Örselenmiş kadın sendromu
‘Örselenmiş kadın sendromu’; eşi/partneri tarafından sistematik fiziksel/duygusal/cinsel yönden istismara uğramış kadınların tıbbi ve psikolojik durumlarını ifade eden bir kavram olarak ele alınıyor.
Geçtiğimiz günlerde Melek İpek davasının 53 sayfalık gerekçeli kararı açıklandı. Melek İpek hakkında özetle, sanığın olay öncesi gerçekleşmiş ve olay sırasında da gerçekleşmesi ve tekrarı muhakkak olan kendisine karşı yöneltilen hukuka aykırı hayat, vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğüne karşı saldırıyı savunma zorunluluğu içerisinde sanığın içerisinde bulunduğu mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan ötürü saldırı ve savunma arasındaki oranın aşıldığı anlaşılmakla, sanık hakkında TCK 27/2 maddesi delaletiyle CMK 223/3-c maddesi gereğince sanığın bu eylemde kusurunun bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verildi.
Karara elbette çok sevindik. Diğer yandan, gerekçe bakımından az rastlanır bir karar. Sistematik şiddete maruz bırakılan kadınların şiddet failini öldürdüğü vakaların çok çok azında meşru müdafaa incelemesi yapılıyor. Tabii burada toplumun verdiği yoğun tepkinin de çok önemi var. Ancak biliyorsunuz, dileğimiz adaletin, toplumun yoğun tepkisi olmadan da tecelli edebilmesi.
Melek İpek kararında, her ne kadar meşru müdafaa nedeniyle beraat yerine, eylemde sınırın aşılması sebebiyle ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesini şahsen doğru bulmasam da sonuç bakımından bir değişiklik yok. Neticede, Melek İpek ceza almadı. Fakat teknik olarak hukuki anlamda önem taşıyan ince bir detay. Fikrî olarak, uygulamada, bu ve benzeri vakaların meşru müdafaa olarak görülmesi şiddete karşı mücadelede önemli bir yol kat etme olacaktır.
Bunu da başaracağımıza olan inancımızı şimdilik bir yana koyarsak; Melek İpek vakası vesilesiyle “Örselenmiş Kadın Sendromu”ndan bahsetmek ve bu kavramı daha kullanılır hale getirmek de kadın mücadelesinin gelişimi bakımından önemli. Her ne kadar kadın mücadelesi içerisinde sık zikredilen bir kavramsa da hukuken aşina değiliz. Kanımca, TCK’da yer alması da gerekiyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Türkiye’de bu konu hakkında yazılı pek az kaynak var. Yapmış olduğum araştırmada da, bu konudaki tek ve en detaylı makale de -yanlış belirtiyorsam affola- Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Özgür Küçüktaşdemir’e ait. Umarız bu kavram üzerine üretilenler artar ve bizler de daha çok faydalanırız.
PEKİ, NEDİR BU ‘ÖRSELENMİŞ KADIN SENDROMU’?
‘Örselenmiş kadın sendromu’ genel olarak; eşi veya partneri tarafından sistematik fiziksel, duygusal veya cinsel yönden istismara uğramış kadınların tıbbi ve psikolojik durumlarını ifade eden bir kavram olarak ele alınıyor. 1975 yılında Lenore Walker tarafından ileri sürülmüş ilk olarak ve özellikle 1979 yılı itibariyle ABD hukuk sisteminde sıkça kullanılan bir kavram olmuş.
Bu kavram; sistematik şiddet mağduru kadınların, ölüm korkusu ve riskiyle işledikleri öldürme fiilleri dolayısıyla meşru müdafaadan faydalanabilmelerini sağlıyor. Dr. Lenore Walker’a göre sistematik şiddet neticesinde kadınlarda, şiddet döngüsü neticesinde öğrenilmiş çaresizlik baş gösteriyor. Bu şiddet döngüsü kabaca 3 aşamayla tanımlanıyor. İlk aşama olan gerginlik evresinde; erkek, ilişkide gerginliği tırmandırıyor, kadına şiddet uygulayacağı mesajını veriyor, psikolojik şiddet ve hatta basit fiziksel şiddet uyguluyor. Kadın bu noktada ne kadar çabalasa da gerginliği azaltamıyor. İkinci aşama olan akut hırpalanma evresinde, erkek ağır psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet uyguluyor. Sonra pişman oluyor, özür diliyor. Üçüncü aşamada, erkek tekrar şiddet uyguluyor ve bu durum kadın için artık kaçınılmaz bir sonuç haline geliyor. Her an şiddete maruz bırakılacağı korkusuyla yaşamaya başlıyor. Şiddet giderek daha da artıyor. Bu döngü neticesinde, kadın için artık öğrenilmiş çaresizlik duygusundan bahsetmek mümkün hale geliyor. Kadın başvurabileceği çarelere de başvuramayacağı bir ruhsal çöküntü içine giriyor. Bununla birlikte, kadının şiddet failinden uzaklaşamamasında veya hukuki çarelere başvuramamasında toplum baskısı da önemli bir etken olarak durmakta. Örselenmiş kadın sendromu kavramı, bu baskının irdelenmesine ve çözümlenmesine katkı sağlayacak bir kavram.
Türk Ceza Kanunu’nda ceza sorumluluğunu kaldıran ve azaltan haller, 24. ve 34. maddeler arasında belirtmiştir. Bunlar şöyle sıralanıyor; kanunun hükmü ve amirin emri, meşru savunma ve zorunluluk hali, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası, cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit, haksız tahrik, hata, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik, geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma. Örselenmiş kadın sendromu bu hallerden; meşru müdafaa, haksız tahrik ve geçici akıl hastalığı olarak ele alınabiliyor. Bu noktada, kendisine sistematik şiddet uygulanan örselenmiş kadın failin cezası ortadan kalkabiliyor veya azalabiliyor.
Geçici akıl hastalığı denildiğinde, kadının maruz bırakıldığı ağır sistematik şiddetin kadının isnat yeteneğini ortadan kaldırması anlaşılabilir. Haksız tahrik ise adı üzerinde, yine ağır sistematik şiddetin kadının suç işlemeye yönelmesinde kışkırtıcı bir gerekçe olarak görülmesi demek. Fakat meşru müdafaa, teknik hukuk bakımından biraz daha karmaşık bir durum. Diğer yandan, hukuka yerleşmesini talep ettiğimiz de bu hal esasında. Örselenmiş kadın sendromu, ABD’de de sıklıkla meşru müdafaa bakımından ele alınıyor.
Meşru müdafaayı ve neticesini Türk Ceza Kanunu’nun 25/1 Maddesi; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” olarak ele alıyor. Yani, “gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan bir saldırı” söz konusuysa artık orada meşru müdafaadan bahsetmek mümkün olacak. Örneğin Melek İpek davasında, durum buydu; Melek en ağır şekilde sistematik şiddete maruz bırakılmış bir kadındı. Hatta şiddet faili, ölümünden önceki gün boyunca Melek’e saatlerce fiziksel, cinsel ve psikolojik olmak üzere eziyet suçunu işlemişti. Kaldı ki biz kadın mücadelesinde sistematik şiddetin zaten eziyet suçunu oluşturduğunu da iddia etmekteyiz. Melek, kendisinin ve çocuklarının öldürüleceğinden emindi, zira fail hem bunu açıkça defalarca dile getirmişti, hem hareketleriyle bu tehdidi uyumluydu hem de eve suç aleti olan bir tüfek getirmişti. Melek, faili bu tüfekle vurdu. Gerekçeli kararı okurken hem Melek’in hem çocukların hem de diğer tanıkların ifadelerini okurken kanım dondu. Feci bir eziyete maruz bırakılmış ve failin öldürme eylemini gerçekleştireceği muhakkak olan bu vakada Melek’in eyleminin meşru müdafaa olduğu açık. Melek, örselenmiş kadın sendromuna apaçık ve net bir örnek. Öğrenilmiş bir çaresizlik içinde. Başvurabileceği yollara da başvuramaz bir hale gelmiş maruz bırakıldığı şiddet neticesinde. Şiddet faili erkek bir ara evden çıkmış, yani saldırıya ara vermiş gibi görünüyor. Oysa, saldırının etkisi Melek üzerinde devam etmekte, had safhada korkuyor. Yalnızca kendini değil, çocuklarını da korumak istiyor. Saldırının devamının geleceği tüm delillerle ispatlı olan ve bu saldırının geleceğinden emin olan kadın, meşru müdafaa hakkını kullanıyor. Saldırıyı savuşturmada sınırın aşılması gibi bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla, beraat verilmesi gerekir. Fakat kararda, TCK m.27/2 (Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez) çerçevesinde yani, saldırıyı savuşturmada orantısız bir kuvvet kullanılarak sınırın aşıldığı gerekçesiyle ceza verilmesine yer olmadığına karar veriliyor. Yukarıda belirttiğimiz üzere, netice olarak beraatten farklı bir sonuç doğurmasa da, vakanın bu şekilde yorumlanması hem hukuka daha uygun hem de şiddete karşı çözüm bulmada hukuki bir gelişme.
Benzer bir durum, Nevin Yıldırım ve Çilem Doğan vakalarında da söz konusuydu fakat Çilem’e yalnızca haksız tahrik indirimi verilirken, Nevin’e indirim dahi verilmedi.
Ayrıca, belirtmek gerekir ki, yargılama esnasında kadın failin durumunun örselenmiş kadın sendromu olarak ele alınıp alınmayacağına ilişkin tespit, adli tıp kurumunca bilirkişi raporuyla yapılabilir. Hatta yapılması gerekecektir. Zira, konunun uzmanları tarafından bu tespitin yapılması önem taşımaktadır ve rapor önemli bir delil teşkil edecektir.
Bu açıklamalar doğrultusunda hukuki bir sonuç olarak; kanımca “örselenmiş kadın sendromunun” Türk Ceza Kanunu’nda cezayı azaltan veya kaldıran haller arasında sayılması önemli. Örselenmiş kadın sendromunun, travma sonrası stres bozukluğu sebebiyle “Beklenemezlik İlkesi” doğrultusunda, Türk Ceza Kanunu’nun 28. maddesinin veya 27/2 maddesinin kıyasen uygulanması, örselenmiş kadın sendromunun Yasa’da açıkça tanımlanmasının yerini tutmaz. Bu tanımın yapılması ve cezayı kaldıran/azaltan hal olarak Yasa’da yerini alması, kadına yönelik şiddetin azalmasında oldukça önemli bir rol oynayacaktır.
Peki, “örselenmiş kadın” ifadesi doğru bir ifade mi?
Yıllar önce bir yayında bu kavramdan bahsettiğimde, sunucu gayri ihtiyari gülmüş, güldüğü için de özür dilemişti. Sanırım kavrama yabancı olduğundan ilk etapta komik gelmişti. Fakat elbette, bu ifadenin doğruluğunu komiklik unsuru üzerinden tartışmayacağız.
“Örselenmiş kadın” ifadesinin kadını pasifize ettiğini, eyleyen değil edilgen bir yapıya sıkıştırdığını, dolayısıyla “şiddete uğrayan” ifadesinin daha doğru olacağını, diğer yandan bu ifadenin şiddet failine cezai yaptırım uygulanması gerekliliğini de çağrıştırdığını savunan bir görüş var. Doğrusu, oldukça haklı bir görüş. Lakin, şu aşamada sendromun anlaşılabilmesi ve daha çok kullanılabilir hale gelmesi bakımından “örselenmiş kadın” ifadesinin kullanılmasında da şimdilik bir sakınca olmadığı kanaatindeyim. Bu kavramı, yasal düzenleme boyutunda konuşabilir hale geldiğimizde muhakkak ifade üzerinde de durmak mümkün olacaktır.