Orhan Pamuk New York Times'a depremi yazdı: İnsanlarımızın bu kadar öfkeli olduğunu daha önce hiç görmemiştim

Orhan Pamuk, Maraş merkezli 10 ili etkileyen depremler hakkında New York Times'a "Düşen Betonun Altında Kalmış Bir Kız. Ne Yapacağını Bilmeyen Bir Adam" başlıklı bir yazı yazdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Orhan Pamuk, New York Times'a merkez üssü Maraş olan ve 10 ilde yıkıma neden olan depremleri yazdı. Pamuk yazısında, "Bu, Türkiye'de son seksen yılda olmuş en büyük deprem. Benim çocukluğumdan beri uzaktan yakından yaşadığım büyük depremlerin ise dördüncüsü. 17 binden fazla insanın ölümüne neden olan 1999 Marmara depreminden sonra yerle bir olmuş şehirlerden biri olan Yalova'ya gitmiş, bir sorumluluk ve suçluluk duygusuyla, belki bir taş kaldırabilirim diyerek beton molozları arasında saatlerce yürümüş, kimseye yardım edemeden geri dönmüştüm. Şimdi bu görüntüler, yeni ve yine de çok tanıdık olanlarla dolduruluyor. Çaresizlik duygusu ezici" ifadelerine yer verdi. 

Pamuk'un New York Times'a yazdığı "Düşen Betonun Altında Kalmış Bir Kız. Ne Yapacağını Bilmeyen Bir Adam" başlıklı yazı şöyle:

"Kederli bakışlı kız on-on iki yaşlarında olmalı. Cep telefonunun kamerasına bakarken yerinden çok az kıpırdıyor... Kıpırdadığında ağır hareket ediyor. Kızı videoya çeken erkek onu görünce sevinç ve hayretle bağırıyor!

'Burada birisi var! Burada birisi vaaar!'

Ama telefonu kameralı erkeğin haykırışına cevap veren kimse yok... Etrafta bir kar sessizliği ve kurşuni bir ışık var yalnızca. Burası 7,8 ve 7,5 şiddetinde iki depremin yerle bir ettiği Güneydoğu Türkiye'de bir yer.

Kameralı erkek şimdi göğsünden aşağısı betona sıkışmış olan kıza yaklaşıyor. Belli ki birbirlerini tanımıyorlar.

'Kıpırdayabiliyor musun?'

'Hayır!' diyor kız güçsüz bir sesle. Ama gözlerinde bir umut var. Çünkü gittikçe zayıflayan sesini en sonunda birisine duyurabilmeyi başarmış. Gece saat 04.17de vuran ilk depremin üzerinden yarım gün geçmiş. Yakında gene akşam olur.

'Ayaklarını kıpırdatabiliyor musun?'

Kız buna tam bir cevap vermiyor. Yüzünde bir şey saklıyormuş ya da bir suçundan, eksikliğinden utanıyormuş gibi bir ifade beliriyor.

Cep telefonlu adam da sorusunu tekrarlamıyor.

'Susadın mı?'

'Üşüyorum...' diyor kız ve susuyor.

Gece ve sabah ara ara yağan kar üç beş saniyede yıkılan on beş on altı katlı binaları ve iki üç katlı binaların molozlarını, depremin bütün acısını, ölenlerle ölmekte olanları yavaş yavaş örtüyor.

Sessizlikte cep telefonuyla video çeken adamın kararsız kaldığını anlıyoruz. O dar, korkutucu beton yığını içerisindeki kederli gözlü kederli bakışlı kızı sıkıştığı yerden tek başına çıkaramaz. Ama ikisi de şimdi yalnızca susuyorlar.

Kızın bakışları donuklaşıyor, yorgunluğunu, acısını yüzünden okuyoruz.

'Sen şimdi orada dur, ben şimdi hemen gidip sana yardım getireceğim. Seni oradan çıkaracağız.'

Ama cep telefonlu adamın sesi kendinden emin değil. Büyük ihtimal burası bir şehrin tamamen yıkılmış bir arka mahallesi... Yollar, köprüler yıkıldığı için hiçbir yardım gelmemiş. Büyük ihtimalle de yakın zamanda bir yardım da gelmeyecek.

Burada yaşayanlar, gece karlı karanlıkta yıkılan evlerinden sağ çıkanlar ve hayatta kalan diğer talihliler, soğukta sığınacak başka bir yerlere gitmiş olmalılar. Bir ihtimal bu evden bu kız hariç kimse sağ çıkmadığı için arayan soran kimse de yok.

'Gitme!' diyor en sonunda betona sıkışmış kız.

'Gideceğim, ama geri geleceğim!' diyor telefonlu adam. 'Seni unutmam, yardım getireceğim.'

Tek başına sıkıştığı yerde yarım günden fazla zaman geçirmiş olan kızın kendini ölüme hazırladığını, zaten itiraz edecek hâli olmadığını anlıyoruz.

Ama gene de fısıldar gibi bir kere daha: 'Gitme!' diyor.

'Gideceğim ve sana yardım getireceğim!' diyor adam bu sefer daha güçlü ve ama nedense inanamadığımız bir sesle.

Sonra cep telefonunun çektiği görüntü bitiyor. Adamın yardım getirip getirmediğini bilmiyoruz. Onunki, o ilk gün izlediğim yüzlerce çaresiz ricadan ve birinci şahıs anlatımlarından biriydi. Diğer pek çok kişi gibi, kapana kısılmış küçük kızı kaydeden adam da videoyu doğrudan ve daha fazla yorum yapmadan Twitter'da yayınladı. Kapana kısılmış kızın kurtarıldığını gösteren başka bir video bekliyordum ama gelmedi.

.

Yardım getirmek cep telefonlu adamın düşündüğü gibi kolay değil. Devletin duyurduğu rakamlara göre bölgede yedi bin civarında yapı yıkılmış ya da hasar görmüş. Ölü sayısı çok düşük gösterildiği gibi (en son rakamlar ölü sayısının şu anda 23 binden fazla olduğunu söylüyor), yıkılan bina sayısı da saklanıyor. Zaten elektrikler kesildiği, aşırı kullanımdan cep telefonları çalışmadığı, yollar kapandığı için ilçelerde, küçük şehirlerde ne olduğu konusunda hiçbir bilgi yok. Twitter ve sosyal medyada bazı küçük şehirlerin tamamen yıkıldığını okuyoruz. Ama bu doğru mu?

Bu, Türkiye'de son seksen yılda olmuş en büyük deprem. Benim çocukluğumdan beri uzaktan yakından yaşadığım büyük depremlerin ise dördüncüsü. 17 binden fazla insanın ölümüne neden olan 1999 Marmara depreminden sonra, yerle bir olmuş şehirlerden biri olan Yalova'ya gitmiş, bir sorumluluk ve suçluluk duygusuyla, belki bir taş kaldırabilirim diyerek beton molozları arasında saatlerce yürümüş, kimseye yardım edemeden geri dönmüştüm. Şimdi bu görüntüler, yeni ve yine de çok tanıdık olanlarla dolduruluyor. Çaresizlik duygusu ezici.

Havaalanları yıkıldığı, yollar kapandığı için depremden cehennem yerine dönmüş olan büyük şehirlere en büyük medya-basın-TV kuruluşları bile ancak yarım gün sonra ulaşabildiler. Felaketten yarım gün sonra karlı, yağmurlu, rüzgârlı sokaklarda korkular içinde, öfkeli ve yardım bekleyen milyonlarca insanla karşılaştılar. Türk devletinin açıkladığı rakamlara göre bölgede 13,5 milyon kişi depremden etkilendi. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre ise Türkiye ve Suriye'de 23 milyon kadar insan depremden etkilenmiş olabilir. 

Gece yarısı meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki ilk depremden dokuz saat sonra 7,5 büyüklüğünde bir deprem geldiğinde, felaket gerçekten kıyamet boyutlarına ulaştı. Merkez üssü ilkinden yüz elli dört yüz kilometre uzakta olan bu ikinci deprem, ilk depremin artçıları yüzünden sokaklarda olan milyonlarca insanı apaçık korku sahnelerine tanık olmaya zorladı. Sokaklarda bir yardım veya ekmek arayan, moloz tepelerine dönüşmüş on altı katlı binaların yıkıntılarını çıplak elleriyle taş taş ayıklamaya çalışan ya da sığınacak ısıtılmış kapalı bir mekân arayan kalabalıklar ikinci depremin iskambilden kuleler gibi hızla ve toz yığınları çıkartarak yıktığı binaları 'Allah!, Allahım!' nidaları arasında cep telefonlarıyla videoya çektiler.

Pek çok kişi bu grotesk korku görüntülerini, onlara eşlik edecek bir yorum, altyazı ve hatta birkaç kelime olmadan sosyal medyada yayınladı.  Bunu yaparken iki mesaj gönderiyorlardı. Birincisi hayret ve şokla seslenişleri ile ifade edilen şey: Felaketin şaşırtıcı, sarsıcı büyüklüğü. Bu dehşet karşısında insanın soğukkanlılığını koruyabilmesi, her zamanki günlük duygularını yaşayabilmesi ve bir mantıkla hareket edebilmesi çok zor. Bu yüzden kendiliğinden gelişen dayanışma, yardımlaşma duygusu çok etkileyici. İkincisi, tüm ülke tarafından hissedilen ve deprem kadar yıpratıcı olan terk edilmişlik ve çaresizlik duygusu. Bu kıyametten çıkma deprem sahneleri, bir anda dokunaklı bir dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma ruhunu ortaya çıkardı ve insanların paylaşma, tanık toplama, iz bırakma, seslerini duyurma içgüdüsünü ateşledi. Büyük şehirlerin moloz yığınlarıyla dolu merkezlerinde mikrofon uzatılan herkes, 'Çek, çek, yardım istiyoruz, ekmek istiyoruz, hükümet nerede, yardım ekipleri nerede!' diye bağırıyor.

.

Yardım gönderildi ancak erzak yüklü kamyonlar, depremden etkilenen bölgelerden yüzlerce kilometre uzakta, tıkanmış yollarda kar altında saatlerce mahsur kaldı. Evlerini, ailelerini, sevdiklerini, sahip oldukları her şeyi kaybeden insanlar, şehirlerinde çıkan yangınlara kimsenin bir şey yapmadığını görüyor ve böylece bulabildikleri herhangi bir resmi aracın, polisin veya devlet çalışanının yolunu keserek protesto ediyor. İnsanlarımızın bu kadar öfkeli olduğunu daha önce hiç görmemiştim.

Defalarca seyrettiğim bir başka videoda 'vatandaşlar' başka bir şehre gitmekte olan polis arabasını durdurdular ve yarı hesap sorar, yarı yardım dilenir bir havayla memurları arabadan çıkardılar. Depremden sağ salim ama evsiz çıkan ve sokaklarda gezinen talihliler büyük apartmanların yıkıntıları ve molozları arasında yaşayan insanların olduğunu seslerden anlıyorlar. Ama tek başlarına onları kurtaracak güçleri, bilgileri, aletleri yok. Hemen gelen, yetişen de yok. İkinci günün akşamı çökerken moloz ve beton yığıntılarının içinden gelen sesler azalıyor, sokaklardaki insanlar dehşet manzaralarına alışıyor. Ekmek, yiyecek dağıtan araçların önünde kalabalıklar birikiyor. Ama öfke, şikâyet, hazırlıksız olmanın çaresizliği dinmiyor.

Ertesi gün sosyal medya paylaşımlarından öğreniyorum ki depremin yıktığı büyük şehirlerde yardım etmeye çalışan uzaklardan kendiliğinden gelmiş doktorlar var ama onları yönlendirecek bir otorite, bir yönetici yok. Halkın kabul edemediği bir başka şey devlet hastanelerinin bazılarının da yıkılmış olması.

İkinci günün sonunda büyük şehirlerin merkezlerine biraz yardım geliyor ama birçok insan için çok yetersiz ve çok da geç kalmış bir yardım bu."