Osmanlı'da korku ile baş etmek: Tılsım, muska, nazarlık, vefk...
Osmanlı'da bakır, gümüş ve pirinçten yapılmış, şifa taslarının içinden su içilmesi ve bu su ile yıkanılmasının şifa etkisi yaptığına inanılırdı. Şifa tasları 18. yüzyıldan itibaren yaygınlaştı.
Seher Altunkaynak Duğan*
İnsanlık, tarih boyunca doğa olayları, gökyüzü, hastalık, ölüm gibi gerçeklikler karşısında korkmuş ve bunları açıklamakta zorlanmıştır. Günümüzden on binlerce yıl önce kayalara, kemiklere, boynuzlara kazıdığı simgeler ya da yaptığı heykelcikler, bugünkü düşünce yapımızla açıklamaya çalıştığımız şekilde bir totem, tılsım ve büyü amacı da taşımış, bazıları ise özellikle bu amaçla yapılmıştır. İnsanların korku ile baş edebilmeye çalıştığını gösteren bu durum, Osmanlı Dönemi’nde de çeşitli uygulamalarla kendisini gösterir.
Osmanlı sosyal hayatında korku ile baş etmek için İslam dini en başlıca unsurdur ancak bu yöntemlerin hiçbirisi Kuran’da yoktur. Hatta bu yöntemlerin birçoğu din âlimlerince reddedilmesine rağmen halk inanışlarında yaşatılmıştır. Kuran’da yalnızca bu gibi zamanlarda Allah’ın hatırlanması hoş görülmese de “Beni hatırlayın ki ben de sizi hatırlayayım” mealindeki bazı ayetler, insanların bu yöntemlere ilgi duymasının dini dayanağını oluşturur. Gerçeklik ve inançla yoğrularak yapılan obje ve ritüeller, Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında yaşayan halkların da korkuyla başa çıkma yöntemi olmuştur. Dolayısıyla toplumda hastalığı, derdi, isteği ve bunlara dayanan korkusu olanların tılsım, muska, vefk ile daima bir ilgisi oluyordu.
NAZARA KARŞI: KURŞUN DÖKME
Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslüman olmayan toplumların korku ile baş etme yöntemlerinin de Müslümanlarla benzer yanları vardır. Tılsım gibi nesnelerin ise tüm dünyada evrensel bir anlayış ve algılayış biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Tılsım, bazı semavi ve ruhani kuvvetlerin, olağanüstü bir şekilde beklenen etkiyi sağlamasıdır. Bunun için bazı maddi unsurlar vardır. Bunlar beklenen etkiye göre; yazı, sembol, işaretler, figürler, şekillerin olduğu maddi olgular ve bunların destekleyicisi tütsüleme, dua okuma gibi ritüellerdir.
Çok eski zamanlardan beri nazardan, yani kötü gözlerden korkulduğu ve bundan korunmak için çeşitli nesnelerin kullanıldığını biliyoruz. Osmanlı Dönemi’nde nazardan korunmak ve nazarın zararlarını yok etmek için kullanılan Hz. Meryem veya Hz. Fatıma’nın eli, hamsa gibi farklı isimlere sahip el figürü şeklinde nazarlıklar, kurşun dökme gibi yöntemler Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da kullanılıyordu. Örneğin evlerin girişlerine asılan maşallah yazıları, ibrikler, ölmüş büyük baş hayvan veya at başı, geyik boynuzu, at nalı, nazar boncuğu gibi nesneler, yapıların görünen yerlerine -genellikle giriş cephesine- kapı üstlerine asılırdı.
“Allah’ın istediği olur” anlamına gelen “Maşallah”, “Allah korusun, esirgesin” anlamında Müslümanların hem konuşma dilinde yaygın olarak kullanılmış hem de koruyucu bir unsur olarak evlerin giriş cephelerinde, muska, tılsım olarak değişik form ve hat biçimlerinde, çok geniş bir alanda karşımıza çıkar.
PADİŞAHIN 'TILSIMLI' GÖMLEĞİ
Örneğin Osmanlı padişahları savaşlarda düşmandan korunmak amacıyla, üzerinde değişik duaların ve Kuran’dan surelerin yazılı olduğu tılsımlı gömlekler giyerlerdi. Tılsım objeleri; gömlek şeklinde giyilebilen, hamail şeklinde taşınabilen, “maşallah” gibi hem taşınan hem de sabit bir yere yerleştirilen çeşitli şekillerde kullanılırdı.
Osmanlı Dönemi’nde harf ve rakamların birtakım anlamlar taşıdığı düşüncesine dayanan vefk, kutucuklar içine belli kurallarla sayılar, sayı değerindeki harfler, kelimeler ya da hepsinin beraber yazılmasıyla elde edilen isim, kelime, ayet veya surenin yazılı olduğu küçük levhalardır. Bu harf ve sayıların değerleri toplamı ve bunların tekrarlanmasıyla olayları veya kişileri etkileyen bir gücün ortaya çıktığı kabul edilirdi. İnsanların umut ve isteklerine uygun olarak hazırlanan vefklere, istenilene kavuşma, kötülüklerden korunma, hastalıklardan ve felaketlerden kurtulma gibi amaçlarla başvurulurdu. Vefklerde daha çok Allah’ın 99 ismi ve yaşadıkları mağara hadisesi ile yıllar sonra mağaradan çıktıkları için sıkıntılardan, felaketlerden kurtulmanın göstergesi olan Ashab-ı Kehf’in isimlerinin yer aldığı görülür.
Yine büyü ile ilişkisi ve Kuran’da cinler ile iletişime geçme vasfı bulunan, İslamiyet’te “Süleyman Mührü” olarak adlandırılan altı kollu yıldızın; koruyucu bir sembol olarak yapıların cephelerinde, çeşme taşlarında, kılıçlarda, takılarda, mutfak kaplarında, tılsım ve muskalarda; ayrıca güç sembolü olarak serpuş ve başlıklarda, Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında olduğu gibi hem koruyucu hem de güç sembolü olarak görmekteyiz.
TILSIMLARIN BAŞ AKTÖRÜ: MÜHRÜ SÜLEYMAN
Kuran’da her ne kadar Bakara Suresi’nde büyünün Hz. Süleyman’a dayandırılması reddedilse de aynı ayette büyü ile uğraşanların Hz. Süleyman’dan öğrendiklerini büyü olarak kullandıkları anlatılır. Hz. Süleyman’ın bu özelliği ve de peygamber oluşunun etkisiyle, Mührü Süleyman, Osmanlı Dönemi’nde 18. yüzyıldan itibaren özellikle tılsımların baş aktörü olmuştur. Genellikle pirinç, bronz gibi metallerden, damla formunda yapılan vefklerin, Osmanlı’da Hıristiyan toplumda da aynı şekilde damla formunda yapıldığı, ancak üzerinde koruyucu olarak Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın tasvirlerinin olduğu görülür.
Osmanlı Dönemi’nde bakır, gümüş ve pirinçten yapılmış ve üzerinde dua yazılı olan, şifa taslarının içinden su içilmesi ve bu su ile yıkanılmasının da şifa etkisi yaptığına inanılırdı. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren oldukça yaygınlaşan şifa taslarının örneklerini Kudüs dâhil pek çok müzede görebiliriz.
Bir tılsım unsuru olarak muska ise çoğunlukla bir nesneden, bazen de yazı veya sembollerden oluşan; taşıyan kişiyi hem kötülüklerden koruyan hem de şans ve kısmet getiren özel objeleri ifade eder. Eski Türklerde güneş, gök, ateş, su, toprak kutsal addedilir ve tumar olarak adlandırılan muska boyna takılırdı. Toprakla bağlantılı olarak kutsal görülen yer, doğulan yerin toprağının içine konulduğu tuvma, yer/ doğulan yer, yani anavatan sözcüğünden gelir. İslamiyet ile birlikte içerisine toprak yerine dua konularak; hastalıklardan ve kem gözlerden korunmak için aynı gelenek devam eder.
MUSKALAR...
Yahudi kültüründe ise üzerine Tanrı’ya ait Yahve adının ve Tanrı’yı ifade eden Şadday isminin kazındığı el şeklinde muskalar, üzerinde yedi kollu şamdan veya Süleyman mührü olan metinler, eski Ahit’ten yapılan alıntılardan oluşan yazılar yer alırdı. Hıristiyan kültüründe de kötü ruhların olumsuz etkilerine karşı dua ve tütsü gibi uygulamalar yapılmıştır. Bunun yanısıra haç, kötülüğe karşı koruyucu olarak; takı, kumaş ve mimaride hem kutsal hem de simgesel görülüp, tılsımlar üzerine de uygulanmıştır. Muskaların oldukça yaygın olarak kullanıldığı, hamail dediğimiz metal mahfazaların da, deri ve kumaş içinde kullanıldığı görülür.
Bu anlamda Kutadgu Bilig ve Divan’ı Lügat’it Türk gibi önemli edebi ve tarihi kaynaklarda eski Türk toplumunun gelenek ve inanışlarına dair bilgiler bulunmaktadır. Kutadgu Bilig’de hastalıkları sihir ve muska ile tedavi eden “muazzim” denilen efsuncular hakkında öğüt verilir. Osmanlı arşivlerinde şeriyye sicilleri ve mühimme defterleri gibi önemli devlet kayıtlarında falcılık ve muskacılıkla ilgili Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi falcıların olduğunu öğreniyoruz. Yine bu kayıtlardan Osmanlı Devleti’nin uygulamada bunları yasaklamasa da adli bir vakaya yansıdığında cezalandırıldıkları anlaşılıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıldan itibaren batılılaşmaya olan yönelimi her alanda olduğu gibi bu alanda da vuku bulmuş; yönetimsel, askeri, eğitim ile ilgili ıslahatların yanında toplumsal alanda da bazı değişiklikler olmuştur. Matbaanın yaygınlaşmasıyla birlikte falcılık ve muskacılık ile ilgili yayınların artmasıyla 1857 tarihinde bu tür yayınlara bir denetim getirilmiştir. Fal kitapları toplatılmış ancak falcılık ve muskacılık alışılmış bir durum olduğu için hukuki bir düzenlemeye gidilmemiştir. Halkın yaşattığı bu inançlara karşı yeri geldiğinde şeyhülislamdan fetva yoluyla yardım alınarak, bu uygulamaların kaldırılması yönünde çabalar olmuştur. Ancak falcılık ve muskacılık, Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüzde de insanların ilgisini çekmeye devam ediyor.
*Uzman Sanat Tarihçisi, Kütahya Müzesi.