Oscar’ın favorisi Japon: Drive My Car
Abartısız ve samimi bir atmosfer sunumu yakalayan 'Drive My Car', kendi yatağında akan bir nehir huzurunda devam eden başarılı ve özgün bir uyarlama olmuş. Ticari sinemanın ödüllendirildiği Oscar yarışında giderek daha fazla şansının olduğunu görmek sinema namına umut verici.
10 dalda Oscar ödüllerinin kısa listesi açıklandı. Benim için Oscar ödülleri namına en büyük merak konusu Amerika dışındaki filmlerin yarıştığı, yeni ismiyle En İyi Uluslararası Film kategorisi olmuştur. Farklı ülkelerin öne çıkan filmlerinin aynı listede karşımızda belirdiği aday listesinden yeni keşifler yapmak beni her dâim heyecanlandırır. Bu yıl rekor bir katılımla 93 ülkeden başvuru yapılmıştı. İlk eleme sonucunda, geçen hafta sona kalan 15 film belirlendi. İkinci elemede ise resmi aday statüsü elde edecek 5 film açıklanacak. 15 film arasında Latin Amerika’dan, İskandinavya’ya; Balkanlar’dan Uzakdoğu ülkelerine kadar oldukça çeşitli bir dünya sineması seçkisi oluşmuş durumda. Eskiden çoğunlukla Avrupa ülkelerinden çıkan filmlerin öne çıktığı liste, artık daha çeşitli hale geldi.
15 film arasında daha önce iki kez Oscar kazanan Asgar Ferhadi, yeni filmi "A Hero" ile yer alsa da bu sene favori olduğunu söyleyemeyiz. 2019’da olduğu gibi bu yıl da Oscar ödülü Uzakdoğu yoluna düşecek gibi duruyor. İki yıl önce Güney Kore’nin adayı "Parazit"’in aldığı ödülün bu yıl en güçlü adayı Japon yönetmen Ryûsuke Hamaguchi’nin Haruki Murakami uyarlaması filmi "Drive My Car" olduğunu söyleyebiliriz.
OSCAR'A UZAK COĞRAFYA UZAKDOĞU
Oscar ödülü az coğrafyalardan biri şaşırtıcı biçimde Uzakdoğu’dur. Çin, Tayvan, Hong Kong, Tayland, Kore, Japonya, Vietnam ve Tayland arasında Güney Kore Adına Bong Joon-ho’nun "Parazit", Tayvan adına Ang Lee’nin "Kaplan ve Ejderha" ve Japonya adına "Departures" filminin kazandığı Oscar ödülleri var. Kurosawa’nın Sovyetler Birliği için Rusya’da çektiği "Dersu Uzala" filmiyle kazandığı Oscar ödülünün Sovyetler Birliği hanesine yazıldığını belirtelim. Yorum yapmak için erken olsa da bu yıl Oscar ödülü yıllar sonra, Murakami öyküsünden yapılan özgün bir uyarlamayla Japonya’nın yolunu tutacak gibi.
SİNEMADA MURAKAMİ UYARLAMALARI
Japonya’nın Batılı yazarı Murakami, üretkenliğiyle zengin bir literatür ortaya çıkardı. Beslenme kaynaklarını Japon edebiyatından ziyade Amerikan ve Avrupa edebiyatlarına yaslayan yazar, kimi Japon eleştirmenlerce yerel özellikler göstermemesi açısından eleştiriliyor. Ancak onun “yerel olmayan” edebiyatı dünyanın her yerinde Japon edebiyatının sadık bir okuyucu kitlesini yarattı. Murakami’nin 20’ye yaklaşan romanı, 60’a yakın öyküsü ve bir dizi deneme ve diğer eserleri var. Bu geniş çeşitlilik sinemacılar için önemli bir cazibe merkezi. Ancak insanın kişisel ruh halinin ve içsel yolculuğunun fotoğrafını çeken Murakami’yi görsel dünyaya aktarmak hiç de kolay olmuyor. Sayıca az da olsa kültürel olarak oldukça geniş bir hatta Murakami uyarlamalarından söz etmek mümkün. Japon, Vietnamlı, Koreli hatta Meksikalı ve Amerikalı yönetmenler onun eserlerinden uyarlamalar yaptılar. İlk romanı "Hear the Wind Sing", 1982’de aynı isimle Japon yönetmen Kazuki Ohmori tarafından sinemaya uyarlanmıştı. 1983’de "A Girl, She Is 100%" isimli öyküsü aynı isimle Naoto Yamakawa’nın kısa filmine kaynaklık etmişti. 2005’te ise yine bir Japon yönetmen Jun Ichikawa, "Tony Takitani" öyküsünü aynı isimle sinemaya uyarladı. Japon olmasına rağmen Batılı bir ismi olan ressamın yaşadığı toplumsal yabancılaşmanın etkilerine odaklanan çalışma, uzun zaman sonra çekilen ilk uzun metraj Murakami uyarlamasıydı. 2008’de İsveç doğumlu Amerikalı yönetmen Robert Logevall, Murakami’nin kısa öyküsü "All God’s Children Can Dance"’ı aynı isimle sinemaya uyarladı. Film pek çok Murakami uyarlaması gibi beklenen etkiyi yapmaktan uzaktı. Meksikalı Carlos Cuaron’un yönettiği 2010 yapımı kısa filmi "The Second Bakery Attack", Murakami’nin aynı isimli öyküsünden çekilmişti. Murakami bu uyarlamaların hiçbirinden hoşnut olmadığını söyleşilerinde dilendiriyorken aynı yıl Vietnamlı meşhur yönetmen Tran Anh Hung, yazarın sevilen romanı "İmkansızın Şarkısı"’nı sinemaya uyarladı. "İmkansızın Şarkısı" güzel görüntüleri olan, tarihin belli bir döneminde geçen bir hikâyeyi yansıtmaya çalışan ama Murakami’nin edebiyat lezzetini görsel dünyaya taşıyamayan bir uyarlama olmuştu. 2018’de genç Japon yönetmen Daishi Matsunaga yazarın "Hanalei Bay" öyküsünden aynı isimle bir uyarlama çekti. Hawaii’de sörf yaparken köpekbalığının saldırısına uğrayıp kaybolan çocuğunun peşinden Hawaii’ye gelen bir kadının yaşamına odaklanan film derinlikli bir anlatımdan uzaktı. Aynı yıl çok ses getiren o zaman kadar yapılmış en iyi Murakami uyarlaması ise Güney Koreli yönetmen Lee Chang-dong’un çektiği "Burning" (Şüphe) isimli uyarlamaydı. Murakami’nin "Barn Burning" öyküsünden yapılan uyarlama Cannes Film Festivali’nde Fıprescı Ödülü almıştı.
MURAKAMİ TADINDA BİR UYARLAMA: BURNİNG
Japon,Vietnamlı, Meksikalı, Amerikalı ve Güney Koreli yönetmenler, bu naif öyküler yazan, toplumuna yabancılaşmış karakterlerin seyrini tutan Murakami’nin büyüsüne kapılmıştı ama onun edebiyattaki derinliğini görselliğin yaygın seyrine dönüştürmek hiç kolay değil.
Lee Chang-dong’un çektiği "Burning" (Şüphe), "Drive My Car" uyarlamasına kadar yapılmış en yetkin uyarlama olduğunu söyleyebiliriz. "Barn Burning" öyküsünde evli orta yaşlı bir adamın pandomim eğitimi alan parasız genç bir kızla kurduğu iletişim ve onun babasından miras kalan parayla Afrika seyahatine çıkıp orada ansızın tanıştığı sevgilisiyle yaşadıkları üçlü ve girift ağ anlatılır. Öyküde; Murakami’nin her zamanki ayrıntıları önemseyen, ince düşünülmüş cümleleri arasında karakterlerin inşasının seyrini takip ederiz. Yönetmen Lee Chang-dong öyküyü uyarlarken hem Murakami’nin edebiyatından izler taşıyan hem de Güney Kore’nin yerel özelliklerinden hareket eden değişiklikler yaparak anlatımını özgünleştirmişti. Yönetmenin en özel hamlesiyse Murakami’ye adeta selam gönderircesine filmde yazar adayının en sevdiği yazar olarak William Faulkner’dan bahsetmesiydi. Murakami’nin "Barn Burning" öyküsünde bu ayrıntı yoktur ama Murakami’nin öyküsü, William Faulkner’ın 1939’da yazdığı aynı isimli öyküsüne yapılan açıktan bir göndermedir. Konusu da benzerdir. Karakterlerin aile ilişkilerine baktığımızda Kore’nin açmazları karşımıza çıkar. Yazar olmak isteyen işsiz gencin annesi onu, küçükken terk etmiştir. Babası ise annesini bütün elbiselerini henüz çocukken ona yaktırmıştır. Babası da öfke patlamalarına engel olamadığı için hapistedir. 16 yıl sonra annesi çıka geldiğinde sohbetlerinin ilk konusu annesinin para talebidir. Âşık olduğu kız ise yüklü kredi kartı borcundan beş parasızdır. Üstelik ailesi de borçlarını ödemeden onu kabul etmez. Televizyonda ise Güney Kore’de genç nüfustaki rekor düzeye çıkan işsizliğin haberini duyarız. Film, ailenin kapitalizme yenildiği bir coğrafyanın fotoğrafı gibidir. "Burning" (Şüphe), hiç şüphesiz çok başarılı ve özgün bir Murakami uyarlamasıydı. Hem yazarın dünyasını es geçmiyor hem de Güney Kore’nin şiddet ve kapitalizmle kurduğu ilişkiyi görmezden gelmeyip yerel özellikleri filmde başarıyla yansıtıyordu.
ÖYKÜDEN FİLME 'DRİVE MY CAR': İNCELİKLİ, ÖZGÜN VE FARKLI
Ryûsuke Hamaguchi’nin "Drive My Car" uyarlamasında ise; yakın zamanda eşini kaybeden tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Kafuku, tiyatro festivalinin daveti üzerine Hiroşima’ya gidip orada Çehov’un "Vanya Dayı" oyununu sahneye koyacaktır. Geçirdiği kazadan ötürü artık ehliyeti iptal edildiği için festival ona genç bir kadın olan Misaki’yi şoför olarak ayarlar. Farklı bir şehirde, yeni insanlarla, üstelik çok sevdiği arabasını da kullanmasına izin verilmeden bir oyun sahnelemesi gereken Kafuku’nun işi hiç kolay değildir. Üstelik karısının ölmeden önce kendisini aldattığını gördüğü genç oyuncuyu da oyuna dahil etmiştir.
Yönetmen uzun metraj film için yeterli doneleri taşımayan öykünün yapısını farklılaştırıp zenginleştirmiş. Öyküde Tokyo’da geçen hikâye Hiroşima’ya taşınırken Hiroşima şehrinin ruhu da filme yedirilmiş. Filmin herhangi bir yerde değil de Hiroşima da geçtiği belirgin olarak izleyiciye hissettiriliyor. Tokyo’da sadece akşamları oyuna gidip gelirken Kafuku’nun araba tamircisinin tavsiyesiyle işe aldığı Misaki’yi, bu kez davet edildiği festival ayarlamıştır. Kafuku öyküde karısının ölmeden önce kendisini farklı erkeklerle aldattığını hisleriyle anlıyorken filmde fiziksel olarak karısını genç oyuncu partneriyle gören bir Kafuku karşımıza çıkar. Öykünün devamında karısıyla birlikte olan genç oyuncuyla ayda iki kez görüşüp onunla sohbet eden oyuncu, yaşadığı gerginliği ise şoförü Misaki’yle konuşacaktır. Bu sohbetleri giderek Misaki’le daha yakın bir iletişim kurmalarını sağlıyordur. Filmde karısıyla birlikte olan genç oyuncuyu bu kez yönettiği tiyatro oyununa dahil eder. Onula sohbetlere ise oyun provalarının dışında devam edecektir. Öyküde olmayan yan karakterler de filmi daha derinlikli hale getirmiş. Filmde oyuna dahil edilen dilsiz bir Koreli oyuncu ve onun anlayışlı Japon kocası filme yeni bir boyut kazandırıyor. Japonya’nın Kore’yle kurduğu uzun süreli sömürge ilişkisi ve dilini yasaklaması gerçekliğini de düşününce yönetmenin ustaca bir gönderme yaptığını söylemek mümkün. Öyküde enteresan bir değişiklik araba tercihinde karşımıza çıkıyor. Öyküde sarı bir Saab 900 Convertible kullanılır. Bu model üstü açıktır Öyküde arabada sadece arabanın üstü açıkken sigara içilebiliyordur. Kafuku, sürekli sigara içen şoförü Misaki’ye arabanın üstü kapalıyken de sigara içesine izin verdiğinde artık yakınlık düzeylerinin somut bir biçimde arttığını hissederiz. Filmde araba yine bir Saab’tır ancak sarı değil kırmız ve üstü kapalı ve sunrooflu bir modeldir. Sigara detayı ise sunrooftan uzanan iki sigara içen elle karşımıza çıkar.
Yönetmen; iki farklı sosyal sınıftan ve duyarlılıklardan gelen orta yaşlı Kafuku ve genç Misaki’nin arka koltukta oturan bir işveren ve şoför koltuğunda oturan bir çalışan denkleminde başlayan iletişimlerini, giderek ön koltukta oturan iki arkadaş düzeyine evriltip acılarını ve geçmişlerini birbirleriyle paylaştıkça iki dost düzeyine yaklaşan bir temas halinde onları resmeder. Yönetmen; oldukça incelikli, basit görünen bir olay örgüsü eşliğinde filmin içinde hazırlıkları devam eden Çehov’un "Vanya Dayı "oyununa da göndermeler barındırarak filmini oldukça içten bir anlatıma dönüştürmüş. Abartısız ve samimi bir atmosfer sunumu yakalayan film, kendi yatağında akan bir nehir huzurunda devam eden başarılı ve özgün bir uyarlama olmuş. Ticari sinemanın ödüllendirildiği Oscar yarışında giderek daha fazla şansının olduğunu görmek sinema namına umut verici.
Rıza Oylum Kimdir?
1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
'Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri': Israrla Kürtçesiz 02 Ekim 2024
'Dışavurumcu' İran sineması: Festivale film çekmek 07 Eylül 2024
Tuncay Akça’nın bilinmeyen başrolü: Bebek 21 Ağustos 2024
İktidardan muhalefete sürdürülemeyen film festivalleri 16 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI