Oyuncu Reyhan Özdilek: Günümüzde işçiler sinemada sadece figüran olarak var

Öykü Orhan'ın yazıp yönettiği kısa metrajlı filmi "Paydos" 15. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde ilk gösterimini yaptı. Filmin başrolünde yer alan Zeliha karakterini canlandıran Reyhan Özdilek'le Zeliha karakterini ve filmi konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR- Yönetmen Öykü Orhan’ın yazıp yönettiği “Paydos” adlı kısa metrajlı filmin Türkiye prömiyeri, Mayıs ayında online düzenlenen 15. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde gerçekleştirildi. 

Zeliha’nın hikayesinin anlatıldığı "Paydos", Seattle Türk Filmleri Festivali'nde ikinci olurken, Zeliha karakterini canlandıran Reyhan Özdilek, Polonya'nın Varşova şehrinde Kasım ayında gerçekleşecek olan Grand OFF Independent Short Film Festival'inde En İyi Kadın Oyuncu dalında aday gösterildi.

İşçi bir kadının günlük yaşamda karşılaştığı sorunları anlatan filmde, Zeliha rolünü oynayan Reyhan Özdilek’le canlandırdığı karakteri, karakterle kurduğu ilişkiyi, kendisinde yarattığı duyguyu ve filme ilişkin görüşlerini konuştuk.

‘SENARYONUN SADELİĞİNİ SEVDİM’

Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?

Benim oyunculuk serüvenim aslında ilkokulu bitirip Galatasaray Lisesi’ne girmemle başladı diyebilirim. 12-13 yaşlarındayken, okulumuzun tiyatro topluluğuna girdim ve liseden mezun olana kadar hem Fransızca hem Türkçe tiyatro yaptım. Liseden sonra Galatasaray Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne girdim. Üniversiteye devam ederken de özel bir toplulukta tiyatro yapmaya devam ettim. Mezun olacağım sene Université Sorbonne Nouvelle’de, Tiyatro Bölümü yüksek lisansına başvurdum ve Paris’e gittim. Eğitimimi Fransa’da tamamlayıp 2013 yılında Türkiye’ye geri döndüm. Oyunculuğa başlayış hikayem kısaca böyle. Fransa’dan döndüğümden beri hem tiyatro yapıyorum hem de sinema filmlerinde rol alıyorum.

Reyhan Özdilek

Benzin talaş işinde çalışan işçi bir kadının hikayesini anlatan böyle bir rol geldiğinde siz neler hissettiniz? Bu senaryoda sizi içine çeken unsurlar ne oldu?

Ben senaryoyu ilk okuduğumdan itibaren hem çok sevdim hem gönülden bağlandım diyebilirim. Çünkü benzer örnekleriyle Türkiye ve dünya sinemasında çok sevdiğim gönlümde yer etmiş filmler ve bu filmlerdeki karakterler var. "Paydos"un senaryosu ve baş karakteri bana onları anımsattı. Örneğin Erdem Tepegöz’ün “Zerre” filmini ve Jale Arıkan’ın oyunculuğunu çok beğenerek izlemiştim. Aynı şekilde Ken Loach’un filmi “I Daniel Blake” beni çok etkilemişti.

Hayatlarımızda hal-i hazırda bulunan insanlar onlar… Zaman zaman bizzat kendimiziz hatta. Bu hayatlara tanık olmak, üzerine düşünmek, hikayelerini anlatmak ya da anlatılmasına vesile olmak arzusuna sahip kişilerle, hele de sinema aracılığıyla bir araya gelmek, bana kendimi işe yarar hissettiriyor. Buna, dert edindiğiniz bir konuda elinden geleni yapma sorumluluğu da diyebiliriz.

"Paydos" da benzin talaş işinde çalışan, iki çocuğunu tek başına büyütme mücadelesi veren Zeliha’nın hikayesini görünür kılıyor. Bu anlamda benim bir oyuncu olarak buna araç olmamı sağladığı için mutluyum. Dert edindiğimiz konularda bunu yapabilmenin hissettirdiği işlevsellik ve tatmin duygusu çok güzel. Konu yoksulluk, çocuklar, tek başına hayat mücadelesi veren işçi bir kadın olunca aslında duygu sömürüsüne çok müsaitken oldukça dozunda bir anlatımı olduğunu düşündüm senaryonun. Sadeliğini sevdim.

‘SENARYOYU OKUDUKTAN BİR HAFTA, ON GÜN SONRA SETTEYDİK’

Tiyatro kökenli bir oyuncu olarak "Paydos" filmi hakkındaki düşünceleriniz neler? Nasıl dahil oldunuz ekibe?

Evet, tiyatro kökenli bir oyuncuyum ama sinemanın ayrı bir büyüsü var ve çok büyük bir keyif alıyorum. Sinema, işe dahil olan herkesin müthiş emek vererek gerçekleştirdiği bir ekip çalışması. Bir filmin, senaryosunun ortaya çıkmasından izleyiciyle buluşana kadarki yolu çok heyecan verici bir yol. Bunun yanında, kısa filmleri çok önemsiyor ve destek olmayı seviyorum. "Paydos", Öykü Orhan’ın yazıp yönettiği ilk filmi. Ben ekibe kendisi de yönetmen olan Ferhat Özmen aracılığı ile dahil oldum. Ferhat bana yazdı, filmden bahsetti, sonra Öykü senaryoyu yolladı. O sırada İstanbul’a dönüş yolundaydım. Yolda okudum ve hemen Öykü’yü aradım, ertesi gün buluştuk. Böylece ekibe dahil oldum. Sanırım bir hafta, on gün sonra da setteydik.

‘İŞÇİ KADINLARIN NESNELERLE İLİŞKİLERİNİ GÖZLEMLEDİM’

Çekimlere başlamadan önce nasıl bir ön çalışma yaptınız? Rolünüz için psikolojik açıdan da hazırlanmanız gerekti mi?

"Paydos", gerçek bir hikaye. Çelik tencere fabrikasında çalışan bir işçi kadının bir gazetede yayınlamış mektubundan yola çıkılarak yazılmış. Fabrikada tencereler, polisaj yani parlatma işleminden sonra benzin talaş işlemine giriyor. Burada kadınlar tencereler üzerinde kalan lekeleri temizliyor ve elleri sürekli benzin ve talaş içinde olduğundan derin yaralar oluşuyor. Benzin kokusu üstlerine siniyor ve hatta idrarlarından bile benzin kokusu geliyor.

Ellerinde yaralarla, üstüne ve idrarına sinmiş benzin kokusuyla yaşayan yalnız bir anne olmanın nasıl olduğunu, o işçi kadının kendi cümleleriyle okumak, Zeliha’yı kafamda canlandırmamda çok yardımcı oldu. Sonrasında tabii başka okumalar da yaptım. İşçi kadınları, özellikle çalışırken kullandıkları nesnelerle kurdukları ilişkileri gözlemledim. Zeliha’nın içinde bulunduğu koşulları ve onun psikolojisini anlamak anahtarı veriyor aslında. Ondan sonra yerleşen duygu bütünlüğü ve bunun karakterin her anına yansıması önemliydi.

Paydos filminden Reyhan Özdilek

Muhalif sinemanın içinde bulunduğu süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Muhalif sinema günümüzde “otosansürlü muhalif” bir sinema artık. Ne yazık ki anlatılmak istenen hikayeler, göreceği tepkiler yüzünden hiçbir zaman ele alınamıyor. Daha en baştan yaratıcısının “başıma bir şey gelir” korkusu neticesinde otosansüre uğruyor. Ya da zaten finansal destek bulunamadığı için proje gerçekleştirilemiyor. Bu durumda ne ulusal ne de uluslararası ölçekte sinemamız ilerleyemez. Dolayısıyla fikir ve ifade özgürlüğü sanatın her alanında ilk koşul olmalı.

‘EMEĞİN TARAFI OLAN İŞÇİLER SADECE FİGÜRAN OLARAK VAR’

İşçi sınıfının sinema ve televizyonda ele alınışı hakkında neler söylemek istersiniz? Sizce sinemada temsil edilen işçiler gerçekten sınıfsal sorunlarıyla ele alınıyor mu?

Hayatımızın bütün anlarını ve ihtiyaçlarını üreten birilerinin, “işçilerin” ve onların dünyalarının ayırdına varmadan, tükettiğimizin ardındaki gerçeği görmeden yaşıyoruz. Kimi zaman bir oyuncu olarak, acaba canlandırdığım rolün arkasındaki ben-i görüyorlar mı diye düşündüğüm oluyor. Çünkü her birimiz birer işçiyiz ve bir ücret karşılığında emeğimizi satıyoruz. İşte, yemek pişirdiğimiz tencerenin ardındaki bir işçi kadının hikayesi de hayatı kuran bu hikayelerin toplamı. Fakat bu hikayelerden ne kadarına tanık oluyoruz ki sinemada?

Doğrusu sinema alanında işçilerin bir toplumsal varlık olarak temsili, özneleştirilmesine dair günümüzde örnekler çok az. Eskiden bu konular daha cesurca ele alınıyordu. Son dönemlerde, sinemada temsil edilen işçilerin, sınıfsal sorunları ile değil ama bu sorunların etrafından dolanarak anlatılan hikayeleri görüyoruz. Bir bütün olarak emeğin tarafı olan işçiler, sadece figüran olarak var.

‘MESELE, HAYATTA KALMA MESELESİNE DÖNÜŞTÜ’

Son olarak; Belli bir duruşu benimseyen tiyatro ve sinema oyuncularının genel olarak ve özellikle pandemi koşullarında varoluş sorunları neler?

“Belirli bir duruş” deyimiyle en basit ve tarafsız tabiri ile “eleştirel olma”yı anlıyorum ve doğru… Oyuncular böyle bir tutum sergiledikleri ve düşüncelerini ortaya koydukları işler yaptıkları sürece öncelikle kamuoyunda değersizleştirilip hedef gösteriliyor. Daha sonra yeni işler ortaya koymaları da şu ya da bu şekilde engelleniyor. Bu yüzden bu meslekten vazgeçen, yurt dışına yerleşmek zorunda kalan ya da işini yapamayan meslektaşlarımız var.

Dolayısıyla mevcut koşullar maddi ve manevi olarak hal-i hazırda zorken, pandemi de üzerine tuz biber oldu. Bugün özel tiyatrolar gerçekten kötü durumda ve birçoğu kapanma noktasına geldi. Geçimini yalnızca tiyatro ile sağlayan oyuncuların gelirleri sıfıra inmiş oldu ve devletin onlara yaptığı herhangi bir sosyal destek yok. Bu nedenle çoğu oyuncu başka işler yapmak zorunda kalıyor. Bu durum bir sanatçı için duygusal olarak zaten çok yıpratıcı iken artık mesele, hayatta kalma meselesine dönüştü. Bu sadece oyuncular için değil, sahne sanatları çalışanlarının hepsi için geçerli. Sinema sektörü de aynı durumda. Sinema da pandemi koşullarında üretimin durduğu sektörlerden bir tanesi. Meselenin ‘hayatta kalma meselesi’ haline geldiği şu noktada etkileri artık çok yıpratıcı ve ne yazık ki durum çok ciddi.