Örs ile çekiç arasında 'hikmet', havuç ile sopa arasında 'hükûmet'
Kürt sorunu çözülecekse bu hak, bu öncelik elbette ki sıradan insanları dışarda bırakan, havassa yani devlet işine aklı eren ricale, daha açık söylemek gerekirse Cumhur İttifakı’nın akıldânelerine ama en çok da onların en akıllısına mahsus olmalıdır. Bir başka değişle, Devlet aklı, olsa olsa, bizzat, Bay Devlet’in aklı olmalıdır -ki zaten ancak Bay Devlet’e mündemiç ve Bay Devlet’le mücessemdir.
Fransızların Raison de l'État dediğine hikmet-i hükûmet diyordu eskiler. Her iki kavram arasında farklar yok değil; lâkin lafı uzatmayayım. Şimdilerde Devlet aklı (“D” illâ büyük yazılmalıdır) deyip geçiyoruz. Sonuncusu da ilk ikisinden farklı bir îmâya sahip. Devlet aklı deyince zihninize, devletin (daha doğrusu devletin adına, onu ete kemiğe bürüyen bürokrasinin) akılcı/rasyonel kararlar alması, devletin enine uzununa bir SWOT analizi yapması, düşünüp taşınması, yani bir karar almadan önce alternatif çözüm yollarının güçlü ve zayıf yönlerini, bu çözüm yollarının açtığı fırsatları ve tehdit/tehlikeleri rasyonel bir şekilde masaya yatırması, devletine akılcı bir yolla karar alma süreçlerini işletmesi türünden anlamlar geliyorsa yanılıyorsunuz. Hele hele Devlet aklını “…tarihin çekiç ile örs arasında şekil verdiği devletin kendine özgü kişiliğinin ve geleneğinin eseri” olarak tanımlamaya başladıysanız sizinkine yanılmak değil, zırvalamak, saçmalamak da dense yeridir. Haklısınız, “Sen Oğuz soyunun mensubu olmadığın için bu devlet geleneğini anlayamıyorsun!” diyebilirsiniz; ne diyeyim, siz de haklısınız.
Devlet aklı denince ne kastedildiğini anlamak için onun eski tabirle ifadesine, hikmet kavramına daha yakından bakmak gerekiyor: Hükûmetin hikmeti. İşler, hikmet kavramı yerine, şimdilerde kullanmaya alışkın olduğumuz türden bir akılı kullanınca iyiden iyiye karışıyor; aslına birbirleri ile eşanlamlı değil, neredeyse zıt anlamlı kavramlar, akıl ve hikmet. Akıl deyince aklımıza rasyonalite geliyor, hikmet ise (Kubbealtı’nın tanımladığı şekliyle) “Cenâbıhakk’ın her şeyi yerli yerince yaratma, her şeyi lâyık olduğu yere koyma sırrı”, “Âlemin insanlar tarafından anlaşılamayan gizli amacı[nı]” îmâ ediyor. “Allah’ın kulun kalbine eşyânın hakîkati hakkında koyduğu, akılla elde edilemeyen kalbî ilim, eşyânın hakîkatini olduğu gibi bilme”, “Tanrı ile kâinat, insanla âlem arasındaki bağları, âlemle ilgili gerçekleri kavrama ilmi”, “…bir şeyin oluşundaki akıl erdirilemeyen sebep, gizli sebep” gibi anlamlara da sahip. Belki de hikmet-i hükûmeti, devlet aklı değil de devletin/hükûmetin kerâmeti yani “Bir ermişin, Allah’ın kendisine yakın kullarına lütfettiği olağanüstü şeyler yapma gücü ile ortaya koyduğu, akıl sınırlarını aşan tabiat üstü iş, hârikulâde hal” manasında tanımlamak daha doğru. Biz gene devlet aklı ile devam edelim ama aklımızın bir köşesinde dursun; buradaki akıl, rasyonaliteyi değil daha çok bir kerâmeti; kerâmeti kendinden menkul bir aklı imliyor -ki bu açıdan bakınca Devlet Bahçeli’nin sözlerine giydirilen Devlet aklı ceketi de bu mânâya pek bir yakışıyor.
Siyaset* kitabının ünlü “çevirmeni”! Mümtazer Türköne de Devlet aklının “…gerçekte ‘devlet aklını’ değil, devlete ait bir ‘neden’i veya ‘gerekçe’yi” ifade ettiğini, “Devletin kendi ihtiyaçlarına, gözettiği âlî menfaatlere uygun bir şekilde, karışık konularda rutinin dışına çıkan” kararları vurguladığını belirtiyor. Devlet aklı ona göre, “Türkiye’yi yöneten siyasetçilere indirgenemeyecek bir [akıl”, “tarihî tecrübenin eseri [olan akıl] ya da “Devletin varoluş şartlarını belirleyen böyle bir konuda tasarrufu münferit bir [akıldır.]” Nitekim, Türköne, “…devlet yönetmenin… aklı da içine alan ‘hikmet’ dolu bir iş olduğunu[n]” altını çizer: “Bu deyimde, biraz da sıradan insanları dışarda bırakan ‘havass’a yani devlet işine aklı eren ricale ait bir alandan bahsedildiği" notunu da ekler. Devlet işlerinin kahvehane dedikodularına konu edilmesi, her önüne gelenin fikir beyan etmesi durumu da ‘devletin ayağa düşmesi’ olarak yorumlanır. Şeksiz, şüphesiz yerinde bir tanım. Doğru ya da haklı demedim, Devlet aklı denilen garâbeti içeriden, bihakkın izah eden bir tanımdır dedim; “…sokaktaki vatandaş[ın] devleti yönetenlerin sahip olduğu bilgilere sahip [olmadığını], üstelik bunları bir araya getirip sebeplerle sonuçlar arasında ilişki kurup doğru olanı belirleme yeteneğinden de mahrum [olduğunu] Bu yüzden ‘halkın ne düşündüğü’ değil, hikmet-i hükûmete göre ne düşünmesi gerektiği[nin] önemli [olduğunu]. [Halkın] [n]e düşünmesi gerektiğine de devleti yönetenler[in] karar ver[eceğini]” muştulayan bir düşüncenin, haklı olduğunu söyleyecek kadar bunamadım daha.
Devlet aklı kavramının içeriden bir tanımı olarak bakıldığında Türköne’nin açıklamaları gayet önemlidir. Devlet aklı olarak günümüz diline sadeleştirdiğimiz hikmet-i hükûmeti tüm çıplaklığı ile anlatabildiğini düşünüyorum. Türköne bu şekilde tanımladığı Devlet aklı kavramını, Bahçeli’nin Kürt sorunu ile ilgili açıklamalarına aplike eder. Öyle ki, Türköne sanki bizden, esbâbımûcibesini anlamasak, nedenini niçinini bilmesek de Bahçeli’nin, zat-ı âlîlerine hissikalbelvukû âşikâr oluveren açıklamalarındaki latent hikmeti görmemizi, bu sözlerin ardındaki kerâmete ermemizi ister gibidir.
Kürt sorununun çözümü gibi Devlet’in (“D” mutlaka ama mutlaka kapital olmalı) önemli işlerinin kahvehane dedikodularına konu edilmesini, her önüne gelenin fikir beyan ederek Devlet’in ayağa düşmesini isteyecek değiliz ya! Ne şüphe! Kürt sorunu çözülecekse bu hak, bu öncelik elbette ki sıradan insanları dışarda bırakan, havassa yani devlet işine aklı eren ricale, daha açık söylemek gerekirse Cumhur İttifakı’nın akıldânelerine ama en çok da onların en akıllısına mahsus olmalıdır. Bir başka değişle, Devlet aklı, olsa olsa, bizzat, Bay Devlet’in aklı olmalıdır -ki zaten ancak Bay Devlet’e mündemiç ve Bay Devlet’le mücessemdir. Elbette Kürt sorununun çözümünde halkın ne düşündüğü değil, hikmet-i hükûmete göre ne düşünmesi gerektiği önemlidir. Halk kim, toplum kim ya! Bir avuç ayak takımı, maraba işte. Halk dediğin mob’dur, mob! Halkın ne düşünmesi gerektiğine de devleti yönetenler karar vereceklerdir; vermelidirler.
Mümtazer Türköne’nin dilinde, kaleminde Kürt sorununa teğellenen Devlet aklı söylemi, Kürt sorununu toplumdan dışlayarak onu devlete ait bir nedene ve/ya gerekçeye tahvil eder; Kürt sorununun çözümünde toplumu nesneleştirmenin ideolojik örtüsü haline getirilir. Tarihî tecrübenin eserine dönüştürülerek kadim bilgeliğin modern izdüşümü olarak tanımlanır; “Türk devlet geleneğinin” DNA’sına nakşedilerek mistifiye edilir; “devlet işine aklı eren ricalin” omuzlarına hasredilerek genelde Cumhur İttifakı’na özelde Devlet Bahçeli’ye tevdi edilir. Akıldan, rasyonelden itelenir, hikmetin “Türkiye’nin (âlemin) toplum (insanlar) tarafından anlaşılamayan gizli amacı ve akılla elde edilemeyen kalbî ilmin tezahürü ve eşyânın hakîkati olarak tanımlanarak bir mukaddes vazifeye dönüştürülür. Kürt sorununun çözümü artık değil çoğulluğun, çoğunluğun bile çözebileceği bir sorun değildir; Mümtazer Türköne Kürt sorununa konbinlenmiş Devlet aklını, Devlet Bahçeli’ye siparişlenmiş bir haute couture politik tasarım haline getirir. Türköne ister ki, ona mahsus konbinlediği özel sipariş, el dikişi Devlet aklı libasını giyer giymez Devlet Bahçeli, Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel, Frank, alayı birden Türkiye’de Devlet Bahçeli’yi “silkmeye” kalkışıp Kürt sorununu onun elinden almaya çalışsalar da başaramasınlar. Anadolu çocuğu Devlet Bahçeli Hans’a bir tokat, Sam’a bir tekme, öbürüne bir kafa vurup Kürt sorununu tığteber şâh-ı merdan, tek başına çözsün. “Çözsün” dediysek, işte, Anayasayı değiştirsin, Erdoğan’a yeniden adaylık yolunu açsın, Cumhur İttifakı ilelebet payidar kalsın. Gökten iki elma düşsün, biri Erdoğan’ın, diğeri kendi başına olsun. Onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine.
Keyifli günler…
*Benim kütüphanemde Lotus yayınlarının 2008 baskısı var.
Mete Kaan Kaynar Kimdir?
1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.
'Çözümsüz Barış' değil 'Demokratikleşme, Barış ve Kardeşlik' süreci 13 Ocak 2025
Aylak bakkalların 'Çözümsende' oyunu 06 Ocak 2025
Askerî ücret tespit komutanlığı 30 Aralık 2024
Silkildik ey halkım unutma bizi 23 Aralık 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI