Osmanlı gerilemedi mi?
Mustafa Armağan’a göre “Osmanlıların 17. yüzyılda gerilemeye başlayıp çöküp gittiğini iddia etmek tarihe kalıp-yargılarla bakmanın acziyetinden” kaynaklanıyormuş. Yani Osmanlı ne geriledi ne de çöktü mü demek istiyor. Çökmedi çökertildi mi demeye çalışıyor? Kendi seyrinde ilerliyordu, bu da onun ilerleme biçimiydi, ne diye yıktınız diye Cumhuriyetçileri mi eleştiriyor? ‘Osmanlı aslında gerilemedi dünya ilerlediği için geride kaldı’ mı demeye çalışıyor?
Bu hafta seyyahlar yerine enteresan bir tarih yazma projesinden söz edeceğim. Tarih sevmeyenler hemen başka yazılara geçsinler zira mevzu oldukça sıkıcı. Konumuz başarısız kültür inşasının alternatif tarih yaratma konusundaki uzmanlarından Mustafa Armağan’ın “Osmanlı’nın gerilemediğini” kanıtlama çabası üzerine. Mustafa Armağan’ın Osmanlı’nın aslında gerilemediğine dair yazılarını[1] ilk okuduğumda yıl 2004 falandı, ben de o zaman 24 yaşında toy bir delikanlıydım... Yıllar sonra Mustafa Armağan bu yazısını kitaplaştırdı ve zamanın ruhu da bu işlere uyduğundan bu kitap sürekli baskı yapıp durdu. Bende de iki farklı baskısı var.[2] Mustafa Armağan'ın derlediği bu kitaplarda sadece giriş yazısı kendine ait. Geri kalanlar Donald Quartet, Cemal Kafadar, Halil İnalcık, Kemal Karpat, gibi tanınan bilinen Osmanlı tarihçilerinin yazıları. Ama kitaba ruhunu veren, vermeye çalışan elbette Armağan’ın giriş kısmı...
Mustafa Armağan’ın kitabının alt başlığının evrimine bakıldığında alternatif tarih yaratıcılığının ilerleyen yıllar içinde kendine güveninin nasıl geliştiğini de görüyoruz. Yazar, 2006’da ‘Osmanlı geriledi mi?’ diye soruyor. En azından bu anlamlı bir başlık. Okuyucuyu tartışmaya davet ediyor. Ama sonraki baskılarda kitabın başlığı ‘Osmanlı Tarihini Yeniden yazmak/Gerileme Paradigmasının Sonu’ oluyor.[3] Burada artık tevazu bir kenara atılmış ve okura ‘senin bu konuda kafa yormana gerek yok biz bu kadar uzman oturduk ve Osmanlının gerilemediği sonucuna ulaştık’ denilmekte. İlk baskıya nötr başlık nedeniyle yazı veren hocalar bu değişimden haberdar mıydılar, kitabın adı değiştirilirken onlara da soruldu mu bilemiyorum. ‘Gerileme Paradigmasının Sonu’ alt başlığıyla, sanki kitapta yazısı olan her tarihçinin gerileme paradigmasının sonuna ikna olduğu izlenimi veriliyor. Halbuki yazıların tonları ve odaklandıkları mevzular farklı. Mesela Halil İnalcık’ın yazısının Osmanlı’nın gerileyip gerilemediği tartışmasıyla bir ilgisi yok. İnalcık burada klasik dönemlendirmelere dönük itirazlarını dile getirmiş. Ama kitaba böyle bir çerçeve başlık konulunca Halil Hoca da ‘gerileme paradigmasının sonuna ikna olmuş’ Osmanlı muhipleri cemiyetinin bir üyesi gibi algılanıyor. Ne diyelim manipülatif bir yöntem.
Böyle iddialı başlıklarla ne amaçlanır zaten hiç anlamam. Daha önce de başka bir platformda Şeyh Bedreddin hakkında bu türden bir kitaba değinmiştim:[4] “Şeyh Bedreddin Hakkında Son Söz”. Aslında çok emek verilmiş bir kitaptır. Ama İslamcı tarihçiler neden bir tartışma alanını nihayetlendirmeye bu kadar meraklılar anlamak mümkün değil. Bu tür mevzular öyle kolay kolay ‘son sözlerin söylenip’ defterlerin kapatılacağı mevzular değil ki.
Neyse yazı bizi bize karşı savunan bir yabancı bulma geleneğimize sadık kalarak F. Braudel’den yapılan bir alıntıyla başlıyor “Her yerde bir atılım işareti olarak kabul edilen bir şey burada (Osmanlı İmparatorluğunda) nasıl olur da bir gerileme işareti olabilir?”[5] Braudel bunu ne için söylemiş, bu atılım işareti de neymiş bunu yazıdan öğrenemiyoruz. Braudel’in kastettiği Osmanlı pazarlarının Akdeniz’in geri kalanıyla olan bütünlüğüymüş. "Ticaretin bu denli gelişmesi Osmanlıda 17. yüzyılda yaşandığı söylenen gerileme ile çelişkili bir durum arz ediyor" diyor Braudel ve Osmanlının gerilemesinin aslında 19. yüzyıl başında başladığını söylüyor özetle.[6] Yani bu alıntı Osmanlının gerilemediğini falan savunmuyor; gerilemenin başlangıcıyla ilgili bir itiraz sunuyor. Ama bunun Mustafa Armağan için sanırım pek bir önemi yok. Braudel’den alınan moda deyişle ‘bağlamından kopuk’ bu alıntıyla Osmanlı’nın gerilediğini savunanlara daha baştan bir tokat indirilmiş olunuyor.
Her neyse Osmanlının gerilediğini savunan tarihçiler, sosyologlar, aydınlar, artık her kimseler, Braudel’in sözleriyle ‘tokadı yedikten’ ve Braudel’in isminin ağırlığı altında bir kez ezildikten sonra Mustafa Armağan tarafından kibarca aşağılanmaya devam ediyorlar. Yazara göre bunlar bir halüsinasyon görüyorlar. "Saplantı ve basma kalıp fikirlere kapılmış durumdalar."[7] Yani Osmanlının gerilediğini düşünmek bir tarihi/sosyolojik gözlem değil; Freud amcanın uzmanlık alanına giren, ruhsal sıkıntılardan kaynaklı bir tür psikolojik sorun. Osmanlının gerilediği bir masal. Bu masala inananları konuya son noktayı koyarak rüyadan uyandıran da, mesihi güçler taşıyan Mustafa Armağan. Mesela bir yerde şunları yazmış: “Gerileme masalının mucidi Celal Nuri’ymiş. Celal Nuri (İleri) Tarih-i Medeniyet-i Osmaniye adlı kitabında karikatürize bir gerileme masalı inşa etmiş. Mustafa Kemal Paşa da İstiklal Harbi sırasında bolca Celal Nuri okumuş. ‘Mustafa Kemal’in Osmanlı hakkındaki olumsuz kanaatlerinde bu kitabı okuması etkili olmuş.[8]
Yani Mustafa Kemal’i Osmanlının gerilediği masalına ikna eden, 1683 Viyana bozgunundan beri toprak kaybede kaybede en sonunda doğduğu memlekete dahi pasaportla gidebilecek durumda kalması değil de Celal Nuri’nin kitabıymış. Mustafa Armağan, Mustafa Kemal’in bu kitabı İstiklal Harbinde okuduğunu söylüyor. Belki de tam da Yunan ordusu da Polatlı önlerindeyken okumuştur. Osmanlı’dan geriye hiçbir şey kalmamışken, Osmanlı’nın gerilediğine Mustafa Kemal’i bir kitap mı ikna etmiş? İşte fantastik tarihçilik böyle bir şey...
Gerilemenin bir masal olduğunu savunan Mustafa Armağan imparatorluğun sınırlarının küçüldüğünü de kabul edemiyor. Osmanlıların son zamanlarında dahi Arap yarımadasında fetihler yapmasını bunun kanıtı saymış.[9] Yani kendinden de daha geri coğrafyalara gücünüzün yetmesi Osmanlıyı ileri mi yapıyor? Osmanlılar batıda her savaşı kaybettikleri zamanlarda dahi ateş gücünün üstünlüğü sayesinde İran’ı yenebiliyorlardı. Niye? Çünkü İran daha da geriydi de ondan. Bu kadar basit. Bir ara futbol camiası Avrupa liglerinden çıkıp Arap-Asya liglerine girmeyi tartışıyordu. Barselona'yla, Real Madrid’le karşılaşacağımıza, Avrupa'nın sonuncusu olacağımıza Korelileri, Arapları yenip Asya liglerinin şampiyonu olalım fikri vardı. Mustafa Armağan’ın yaklaşımı da buna benziyor.
Gerçi Mustafa Armağan gerileme olgusunu sadece sınırların gerilemesiyle ölçmemiş. Zaten ölçemez de çünkü bunun tartışılacak bir yanı yok. Bu nedenle yazının devamında Araplardan şurayı burayı aldık demekten vazgeçip, sınırların küçülmesinin gerileme anlamına gelmeyeceğini, mühim olanın kültürel gelişim olduğunu söyleyerek bir anda ‘paradigma’ değiştiriyor. Ardından Osmanlının son zamanlarında büyük bir kültürel atılım içinde olduğunu belirtiyor. Ona göre gerileme içinde olan bir yerde Dede Efendiler nasıl yetişecekmiş?[10] İşte diyalektik okumaların olmadığı durumlarda böylesi mekanik tarih anlayışıyla baş başa kalıyoruz. Bu iki olayın birbiriyle ne ilgisi var? Çöküş içinde olan imparatorluklarda kültürel sıçrama ve atılımlar her zaman olur. Hatta bazen tam da bu koşullarda yani var olma- yok olma sınır çizgisindeki ülkelerde bunlar olur. Bizans sanatının altın çağları son yüzyıllardı. Çarlık Rusya dağılma aşamasındayken muhtemelen dünyanın en büyük entelektüellerini yetiştirdi. Ama bu entelektüellerin Çarlığın gerileme ve dağılmasını tersine çevirecek bir faydaları olmadı. Zira alt yapı ve üst yapı arasında Mustafa Armağan’ın sandığı kadar tutarlı bir birlik yok. Kültürel yapılar ile teknolojik gelişim veya askeri pratik başarılar her durum ve koşulda birlikte yükselip alçalmıyorlar. Bu artık tarihçilerin büyük bölümünün kabul etmediği ‘pozitivist indirgemeci’ bir bakış açısı... Bu nedenle Dede Efendilerin yetişmesi Osmanlının ilerlemeye devam ettiği anlamına gelmiyor. Aslında tam tersine Dede Efendi'nin müziğindeki melankolinin Osmanlının klasik kültürünün gerilemesine dönük bir hüznü yansıttığı bile iddia edilebilir. Yani bir Ey Hümayu padişahı ber ser balayı tu’daki hüzün ile Meragi’nin kârlarındaki epik hava bir mi? Üstelik Dede ve kuşağının müziğinde artık Batı etkilerini de hissetmiyor değiliz. Osmanlının son yüzyılındaki kültürel atılımlarda Batı etkisini gözardı etmek Mustafa Armağan’ın temel problematik hatası. Bunu kabul etmiyor; zira kabul ettiğinde Osmanlının son asırlarında yaşanan ‘ilerlemelerin’ ancak Batılılaşma sayesinde gerçekleşebildiğini savunanlarla aynı safta yer almak zorunda kalacak.
Aslında Mustafa Armağan yazısında Osmanlının dünya gücü olarak gerilerken kültürel alanda atılımlar içinde olmasındaki diyalektiği kabul ediyor. Hatta 'bazı yenilgiler ve bunalımlardan çok verimli sonuçlar çıkabilir' diyor.[11] Evet mesela askeri yenilgiler sanat ve edebiyatı, teknolojik arayışları kamçılayabilir. Bu doğru ama her iki bakış açısının da aynı yazıda olması doğru değil. Biz de Braudel gibi bir yerde, Osmanlının gerilemesine kanıt olarak gösterilenler başka yerde, nasıl olup da gerilemediğinin kanıtı olabiliyor? diye sorabiliriz.
Öte yandan Mustafa Armağan tam bizi yaşamın diyalektiğine ikna edecekken yine paradigma değiştiriyor ve bu sefer de okuyucuyu Osmanlıların teknolojik açıdan Batıdan geri olmadıklarını iknaya çalışıyor. Burada tek verdiği örnek de Osmanlı tüfeklerinin 17. yüzyıldaki kondisyonlarının Batıdan iyi olması...[12] Başka? Yani şimdi okuyucuyu sıkmak istemiyorum ama bu türden iddialarda bulunanlar bence teknoloji meselesine hiç girmemeli. Osmanlı’nın Batıdan geri olmadığı iddiası belki güzel sanatlar, mimari, edebiyat vb gibi subjektif zevklerin geçerli olduğu alanlar açısından ileri sürülebilir; ama icatlar ve mekanik düzey konusuna hiç girilmemeli. Yoksa bırakalım icatları, askeri teknoloji dışında teknik açıdan dış dünyada olup bitenlerin neden takip edilmediğini, mesela 1600’lerin başında icat edilmiş teleskop veya mikroskopların kullanılması için neden 1890’lara kadar beklendiğini açıklamak gibi uzun mevzulara gireriz. Yerçekimi yasası, termometre, kapalı kaplarda basınç gibi Frenklerin 17. yüzyıl boyunca kafa yorup durdukları işlere hiç ilgi duymamış koca bir dünya ile baş başa kalırız. Bütün bu mevzularla -ne yazık ki- sadece silah teknolojisinde işe yarıyorsa ilgilenen bir kafa yapısıyla baş başa kalırız. O yüzden bu konuyu atlayalım gitsin.
Mustafa Armağan elbette meselenin bu noktaya varacağını biliyor ve Osmanlıların aslında teknoloji ithalatında istekli olduklarını ama Batılı ‘kapitalistlerin’ Osmanlıya ambargo uyguladıklarını, onu dışladıklarını, Osmanlıyı ‘marjinalize ettiklerini’ iddia ediyor.[13] Hayret verici yorumlar! Osmanlı tarihi ile hasbelkader ilgili herkes bilir ki imparatorluğun herhangi bir noktası kum gibi Frenk/Levanten tüccar kaynardı. 15-16-17-18. yüzyıl fark etmez. Avrupalı tüccarlar Osmanlı pazarlarına girebilmek için adeta yarış içindeydiler. Sadece anılarını yazanlar binlerce. Osmanlıların Batılılarca yalıtıldığının, marjinalize edildiğinin iddia edilmesi şaşkınlık verici bir durumdur. Mustafa Armağan bunu mümkün olduğu kadar ihracat yapmanın neredeyse ibadet sayıldığı merkantalist çağlar için söylemekte. Hem de Braudel’den yaptığı alıntının devamında Osmanlı pazarlarının Avrupa'yla olan ilişkisi hakkında sayfalarca malumat verilirken. Kapitalizmin ‘limanlar imparatorluğu Osmanlıyı’ ambargo altına alarak dışladığını savunmak, yazısına Braudel’i kullanarak başlayan bir tarihçi için inanılmaz bir yaklaşım.
Neyse sonuç olarak yazı Osmanlının çöktüğünü iddia edenlerin olaya Avrupa'nın bozuk merceklerinden bakmakta olduğu iddiasıyla bitiyor. Mustafa Armağan’a göre “Osmanlıların 17. yüzyılda gerilemeye başlayıp çöküp gittiğini (!) (ünlem orijinal metinde) iddia etmek tarihe kalıp-yargılarla bakmanın acziyetinden” kaynaklanıyormuş. Yani Osmanlı ne geriledi ne de çöktü mü demek istiyor. Çökmedi çökertildi mi demeye çalışıyor? Kendi seyrinde ilerliyordu, bu da onun ilerleme biçimiydi, ne diye yıktınız diye Cumhuriyetçileri mi eleştiriyor? ‘Osmanlı aslında gerilemedi dünya ilerlediği için geride kaldı’ mı demeye çalışıyor? Tam olarak anlamış değilim. Yoksa Mustafa Armağan Osmanlı’nın halen var olduğuna ve yaşadığına mı inanıyor. II. Dünya Savaşının bittiğinden haberi olmadığı için Pasifik adalarında halen mahzenlerde yeni emirleri bekleyen Japon askerleri gibi mi olmamızı istiyor? Geri Gel Ey Osmanlı adlı kitabındaki mesajına bakıldığında Pasifik adasında saklanan Japon askerler gibi beklemekte olduğunu var sayabiliriz.
Mustafa Armağan’ı çok iyi anlıyorum. Mesela ben çocukken Sovyetler Birliği’nin çökmesine çok üzülmüştüm. Burası benim için yumruğuyla duvarları yıkan Ivan Drago’nun ülkesiydi. Vurduğunu indiren sert polis Ivan Danko’yla, Street Fighter dövüşçüsü Zangief’in ülkesiydi. Street Fighter sinema filminde inanılmaz kas gücüyle Zangief Jan Claude van Damme’ı ve ekibini kurtardığında 500 kişilik sinema salonunu hınca hınç doldurmuş, yaş ortalaması 12 olan seyirci kitlesi olarak hep birlikte çılgınca alkışlamıştık. Danko, Drago ve Zangief gibi ‘demir yumruklu adamların’ ülkesi nasıl çökebilirdi? Bunu kabullenemiyordum. Halen de kabullenemem yüreğimin bir yerinde Ivan Drago’nun ülkesi yaşıyor ve Zangief halen o döküntü sokağında dövüşüyor, Danko uyuşturucu çetelerini kovalamaya devam ediyor.
NOTLAR:
[1] Mustafa Armağan, ‘osmanlı Gerilmeesi masalından Uyanmak’ Düşünen Siayset, Osmanlı ve İdeolojisi –I, Ankara 2004, s.15-39.
[2] MustafaArmağan (der), Osmanlı Geriledi mi, Etkileşim yayınları, İstanbul,2006.
[3] MustafaArmağan (der), Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak/Gerileme Paradigmasının Sonu’ Timaş, İstanbul,2006.
[4] https://yenie.net/hukukcu-kimligiyle-seyh-bedreddin/
[5] Armağan, a.g.es.s.30.
[6] Fernadn Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm XV.-XVIII. Yüzyıllar Dünyanın Zamanı, çev. M. A. Kılıçbay, İmge, Ankara, 2017,s.405-417.
[7] Armağan, a.g.e.s.30.
[8] Armağan, a.g.e.s.30.
[9] Armağan, a.g.e.s. .37
[10] Armağan, a.g.e.s.39.
[11] Armağan, a.g.e.s.42
[12] Armağan, a.g.e.s.37.
[13] Armağan, a.g.e.s.39.