YAZARLAR

'Oy ve Ötesi'nin hikayesi trafoya giren kediyle başladı'

Bir kediyle başlıyor biliyorsunuz, kedi girdi elektrik trafosuna ve bunu Enerji Bakanı Taner Yıldız açıkladı "Arkadaşlar" dedi, "şaka yapmıyorum, bir kedi girdi, o yüzden elektrikler kesildi." dedi. Yani bu noktaya kadar geldik. Bizim yaptığımız araştırmada gazetelere çıkmış seçimsel aksaklıkları derlediğimiz bir veri tabanımız var. Gazetelerde 2014 seçimlerini incelediğimiz zaman bu aksaklıkların tavanda olduğunu görüyoruz.

Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Hocam Prof. Dr. Emre Toros’la geçtiğimiz günlerde ettiğimiz sohbetin geri kalanını da sizlerle paylaşmak istiyorum. Söz tam da YSK’nın aldığı bir kararın (İstanbul Seçimlerinin iptali) otoriter bir kaymaya sebep olması beklenecekken hiç de öyle olmamasına, İmamoğlu’nun oylarının artmasına yol açmasına, yani demokratik bir ilerleyişe sebep olmasına gelmişti. Emre Hoca bunun muhalefetin kazanması ile açıklanacak bir şey olmayıp, AKP’ye oy veren bir kitlenin bile bu karara tepki göstermesi ile alakalı bir demokratik olgunluğu işaret ettiğinin altını çizmişti.

Hocam YSK'nın kararının aslında bir demokratik çürümeye sebep olabilecekken, insanlarda "Bir dakika ya seçimime dokunma!" diye bir tepki doğurduğuna örnek verdiniz. Hatta AKP seçmenin bile buna sahiplendiğini, buradan bir demokratik ilerleme bir demokratik olgunluk durumu doğurduğunu söylediniz. Mesela Oy ve Ötesi ve Türkiye Gönülleri gibi sivil oluşumların varlığını da sizin verdiğiniz örnektekine benzetebilir miyiz? Yani Oy ve Ötesi'nin varlığı bile aslında ironik bir durum değil midir? Seçimlere güvenmediğimiz için dünyada eşi menendi olmayan bir sivil toplum girişimine ön ayak olduk ve bugün 100 binlerce insan seçimlerde müşahitlik yapmak için (ama resmi görevli olarak değil) başvuruyor. İlginç bir şekilde seçimlere dair bir yozlaşma algısı, sivil topluma dair bir ilerlemeye vesile oluyor. Verdiğiniz örneğe benzetebiliriz belki bunu da. Hocam o zaman tablonuzun sağ alt kısmına bunu da yazdım. Yani ikinci atipik olan şey, bağlamın neden önemli olduğuna dair bir diğer örnek de tam da sizin söylediğiniz yere işaret ediyor. Bu bir güven azalmasına mı tekabül ediyor sizin diyagramınızda. Şöyle, diyagramda kurumsal olan bir sonuç memlekette sivil toplum örgütleriyle alakalı bir örgütlenmeye yol açıyor. Tabii işte sizin diyagramda da authoritarian backsliding ile low-trust arası bir yere bir yere yerleşir sanırım bu durum değil mi Hocam?

Seçimin kutsallığı, belki kitabın ismi 'Seçimin Kutsallığı' diye değiştirilebilir. Seçimin kutsallığı bireysel seviyede demin anlattığım gibi bir şeye yol açarken, kurumsal seviyede bir örgütlenmeye yol açıyor. Sivil seçim gözetmeni, seçim gözetleyen kurumlar, seçim denetleyen sivil toplum örgütleri haline dönüşüyor. Sadece bunda değil yalnız, dikkatinizi çekerim. Bu konunun sivil toplum örgütü kısmı çok satan bir hikaye olduğu için çok gündeme geliyor. Fakat artık partilerin içerisinde de kurumsal olarak, resmi olarak bu işle ilgilenen birimler var. Sadece muhalefet partileri içerisinde de değil, hem iktidar hem muhalefet bloğu içerisindeki her partide bir kurumsal örgütlenme ayağı, gençlik kolları, kadın kolları falan gibi bir seçimle ilgili örgütlenmeye de yol açmış durumda, anlatabiliyor muyum? Peki neden böyle oldu? Yani bizde yoktu böyle bir şey. Yani kadın kolları var, gençlik kolları var, o var bu var. Ama bu, nereden çıktı? Bizim 1954'ten beri yaptığımız seçimlerin hepsinde seçimsel aksaklıklar oldu. Ama unutmamak lazım, seçimin olduğu her yerde seçimsel aksaklık olması çok problem değil. Seçimsel aksaklık oluyor zaten. Tarihsel olarak Türkiye de birçok seçimsel aksaklık yaşamış, bazıları seçimi sonucuna etki etmiş ama çoğunluğu etki etmemiş. Burada bir problem yok. Peki neden biz şu anda böyle bir dönüşüm geçiyoruz? Kırılma noktasının 2014 yerel seçimleri olduğunu düşünüyorum. En şaibeli, hem manipülasyona, hem kötü uygulamalara, hem şiddete dair bütün alt başlıkların sıra sıra kendisini gösterdiği bir seçim 2014 seçimi. Zaten Oy ve Ötesi'nin hikayesi de öyle başlıyor işte. Bir kediyle başlıyor biliyorsunuz, kedi girdi elektrik trafosuna ve bunu Enerji Bakanı Taner Yıldız açıkladı "Arkadaşlar" dedi, "şaka yapmıyorum, bir kedi girdi, o yüzden elektrikler kesildi." dedi. Yani bu noktaya kadar geldik. Bizim yaptığımız araştırmada gazetelere çıkmış seçimsel aksaklıkları derlediğimiz bir veri tabanımız var. Gazetelerde 2014 seçimlerini incelediğimiz zaman bu aksaklıkların tavanda olduğunu görüyoruz. Fakat ne zaman ki bu örgütlenmeler gündeme geliyor, mikro düzeyde yani yerel düzeyde de başladı. Mesela Ankara'nın Oyları vardı; ben oradan başladım. Oy ve Ötesi'nin de gönüllüsüyüm ben. Çok olmuştur, uçaktan inip yurt dışından gelip Pursaklar'a sandığa gittiğim. Sonra ne oldu biliyor musunuz, sonraki seçim haberlerini kontrol ettiğin zaman seçimsel aksaklık haberlerinin neredeyse yarı yarıya düştüğünü görüyorsunuz. Bu çok önemli bir gösterge. Bu da başka bir bağlamsal sonuç. Kurumsal olarak böyle bir sonucu oldu. Türkiye'deki vatandaşlar sandıkları ile alakalı bir sorun yaşamaya başladıklarına ikna oldular. 

Memleketteki en önemli sivil toplum örgütlerinden bir tanesi siyasi. Yani orada çizgi koymak gerekebilir çünkü ilk işe başladığım zaman hepimiz Liberal Demokrat Parti müşahit kartı alıyorduk. Ama kurumsal sebeplerden bahsedelim. Kurumsal sebep bileşkelerinden bir tanesi insanların beslediği yasaya olan güven. Şimdi burada da kurumun kendisi, kurumun kendi aldığı kararlar seçimsel aksaklıklarla alakalı neler yaratıyor, neler yarattı? Bizim memleket çok garip. Türkiye'deki devlet geleneği başka hiçbir yere benzemiyor. Yani siyaset bilimi öğrencileri, sosyologlar Türkiye'de bunu zaten ayırt ederler. Bu coğrafyada iki tane devlet var, bir tanesi İran, bir tanesi Türkiye. Bence bu devlet geleneği içerisinde devletin makul, mantıklı ve etkin çalıştığı zamanlarda bile biz YSK ile ilgili problemler yaşadık. Daha doğrusu seçimsel süreçler, sadece YSK ile ilgili değil. Bir örnek vereyim mesela gözden kaçmış, konuşulmayan bir örnek. 2002 seçimlerinde, seçime girmekle alakalı yeterlilikleri kontrol eden kurum YSK. Seçime girerken milletvekilinin yeterlilikleri, partilerin örgütlenmeleriyle ilgili devletten bilgi topluyor. İlgili kuruma yazıyor, mesela Danıştaya, Yargıtaya yazıyor, bu arkadaşlarla ilgili bir sorunumuz var mı diye soruyor.  Seçilme, milletvekili olma yeterliliği var mı? Ondan sonra yeteneği var mı? Devletin farklı kurumlarından bilgi topluyor. 2002 de HADEP seçime girmeden bu bilgi istendiği zaman Sabih Kanadoğlu itiraz etti, bunların yeterliliği yok dedi. Bu sırada seçim oluyor ve o arada ikinci itirazda yargı Sabih Kanadoğlu lehine karar veriyor. Yani HADEP milletvekillerinin seçime girmemesi gerektiği yönünde karar veriyor. s

Bu ne demek biliyor musunuz? 2002 seçimlerini düşünün, iki parti geçmiş, AKP ve CHP. Diğer partiler baraj altında kalmış. Kürt oyların denklemden çıkması, bu partilerin barajı geçiyor olması demek. Bizim 2002 de karşılaştığımız tablonun tamamen bambaşka bir tablo olması demek.  Bu somut yargı kararı, benim düşüncem değil. Yargının seçime giremez dediği kişiler seçime girdiği için, kötü tabirle atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor. Her seçimde bir defa daha, bir defa daha geçiyor. 

2010 seçimleri insanların kafasında o en meşhur hikaye. Mühürsüz oyların sayılıyor olması. Kaç tane oldu hiçbirimiz bilemeyeceğiz. Arşivlerindeki çuvalları teker teker açıp bakmadığımız sürece hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Neden memleketi bu kadar büyük bir spekülasyona maruz bırakıyorsunuz? Kimi 1.5 milyon kimi diyor, kimi 2 yüz bin, kimi yüz bin... Kurumlara olan güven bu yüzden çok önemli. Şu anda sormadık bunu ama belki bir sonraki kamuoyu araştırmasında sorabiliriz "siyasete olan güven" ile "siyasetçiye olan güven"le ilgili bir soru. Başladıkça bu süre içerisinde siyasetçi ve siyasi partilere güveni artıyor olabilir. 

Son olarak da kurumsal olarak daha yüksek seviyeye gittiğimizde, demokratik geriye kayış otoriteye kaymak ile alakalı en ciddi sorun. İyi kötü bizler prosedürel demokrasinin kurallarını biliyoruz kardeşim yani derin demokrasi olmasın. Demokrasinin kuralı iktidar değiştirecek seçimler adil olacak. Barışçıl bir şekilde muhalefetle iktidar yer değiştirecek. Prosedürel şeyler. Parti kurulabilecek, partiler kapatılamayacak. Bunların bağlantısına baktığımız zaman Türkiye bağlamında önemli bir kayma var. Bizim Türkiye'de çokça konuşulan bu otoriter geri kayma dediğimiz mevzunun bir bileşkesi olarak kurumsal aksaklıklar konuşuluyor. Kime güveneceğiz ki biz? Hükümete güvenemiyoruz, hükümetin seçimi örgütleyen kurumuna güvenemiyoruz, ne olacak? O zaman tabii ki demokratik kurumlardan uzaklaşma ile alakalı bir sonucu oluyor. Kurumsal olarak, kurumlara olan güven aşılıyor bunu önemli bir şey çünkü. Dolaylı olarak güven iki taraflı bir kavram. İki ucu keskin kavram, çok güven de az güven de problemli. Birisine çok güveniyorsanız arkanızdan iş çeviriyorsa çevirsin hiç farkında bile olmazsınız. Az güveniyorsanız da hani hiç hareket etmeden durursunuz. Biz burada ikinci durumu yaşıyoruz. Kurumlara olan güvenimiz azaldıkça demokrasiye olan güvenimiz azalıyor. Kurumlara güvenmediğimiz sürece nasıl yaşayacağız burada? Yani ASKİ'nin bana doğru fatura yolladığını düşündüğüm sürece belediyeye güvenirim ben. Su borusu patladığında yaptığı kadar ASKİ'ye güvenirim. Aynı şey burada da oluyor, kurumlara olan güvensizlik çözülmeye yol açıyor. Devletlerin çözülmesi, devletlerin darbelerle el değiştirmesi, demokratik işleyişten uzaklaşması, bu çözülme ile kurumların yaşadığı bu çözülmeyle çok bağlantılı olan bir şey.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.