bağlamını kaybeden kiliselerde bir yerlerde muhakkak kalan eski yankılarını hissedebilmek, bugün ancak bu mirası hayalci bir yaratıcılığa yatırarak mümkün.
Bu şarkıyı bir hakikati yeniden bildirmek için kaydettik elbet ama, daha önemlisi bu şarkının dürttüğü kültürel çeşitlilik duygusunun hayal kapasitemizi kışkırtan bir dinamiğe dönüşmesini isteriz. İsteriz ki, miras arzu alanımızda da koruma altında olsun.
Çünkü her şey birikir. Mesela 100 yıl önce bir sardunya yaprağına kıvrılmış bir yağmur damlası kaybolmaz, birikir. Bu şarkı Hypapante Kilisesi’nde bir sütun kırığının içinde dönüp duruyor aslında, kulağımızı kırığa dayadığımızda, orada. Yason Kilisesi’nin önündeki kayalıklara çarpan dalgaları dinlediğimizde hiç kuşku yok ki bu ezgiyi işiteceğiz. Mesele buna inanmak.
Halkların iyileştiren tebessümüne…
*Psikoterapist
***Ordu kültür mirası için çok değerli bir çabası ve berrak bir yaklaşımı olan, sayesinde hakikat ve hayale kapılar bulabildiğimiz Güven Bayar’a teşekkürle.