Oxir be Resul Alan
Bu intiharın kuvvetli ölçüde sınıfsal olduğu, korkunç enflasyonla insanların sürüklendiği borç bataklarının nelere yol açtığı, sınıfsal şiddetin ne denli vahşi olduğu Resul Alan’ın ölümüyle bir kez daha gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde duruyor. Oxir be Resul Alan. Mektubun bembeyazdır.
Girişi ve aşağıdaki eksi iki katı saymazsan sekiz katlı çok daireli bir apartmanın, çok uzun yıllardır her kapısını çalan görevlisinin, bu “her gün her kapıyı çalmak”la biraz böbürlendiğini sezmiştim. “Uzun zamandır kimsenin gelmediği kaç tane daire var, o gün de kimsenin gelmediğinden eminsin ama yine de çalıyor musun?” diye sordum. “Evet,” dedi “hiç aksatmadım, aksatmam da. Elim mi aşınacak?” Sesindeki gizli böbürlenmeyi merak ettiğimi fark etmişti, ben de fark ettiğini fark etmiştim ve artık meraklı biri numarası yapıyordum. Konu tahminimden daha sert bir yere çıktı. Yıllar evvel, uzun zamandır boş olan daireye (varsıl ailenin ikinci eviymiş, aralarda uğrarlarmış) evin genç oğlunun vakitsizce geldiğini tespit etmiş. Kapıları çalma vakti geldiğinde, zaten yapıyormuş ama o gün kapının önünde hususen biraz uzun beklemiş, kapıyı çalmış ve kimse açmamış. Israr etmiş, açan olmamış. Dayanamayıp seslenmiş, “Çöp yok” diye bağırmış oğlan. “Esenlikle kalın,” diye bağırmış o da kapının dışından.
Çok küçük şeylerin devasa şeylere sebep olabileceğini anlatmaya başlamıştı roman kahramanı edasıyla. Bu hikâyenin defalarca anlatıldığı olay örgüsünden katharsis’ine, verilen eslerden son cümlelere dek belliydi. Ama bak, anlattığıma göre etkili olmuş. Gencecik oğlan türlü işlere girmiş, epeyce para batırmış, başarısız olduğunu farz etmiş, nihayet kurtuluşu ölümde aramışmış. O gün de, belki bir filmde gördüğü üzere, boynunu kemende geçirmeden evvel ufarak bir kâğıda not yazmış – “Bir komedi filminde bunun matrak hali var, bilirsin” demişti apartman görevlisi burada. O ses, o esenlikler dileği çocuğu kurtarmış meğer, vazgeçivermiş. Uzun zaman sonra itiraf edebilmiş bunu da, şükranlarla. “Zaten çalıyordum da, artık çok dikkatliyim, isterse bin yıl boş olsun o ev, aynı saatte çalarım ve beklerim” diye bitirdi esenliklerle.
Javier Marías’ın Beyaz Kalp kitabı (çev. Bülent Kale, YKY) öyle açılır, babası kızını banyoda bulmuştur. Bulduğu anda, daha girişte, derhal şunları geçirir zihninden: “Her zaman yaptığının ve genel olarak yapılanın aksine banyonun kapısını sürgülememişti, bu babasına şunu düşündürttü: (Ama çok hızlı, farkında bile olmadan, ağzındaki lokmayı yutar yutmaz) belki kızı, ağlarken birisinin kapıyı açmasını ve yaptığı şeyi engellemesini istemiş ya da beklemişti, zor kullanarak değil de basitçe varlık gösterip, o anki çıplaklığını hoş görerek ya da hafifçe omzuna dokunarak.” Tam da o apartman görevlisinin esenlik dilemesi ânı gibi. Küçücük bir ses, küçücük bir hareket, bir şeyin normalden daha uzun sürmesi, hiç aksatılmayan kapı çalması.
15 Ekim 2023 günü Eskişehir’de bulunan ve (açıköğretim talebeleri dahil edildiğinde) Türkiye’nin en kalabalık üniversitesi Anadolu Üniversitesi bir “Kamuoyu Duyurusu” yaptı. İki cümle: “Bugün yaşanan elim hadise sonucunda bir öğrencimizi kaybetmiş olmanın derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Öğrencimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine, arkadaşlarına ve tüm sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.” Hiçbir şey demeyen, sebepten sonsuz kaçınan, tarif etmeye cesaret göstermeyen bir açıklama, duyuru. Elim hadise; yani acıklı olay. Nedir acıklı olay ve nasıl bir acıklı olayın sonunda adını bilmediğimiz bu öğrenciyi kaybettik, bilmiyoruz. İkinci cümle olmasa, adını bilmediğimiz öğrenciyi kayıp da sanabilirdik. Kaybolmuş, gençmiş kafasına esmiş, kimseye haber vermeden dolaşmaya çıkmış, tam da hercailik zamanlarıdır fakülte günleri, kim bilir belki bir arkadaşının evindedir de telefonları çekmiyordur, ailesi de kaygılanmıştır. Ama o zaman adını söylerlerdi ve böyle bir “duyuru” yapmazlardı, demek ki “acıklı olay” yaşanmış oralarda bir yerde – elim hadisenin nerede vuku bulduğunu söylemenin de çok ideolojik olduğunun farkındalar çünkü. İkinci cümledeki derin üzüntüyü dolaylı anlıyoruz çünkü nasıl ve nerede kaybettiğimizi ve dahi adını bilmediğimiz öğrenciye rahmet, kederli ailesine, arkadaşlarına ve sevenlerine baş sağlığı diliyorlar. Yani anlıyoruz ki, bu bahsi geçen elim hadise bir ölümmüş. Biri ölmüş, ona rahmet dilenmiş, kederle gerisinde kalanlara da baş sağlığı.
Resul Alan, bizzat kendisi yazmış mektubunda: “Türkiye’de gençler çocuklar intihar ediyor her gün ve hiçbir şey değişmiyor. Haberi bile yapılmıyor artık. Herkes intihar eden kişiyi suçluyor, ardından küfür ediyor iftiralar atıyor. Kimse istemez bunun olmasını yani keşke bu kadar pis bir toplumda yaşamasaydık keşke ülke daha iyi bi durumda olsaydı belki bu kadar genç çocuk intihar etmezdi.” Resul Alan, Anadolu Üniversitesi yemekhanesinde kendini asarak intihar etti. Üniversitenin bahsettiği “elim hadise” bu. Gencecik bir adam, ardından not bırakarak, kendini okulun yemekhanesinde astı. Bunun üniversiteye, orayı yönetenlere, ülkeye, ülkeyi yönetenlere söylediği epey “elim” cümlesi var.
Ertuğrulgazi Polis Merkezi Amirliği’nin 11:07 itibariyle düzenlediği “kayıp şahıs” tutanağından öğreniyoruz: Oradan geçen bir vatandaş işe gitmek üzere üniversitenin içinden geçiyor ve İletişim Fakültesi kapısına doğru yürürken, yemekhanenin asma katında birinin hareketsiz vaziyette asılı sallandığını görüyor. Etrafa bağırıyor, kimseye sesini duyuramıyor ve 112’yi arıyor. “Üniversiteli Dayanışma Ağı”ndan öğreniyoruz, aynı gün saat 14:00’te Resul Alan’ı gören ve tutanakta adı bulunan hanımefendi şöyle bir mesaj yazıyor: “Arkadaşlar, bu olay bilinsin üstü kapatılmasın diye size anlatmak istiyorum. Bugün işe gitmek için okulun içinden geçiyordum. Ve İletişim’in oradaki yemekhanenin üst katında gencecik bir çocuk intihar etmişti. İlk ben gördüm, etrafta kimse yoktu. Borçları yüzünden intihar etmiş not bırakmış. Ben o görüntüyü unutamıyorum. O arkadaşımız da unutulmasın, duyulsun istemiş belli ki. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bu olayın unutulmayıp üstünün örtülebilme ihtimali var. Pazar olduğu için kampüs boştu. Bu olayda suçu olan herkesin sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor. Koskoca Anadolu Üniversitesi’nin içinde gerçekleşiyor. Ben görmeseydim o çocuğun bedeni belki akşama kadar orada sallanacaktı. Bir sürü güvenlik var okulda. Bu kameralar hiç mi izlenmiyor?”
Mesajdaki görüntüden adının Gizem olduğunu anladığımız tanık hanımefendinin söylediklerinde derin ve haklı bir kaygı var. Üstü kapatılmasın istiyorum, o arkadaşımız da unutulmasın istemiş dediği kısımda ülkeye ve ülkenin dayattıklarına derin bir ve haklı bir isyan var. Daha taze haber dolaşıyor gazetelerde, mahkemelerde devam eden davalara dair yayın yasağından beraata kadar her şeyin bir rayici, bir fiyatı olduğu iddiaları – Resul Alan kendini asmadan bir gün önce ülkenin en büyük şehrinin en kalabalık meydanlarından biri olan ve yıllardır hak mücadelesinin mecrası Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi İnsanları yaka paça, darp edilerek gözaltına alınıyordu. Gizem Hanım’ın vurguladığı borç kısmı ise şöyle:
“Öncelikle üzerimdeki banka borçlarından pek kimsenin haberi yok ama zaten benim intiharımın onunla bi alakası yok. Sonuçta ben dün ya da bugün ya da bu ay içerisinde bu kararı almadım. Çok uzun yıllardır kafama dank edip duruyordu bi yandan bu gitgelden artık bıktım. Artık bişeylerin yoluna girmeyeceğini anlayınca iyice berbat etmek istedim o yüzden o parayı çöp ettim borçları da ödemedim. Benden sonra aileme kalacak borç ama mahkeme yoluyla bundan kurtulabilirler bu o kadar önemli değil. Mesele aşk acısı ya da gelecek kaygısı falan da değil. Ailemin de suçlanmasını istemiyorum anne babam kötü insanlar değil. Yani öyle gerekiyordu.”
Bu intiharın kuvvetli ölçüde sınıfsal olduğu, korkunç enflasyonla insanların sürüklendiği borç bataklarının nelere yol açtığı, sınıfsal şiddetin ne denli vahşi olduğu Resul Alan’ın ölümüyle bir kez daha gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde duruyor. Gelelim en son, koca okulda bunu görecek kimse yok muydu, isyanına – müthiş haklı isyana. O apartman görevlisinin esenlik dilemesine yani, Marías’ın anlatıcısının bahsettiği hafifçe omuz temasına. Olmamış, olamamış. Gencecik biri, 21 yaşındaki Resul Alan, yemekhanede kendini asmış.
Resul Alan, 13 Eylül 2003’te aynı okulun bir odasında, Zafer Ekin Karabay’ın vedasının aynıyla bu dünyadan göçtü. Karabay, intihar ettiğin gün yazdığı mektupta “Yerleşik yabancıydım her yere Metin abi, sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.” diyordu. Şubatta Saklambaç’ın şairi Zafer Ekin Karabay’ın bahsettiği “Metin abi”, Sivas’ta katledilen şair Metin Altıok’tu. Zafer Ekin Karabay hep 27 yaşında, Metin Altıok 52, Resul Alan ise 21. Uzunca durmadan cümlenin gerisini getirmek kolay değil. Seyyidhan Kömürcü, Zafer Ekin Karabay’a ithaf ettiği “Siyah” şiirinin epigrafında, kendi dilinden, “Şûşa dilê min şikest” diyordu. Yani içimdeki, gönlümdeki şişe kırıldı. Resul Alan da veda notunun sonunda kendi diliyle seslenmiş dünyaya, öyle veda etmiş “Li xwe baş binerin. Bi xatirê we” diyerek. Kendinize iyi bakın, hoşçakalın – diyerek.
Oxir be Resul Alan. Mektubun bembeyazdır.