Oya Baydar: İktidar ve tahakküm özünde erildir
Oya Baydar ile yeni romanı 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı' üzerine konuştuk. Baydar, "Kadınların eril iktidar tahakkümüne karşı özgürleşme mücadelesinde önemli adımlar attıklarını düşünüyorum" dedi.
DUVAR - Oya Baydar'ın yeni romanı 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı', Can Yayınları tarafından yayımlandı. Baydar romanda, iktidar meselesi üzerinden okura bellek, devlet ve yaşam üzerine özel bir metin sunuyor. Bir yandan Türkiye’nin karanlık dönemlerini araştıran, diğer yandan insan ilişkilerinin ne derece çetrefilli olabileceğini anlatan roman, karakterleri, örgüsü ve diliyle ayrı bir yerde duruyor.
Oya Baydar ile yeni romanı 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı' üzerine konuştuk.
'BEN 'İNSAN'IN PEŞİNDEYİM'
'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı', öncelikle bir iktidar meselesini ele alıyor ve bu konu, birçok açıdan romanın üzerine kurulu olduğu ana hattı da meydana getiriyor. "İktidar", sizin daha önceki romanlarınızda da sık sık tartışmaya açtığınız konu ve kavramlardan biri olarak da düşünülebilir. Oya Baydar yazınında iktidar konusunu bu kadar önemli kılan nedir? İktidarı hangi düşünsel çerçeveyle ele almak gerek?
Haklısınız; sadece bu romanda değil diğer yazdıklarımda da "iktidar" kavramı/ olgusu anlatıyı doğrudan ya da dolaylı biçimde belirliyor, yönlendiriyor. Ben "insan"ın peşindeyim. Edebiyatın, her yönüyle insanı anlamak ve anlatmak uğraşı olduğunu düşünürüm. İnsanın çoğunlukla trajik olan kaderini anlatmaya çalışırken siyasal, ekonomik, cinsiyetçi iktidarın insanları ve toplumları nasıl etkilediğini, kaderlere nasıl hükmettiğini görmemek mümkün mü? Sıkça kullanıldığı için biraz da klişeleşmiş olan "İktidar bozar, mutlak iktidar daha çok bozar" özdeyişi sadece siyasi alanda değil birey insanın ikili ilişkilerinde de doğrulanır.
İktidar, tahakkümü (baskı yaparak hükmetmeyi) içerir. Özünde eril olan iktidar, toplumu ve kadın-erkek bireyleri kuşatır, kaderlerine hükmeder. İnsanı anlamaya ve anlatmaya çalışırken temel içgüdü olarak gördüğüm iktidar olgusu çıkıyor karşıma.
İktidar, 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı’nda da ana izleklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ana karakterin iktidarla kurduğu ilişki, iktidarı elinde tutmak için giriştiği mücadele ve sonrasında olanlar bu konunun hâlâ ne derece diri ve önemli olduğunun altını çiziyor. İktidar arzusu, bu yeni romanınızdaki ana karakteri ve onun düşüncelerini nasıl etkiledi?
Aslında iktidar hırsıyla dolu bir anti-kahraman yaratmak istemiştim. İktidarın tepelerinde, istihbarat örgütünün başında bir adam. Zirveye tırmanmak ve orada kalabilmek için etik değerlerden adım adım uzaklaşırken yaptıklarını kendi vicdanında devletin, milletin yüce çıkarları gerekçesiyle aklayan biri. Karakterim cani ruhlu, kaba, gaddar biri değil; iyi yetişmiş, rafine, gelişkin bir kişilik. Bu yüzden de sorumlu olduğu suçların günahların yüce çıkarlar uğruna görev gereği olduğuna kendisini inandırmış. Çünkü kendisiyle yüzleşmeye, hesaplaşmaya kalkışırsa yenik düşeceğini biliyor. Bu onun korunma mekanizması, taa ki… Taa ki ne zamana kadar? Daha fazla ayrıntıya girmeyim ki okurlar merak etsin!
'İKTİDAR AMAÇ OLDUĞUNDA UĞRUNA ÇOK ŞEY YİTİRİLİR'
Romanın ana karakteri kendi kişisel düşünceleriyle iktidar arzusu arasında gidip gelen ve nihayetinde bütün bir yaşamını muktedir olma düşüncesiyle şekillendiren bir yapıya sahip. İktidarı seçmek, beraberinde başka her şeyi reddetmeyi mi getirir? İktidar nasıl olur da kendisinden başka her şeyi böylesine güçlü bir şekilde silip yok eder? (Aşk, aile, geçmiş…)
Belirttiğiniz gibi, romanın ana karakteri muktedir olma tutkusunun esiri ama iktidar uğruna çok şeyi yitirmesine neden olan bu tutkunun onun çocukluğundan gelen, içinde geliştiği ortamla, aileyle, kuşaklar boyunca sürmüş birikimlerin aktarımıyla doğrudan ilişkisi var. Bütün yaşamı tek bir amaca ulaşma çabasıyla şekilleniyor. Amaca ulaşmasına engel olarak gördüğü ne varsa feda ederek kişilik bütünlüğünü korumaya çalışıyor. Bilinci kararıp hafızanın karanlık labirentlerinde dolaşmaya başladığında istemsiz de olsa yitirdikleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Evet; iktidar amaç olduğunda uğruna çok şey yitirilir.
Romanın ana karakteri bir yerde kendi anadiline döner ve "Mi kerd Dâye" diye sayıklar. Bu sahne romandaki önemli anlardan birinde gerçekleşir. Peki ana karakter neden sadece bu cümleyi kendi anadilinde kurar? Anadil ve geçmişe dönüş, ana karakter bağlamında nasıl bir anlam ifade eder?
"Mi kerd Dâye / Ben yaptım anne" bence bu romanın özetidir. Çocukluğa, masumiyete dönüştür. Yaşamı boyunca reddettiklerinin, unutmak istediklerinin hatırlanışıdır. Aynı zamanda suçun kabulüdür. Annenin yıllar yıllar ötesinden gelen cevabı, "Biliyorum sen yaptın, ikrarda salah vardır (itiraf kurtuluştur)" olur.
Romandaki kadın karakterler önce iktidara teslim olan, ardından bu yapıya sessizce de olsa güçleri oranında karşı koyma arzusuyla hareket eden bir yapıya sahipler. Öyle ki onları, içlerinde bulundukları durumu ve tepkilerini anlamak, takip etmek mümkün olur. 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı’nda kadınların iktidarla ilişkileri, iktidarı kabulleniş ve ona sessizce de olsa karşı koyuşlarını nasıl görmek gerekir?
Daha önce de söylemeye çalıştığım gibi iktidar ve tahakküm özünde erildir. Kadınların iktidar duygusundan büsbütün muaf olduklarını düşünmüyorum ama iktidar karşısında pasif konumdadırlar. 'Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı’ndaki iki kadın karakter, aşk uğruna, sevgi uğruna bir süre boyun eğdikleri muktedir erkekten kopmayı, erkek toplumunun cenderesinden kurtulup özgürleşmeyi -geç de olsa- başarıyorlar. Günümüzde dünyada da ülkemizde de bütün güçlüklere ve eril iktidar tahakkümüne karşı kadınların özgürleşme mücadelesinde önemli adımlar attıklarını düşünüyorum.
Kadın karakterin geçmiş üzerine düşündüğü, hayatını yeniden yorumlayıp bütün bir yaşamını gözden geçirdiği sahneler birçok açıdan bir yüzleşme olarak görülebilir. Bu noktada onun için geçmiş, yüzleşilmesi gerektiği kadar eşelenmesi de gereken bir unsura dönüşür. Onun için geçmişi bu kadar onulmaz ve yüzleşilmesi zorunlu yapan nedir?
Kadın karakterin Adama duyduğu marazî tutkudan sıyrılıp özgürleşmesi ve kişiliğine kavuşabilmesi için kendi duygularıyla da yüzleşmesi, bu ilişkinin ne olduğunu: -aşk mı, cinsel tutku mu, muktedirin iktidar gücüne biat mı?- cesaretle sorgulaması gerekiyor. Sorgusuz sualsiz kabullendikleriyle hesaplaşması gerekiyor. Bu aynı zamanda adım adım gelişen bir farkındalık sürecidir. Ki bu süreç onu yeni bir yaşam taşıyacaktır.
'OKURLARDAN İLK 30-40 SAYFADA SABIRLI OLMALARINI RİCA EDİYORUM'
Romanın giderek çözümlenen, ancak başlarda okuru zorlayan, buna karşılık derinleşen bir dil ve yapısı var. Romanın diline ve kurgusuna nasıl çalıştınız? Romanın dilini nasıl geliştirdiniz?
Okurun, özellikle başlarda zorlanacağını biliyordum, bundan da korkuyordum. Ama anlatmak istediğimi basmakalıp bir dil ve üslupla anlatamazdım; karakterlerimi, özellikle de Adamı bütün boyutları, çelişkileri, travmaları ile yansıtamazdım. Hikayeyi embolinin sakatladığı kararmış bir bilinçle, hafızanın oyunlarıyla, sayıklamalarla, bir belirip bir kaybolan anımsamalarla anlatmaya cesaret ettim. Kurguyu oturtabilmek, dili kurabilmek için psikolog arkadaşlarımdan, beyinle ilgili çalışan nörologlardan yardım aldım. Okurlardan başlarda, ilk 30-40 sayfada sabırlı olmalarını rica ediyorum. İlk bölümlerden sonra her şey yerli yerine oturacak, sayıklamalı hafıza yolculuğunu izlemek kolaylaşacak. Tabii biraz da yakın toplumsal-siyasal tarih anımsaması gerekebilir.
Zeytin ağacı, yine bu romanda sizin üzerinde durduğunuz en önemli imgelerden biri olarak dikkat çeker. Son olarak bir imge olarak zeytin ağacına romanda nasıl yer verdiniz ve neden özellikle zeytin ağacı üzerinde durdunuz?
Zeytin ağacı hem bir imge hem de baş kahramanın travmatik çocukluğunun geçtiği bölgeyi tanımlayan bir imaj. Zeytin çorak, kayalık topraklarda yüz yıllarca yaşar ve ürün verir. Yumuşak direnişin simgesidir. Kişisel bir yanı da var: zeytin ağaçlarının arasında yaşıyorum.