YAZARLAR

Osman Hamdi Bey’den punk’a şecere çalışmaları

Arşivden Sonra oluşumunun şimdiye kadar gerçekleştirdiği konuşmaların büyük bir kısmı, arşivi hikmetinden sual olunmazlık tahtından indirmek üzerineydi. Uçan Süpürge Film Festivali ise 25 yıldır erkek yönetmenleri tahtından indiren çalışmaları bir araya getiriyor, cinsiyet normlarıyla bağlantısı güçlü öykü anlatma yöntemlerini alaşağı eden örnekleri sunuyor. İkisinin de tarihe bakarken şecere kavramında buluşması ilgiye değer bir rastlantıydı.

Dünyada kurumsal tarihi, teşhir ettikleriyle en çok yarışan müze sıralamaları yapılsa İstanbul Arkeoloji Müzeleri başlarda geliyor olmalı. Tabii ki teşhire nötr bir arkaplan olma iddiası, işin doğasına ters. Ancak Arkeoloji Müzeleri, var olduğu sürenin her aşamasında Osmanlı-Türkiye tarihinin yükünü de galerilerine taşıdı. İmparatorluğa kimlik biçen Müze-i Hümayûn yıllarından iki sene öncenin görkemli yeni teşhirine, kurumun tarihinden iddia hiç eksik olmadı.

Arşivden Sonra oluşumunun geçen ay İstanbul Postane’de düzenlediği Lübnanlı sanatçı Akram Zaatari’nin “Baba ve Oğul” başlıklı konuşması, bu iddianın ete kemiğe büründüğü tarihsel süreçlerden birinin, Osman Hamdi Bey’in zamanında müzeye de zemin olan, antik kent Sidon’daki kazılarının üzerineydi. Tabii MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi’nin kalıcı Osman Hamdi Bey sergisiyle konuşma arasında güncel bir bağ kurmak da mümkün. Ancak Osmanlı ve Türkiye sanat tarihinin bu “öncüsü” ne zaman güncel değil ki? Zaten Zaatari’nin baktığı yerden arkeoloji, geçmişe dönük bir eylemden çok güncel endişelerle bağını hiç yitirmeyen bir alan, 1887 Sidon kazıları ise kalıntıları bulunan Fenikeliler kadar Osmanlı’ya da dair ipuçları taşıyan bir proje.

Sanatçı Akram Zaatari, İstanbul Postane’deki “Baba ve Oğul” konuşmasında.

Kazı zamanı İmparatorluk, bugün ise Lübnan sınırları içindeki Sayda kentinde Fenike döneminden kalan Mısır lahitleri, konuşma kapsamında sanki bir sökük başı gibi, çektikçe egemenlik kavramının tarihsel seyrinin izlenebileceği bir hatta aracılık etti. Kendisi de Sayda’da doğan, sanatında arşivlerdeki kopukluklara odaklı Zaatari için Osman Hamdi Bey’in bu kazısı, kronolojik bir çizgide dökümü çıkarılacak bir vakadan çok dallanıp budaklanarak gelişen bir yapının görünen yüzü. Avrupa güçleri ile Osmanlı’nın köken ve aidiyet belirleme mücadelesi ve bu kalıntıların kime ait olduğu tartışmaları işin bir boyutunu oluşturuyor. Fenikeli bir baba ile oğlunun kendi ritüellerinin bir parçasına dönüştürdüğü Mısır lahitleri ise kimlik ve aidiyetin çatışma ve buluşmalarla dolu geçmişine pencere açıyor.

Ulusal kimliğin taşıyıcısı olarak müzelere biçilen rol, konuşmanın başlığında işaret edildiği üzere babanın kimliğinin devamı ve gelişmesi için biçtiği rolle aynıysa, Osman Hamdi Bey’in tespiti güç konumu ayrıca ilgiye değer. Sadrazam babası İbrahim Edhem Paşa’nın hukuk öğrenimi için gönderdiği, ancak resme merak saran Hamdi Bey’in bir “Tanzimat aydını” olarak bıraktığı miras da babasıyla ilişkisini aratmayacak çatışmalar içeriyor. Zira sanat tarihinin temize çekildiği her sefer, o da yeni bir atama ya da keşifle bir kurucu figür olarak karşımızda: “Osmanlı münevveri”, “Batılılaşma tarihinin kilit figürü”, “kendi kendine oryantalist ressam” vd. Zaatari’nin Boğaziçi Üniversitesi’nin sanatçı programı kapsamında başlattığı ve ilk sunumu 2014-2015’te SALT’taki Rahatsız Edici Konu sergisinde yapılan araştırması, Hamdi Bey’in birbiriyle çelişen tüm bu sıfatları almasının nedenlerine kapı aralıyor.

Tanzimat döneminden başladığımız bu hattı -çağrışımları engellemeden- takip ettiğimizde bambaşka bir dönem ve coğrafyaya, 1970’ler sonu Britanya’sına varmak mümkün. 25. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin “Perdeyi Sahipleniyoruz” bölümünde gösterilen belgesel Poly Styrene: Ben Bir Klişeyim de tıpkı Zaatari’nin konuşmasında olduğu gibi kuşaklar arası devamlılık fikrini odağına alıyor. Ancak bu sefer anne ve kız arasında bir devamlılık arayışı var. Dahası, Osmanlı Batılılaşması gibi yeni bir sürekliliğin arandığı bir döneme değil, kültürün kısa bir süreliğine askıya alındığı, kültürel göstergelerin boşalmasından kaynaklı bir karamsarlığın hüküm sürdüğü punk’a bakıyor.

Poly Styrene: Ben Bir Klişeyim

Filmde yönetmenlerden Celeste Bell’in, punk ikonu ve X-Ray Spex grubunun kurucu solisti olan annesi Poly Styrene’in bıraktığı mirası keşif çabasını izliyoruz. Günlük parçaları, fanzin kupürleri, düşük çözünürlüklü televizyon çekimleri ve amatör kayıtlarla bu mirası ortaya çıkarmanın imkânsızlığıyla, belgesel alışıldık müzisyen biyografilerinden epey uzaklaşıyor. Geleceğe miras bırakmayacağını haykıran bir akımdan böyle bir anlatı çıkarmanın zorluğunun da ötesinde, babası göçmen bir kadın olarak Poly Styrene’in erkek rock dünyasına “damgasını vurmasının” sürekli engellenmesi de bu uzaklığın sebeplerinden. Başka bir deyişle, tekrarı mümkün olmayan 1970’ler sonu punk sahnesinin olası kıldığı bu çığlığı bir şecereye oturtmak zor. Ancak Bell ve partneri yönetmen Paul Sng’in denemesi bile o çığlığın gücünü yansıtmaya yetiyor.

Arşivden Sonra oluşumunun şimdiye kadar gerçekleştirdiği konuşmaların büyük bir kısmı, arşivi hikmetinden sual olunmazlık tahtından indirmek üzerineydi. Hem arşiv oluşturma yöntemleri hem de içerikler bu zengin program kapsamında tartışmaya açıldı. Bu sene sinema yazarı Nil Kural’ın program direktörlüğünde gerçekleştirilen Uçan Süpürge Film Festivali ise 25 yıldır erkek yönetmenleri tahtından indiren çalışmaları bir araya getiriyor, cinsiyet normlarıyla bağlantısı güçlü öykü anlatma yöntemlerini alaşağı eden örnekleri sunuyor. İkisinin de tarihe bakarken şecere kavramında buluşması ilgiye değer bir rastlantıydı.


Erman Ata Uncu Kimdir?

İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Amsterdam Üniversitesi’nin film çalışmaları yüksek lisans programını bitirdi. Uzun yıllar Radikal gazetesinde kültür sanat muhabiri olarak çalıştı. Aralarında Argonotlar, Art Unlimited, Altyazı, Di’van, Duvar English, Istanbul Art News’un da olduğu yayınlara katkıda bulundu.