Ortadoğu’da yönetimlerin kadın saçı korkusu

İran’daki tablodan devrim beklenmese de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da açık. Engelleme, baskılama ve yasaklamalar nafile çabalar

Google Haberlere Abone ol

Mehmet KAYA*

Mahsa Amina’nın İran’da saçının görünmesi nedeniyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınması ve gözaltı merkezinde işkenceyle öldürülmesi vakası tüm dünyayla eş zamanlı olarak Diyarbakır’da da geçtiğimiz Pazar günü protesto edildi. Diyarbakır Mahabad Bulvarı üzerinde bulunan Dünya Kavşağı’nda yapılan protesto gösterisi, bir gün öncesinde valilik tarafından ‘‘kamu düzeni ve güvenliği’’ gerekçesiyle yasaklandı. Kadınların, ‘‘Barışçıl gösteri ve yürüyüş hakkı engellenemez’’ şiarıyla protesto hakkını kullanma ısrarı üzerine polisler Dünya Kavşağı’nda etten duvar oluşturdu; kadınlar ablukaya alındı. Engelleme ve baskılama çabalarına rağmen kadınlar eylemi gerçekleştirdi.

Protesto, Türk Hükümeti’ne karşı yapılmadığı ve kamu düzeni açısından somut tehdit ve tehlike oluşturmadığı halde neden yasaklama kararı alındı?

Mahsa Amina’nın gözaltı merkezinde öldürülmesi zamanımızın büyük toplumsal ve siyasal vakalarından biri haline geldi. Vaka sonuçları itibarıyla öyle bir hal aldı ki; İran’daki protesto ve eylemler 1979 devrimi öncesini hatırlattı. 1979 devrimi öncesi despotik koşullar altında yaşayan madunlar, yoksullar, gençler ve feministler benzersiz bir kamusal alan olarak sokakları, sisteme karşı itiraz alanı olarak kullandılar.  Sıradan insanların ‘‘kademeli moleküler değişiklik’’ler yaparak var olan kompozisyonu değiştirme çabaları, devrimci sol güçler, İslamcılar ve diğer muhalif güçler için pasif devrimin koşullarını oluşturdu. Mahsa Amina protestolarında olduğu gibi başlangıçta otoritenin zayıflatılması ve değiştirilmesi amacından ziyade daha iyi bir yaşam için yapılan mücadele sonunda devlet iktidarını hedefledi. Diyarbakır başta olmak üzere Ortadoğu’da kadın mücadelesinin bütün etkinlik ve aktivelerinin keyfi ve hukuka aykırı olarak engellenmesinin altında yatan neden; bu ‘‘kademeli moleküler değişikliğin’’ yaratacağı devinim ve dinamiklerdir.

Kadınlar; hem işçi ve öğrenciler gibi fabrika, okul, dernek vs gibi resmi kurum ve yerlerin içindeler hem de işsizler, göçmenler, sığınmacılar ya da esnaf ve işportacılar gibi resmi kurumların dışında akış halinde olan yapısal olarak atomize bireyler(grup). Bu nedenle statükocu yönetim ve güçler karşısında her türlü protestocu yapıdan daha fazla aktif veya pasif devrimci gücü bünyesinde taşıdığı için ciddi tehdit unsuru olarak görülmektedir. Bu protestolar da makul ve meşru bir zemine dayandığı için kadınlar; devrim sonrası İran’daki işsizler, Bombay’daki serbest meslek mensubu kadınlar, İngiltere’deki ev kadınları ve Bombay’daki işportacılar gibi muhteşem bir örgütlenme ve değişim yaratma potansiyeline sahipler. Kadın hareketinin bu potansiyelini; muhtemelen despotik yönetimler daha çok fark etmiş halde. (Bakınız yakın tarihte 28 Şubat muktedirleri kadın saçıyla [türban] uğraştıkları için kadın mücadelesi neticesinde tarihi yenilgi aldılar. Kadın saçıyla iktidara gelen bugünkü Türk Hükümeti, kadın mücadelesinin yaratacağı devinim ve değişimden korktuğu için kadın hareketinin her türlü eyleminde amaç ne olursa olsun korkmaktadır.) Öte yandan herkes İran’daki eylemler sonrası kadınların muhteşem devrimci potansiyelini görmek ve farkına varmak zorunda kaldı.

KADINLAR DEĞİŞİM, YÖNETİMLER STATÜKOYU KORUMA PEŞİNDE

Ortadoğu’da devletler sınırlarla birbirinden ayrılmış olsa da gerçekte bu devletlerin hem yönetimleri hem de erkek egemenlikli toplumsal yapıları siyam ikizidir. Ortadoğu’da Türkiye dâhil tüm devletler ve iktidarlar; tartışma, itiraz, gösteri ve yürüyüşlerin yanı sıra protesto içerikli sanatsal faaliyetleri yasaklama veya engellemede tereddüt etmiyor. Temel haklar ve özgürlüklerden sayılan bu hakları, keyfi ve hukuksuz yorumlarla engellemeyle yetinmeyerek dahası mahkemeler eliyle cezalandırıyorlar. Bu yöntemlerle kişilerin görüş, düşünce ve yargılarının bile yönetimlerinin arzu ve isteğine göre şekillenmesini istiyorlar. Böylelikle "kuşku, düşünme ve aklıselime zihinde yer kalmasın" diyorlar. İnsanları aldatmak ve dizginlemek için de din maskesini kullanıyorlar. Bütün bu yöntemlerin tek amacı var: Statükoyu korumak. İran’daki eylemlerde veya Türkiye’de görüldüğü üzere her türlü itiraz ve protesto ‘‘dış güçlerin oyunu’’ veya ‘’ABD emperyalizmine alet olma’’ gibi safsatalarla meşru zeminden çıkarılmak isteniyor. Aslında bu söylemin arkasına gizlenmiş olan iradenin arzusu, köleleştirmeyi sürdürmedir. Despotik yönetimler veya din tacirleri ve mollalar büyüklenebilsin diye yaşamı cehenneme çevirmeye dayalı bu yaklaşımlara; kadın öncülüklü eylemlerle itiraz ediliyor. Devlet ve toplum olmanın temeli olarak dayatılan ‘‘teklikten’’ nefes alınmadığını haykırıyor kadınlar. Çünkü insan haklarına dayalı, demokratik hukuk devleti veya toplum olmanın temeli ‘‘birlik’’ değil, olamaz da. Temel; çokluk, farklılık, benzerlik kadar benzeşmezliktedir. Düşünmeyi ve gelişmeyi sağlayan devinim özdeşlik değil, farklılıktır.  Devletlerin ve bireylerin görevi kendine benzemeyeni sevmek değil, ona saygı duymaktır. Sevmek için herhangi bir şeye gerek yok, devletler açısından herkese eşit mesafeden durmak; bireyler için de insan olmak yeterlidir.

Kadınlar, bu gerçeklikten hareketle başta İran olmak üzere her yerde statükoya itiraz ederken neyi hedefliyorlar aslında? İlk temel hedefleri daha barışçıl ve adil yönetimler ile daha yaşanabilir bir dünya oluşturma. Lokal olarak devletlerin ve erkek egemenlikli zihniyetin dayattığı normları, düzenlemeleri, kurumları ve disiplinleri kabul etmiyorlar. Realiteden hareketle devletin ve geleneksel yaşamın yarattığı kurumlara güven duymuyorlar. Haneden başlayarak yaşamın her alanında devletin ve geleneğin dayattığı / yönlendirdiği yaşam yerine kendi tercihlerine / iradelerine uygun özerk bir yaşam arzuluyorlar. Kadınları veya ezilen, yok sayılan her kesimi bypass çözümlerle köhnemiş kurumlara eklemlemenin mümkün olmadığını söylüyorlar.  Her türlü sınırlayıcı veçheleri reddederek özgürleştirici boyutu sahipleniyorlar. Bu nedenle statükocu kesimler dışında eylemleri, protestoları ve talepleri ilgiyle takip edilip destekleniyor. İran’da kadın öncülüklü Doğu Kürdistan’da başlayan eylemlerin kısa sürede ülkenin 80 vilayetinde kabul ve destek görmesinin nedeni sanırım bu.

İRAN’DA DEVRİM DE ESKİ DÜZEN DE BEKLENMİYOR

Rusya ve Ukrayna savaşı düşünüldüğünde Rusya bataklıkta ama rejim açısından ciddi bir tehdit veya tehlike görünmüyor. Ama İran’da kadın saçına el uzatma nedeniyle başlayan eylemler sonucu kimi karikatürlerde de görüldüğü gibi rejim kadın saçıyla idam sehpasına çekildi. Rejimin altındaki sandalye çekilir mi çekilmez mi şimdilik bilinmese de hiçbir şeyin eskisi olmayacağı görülüyor. Ülkede hali hazırda durum kısaca şöyle; eylemlerin 40 yıldır ülkeyi yöneten dini liderler için kısa vadede bir tehdit oluşturması beklenmiyor. Uzun vadede eylemlerin hem rejimi ve hem de toplumu etkileyeceği konuşuluyor. Bu eylemler; 2019 yılında Tahran Üniversitesi’nde yapılan saldırıyı protesto amaçlı isyandan bu yana gerçekleşen en geniş kapsamlı itiraz haline geldi. Zaten ekonomik zorluklar, enflasyon ve özgürlükler konusunda ciddi sorunlar yaşayan İran İslam Cumhuriyeti için bu eylemlerin ciddi bir çatlak oluşturacağı konusunda herkes hemfikir. Coğrafi açıdan şimdiye kadar yapılan en geniş kapsamlı ve öncekilerden farklı olarak kadın öncülüklü bu eylemlere, siyasal liderlikten yoksun olduğu için siyasal otoriteyi zayıflatmayacağı düşüncesiyle ilk günlerde müdahale edilmese de şimdilerde silahlı müdahaleyle bastırılmaya çalışılıyor.

İran hükümeti eylemleri bastırma amaçlı, muhalif Kürt örgütlerine silahlı saldırı gerçekleştirirken Kürt kentlerinde de Peşmerge kıyafetiyle evlere baskın düzenleyerek halktan insanları gözaltına alıyor. Şu ana kadar çok sayıda kişi yaralandı, katledildi. Yüzlerce kişi gözaltına alındı ve aileleri haber alamıyor kendilerinden. Rejimin sert müdahale yöntemi bir anlık şaşkınlık yaratsa da başta kadınlar olmak üzere halk yeniden sokaklarda ve protesto alanlarında. Protestocular dünyadan destek beklerken özelikle İran Kürdistan’ındaki Kürtlerin Kürdistan’ın diğer parçalarında yeterli destek ve dayanışma görmediklerine ilişkin sitemleri de gözlerden kaçmadı.

İran’daki tablo şimdilik böyle ve bu tablodan devrim beklenmese de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da açık. İran’da madunların, yoksulların, gençlerin ve değişimden yana olan herkesin desteklediği kadın öncülüklü bu eylemler bir kez daha gösterdik ki kadın deviniminden kısa sürede devrim çıkmasa bile değişim kaçınılmaz. Türkiye’de kadın öncülüklü eylemlerde de benzer gelişmeler görülüyor. Her eylem ve protesto, statükoda bir çatlak yaratıyor. Çatlaklar çoğaldıkça yama yetmeyecek; değişim kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında kadın hareketinin her eylemini kuşatma altına almakla değişim mücadelesinden vazgeçme sağlanamayacağı gibi değişimden de kaçınılmayacaktır. Engelleme, baskılama ve yasaklamalar nafile çabalar…

*Avukat-Diyarbakır Barosu