Oyunun teorisi
Teoriden söz etmeye başladığımızda aslında soyutlamadan, kavramsallaştırmadan ve dahi karşılaştırmadan söz ediyoruz. Tekil iki şeyi karşılaştırabilmek için bile öncelikle onları belli bir indirgeme riskini göze alarak soyutlamamız ve kavramsallaştırmamız gerekiyor.
Bütün spor dalları elbette öncelikle bireysel ya da kolektif performansa dayanır. Bu açıdan bakıldığında spor öncelikle pratiktir. Ancak spor dallarını, özellikle de kolektif olanları aynı zamanda bir oyun olarak da değerlendiriyoruz. Yani oyun olan sadece FIFA 2020 değil, aynı zamanda futbolun kendisi. Böyle bakıldığında artık “oyun” ve “teori” kavramlarını aynı cümle içinde kullanmak mubah hale geliyor. Kendi içinde bir taktik, strateji barındıran bütün oyunlar bu anlamda teoriktir. Oyun teorisi deyince birçoğumuzun aklına öncelikle satranç gelir. Ancak günümüzün en popüler spor oyunları olan futbol, basketbol, voleybol da teoriktir.
Bu oyunların aynı zamanda teorik olmaları sadece oyuncu performansına dayalı olmamalarından kaynaklanır. Elbette oyuncunun yeteneği, fizik gücü, oyun zekâsı ve tecrübesi de önemlidir. Ancak örneğin özellikle günümüz futbol ve basketbol dünyasında artık teknik direktörlerin ve koçların oyuna bir teorisyen gibi yaklaştıkları rahatlıkla söylenebilir. Bugün dünyada en çok öne çıkan futbol teknik direktörleri ve basketbol koçlarının sadece birer antrenör değil, daha çok öncelikle bir oyun teorisi geliştiren, sonra ona uygun bir takım kuran isimler olduğunu görebiliyoruz.
Teoriden söz etmeye başladığımızda ise aslında soyutlamadan, kavramsallaştırmadan ve dahi karşılaştırmadan söz ediyoruz. Tekil iki şeyi karşılaştırabilmek için bile öncelikle onları belli bir indirgeme riskini göze alarak soyutlamamız ve kavramsallaştırmamız gerekiyor. Yeterince soyutlayabildiğimiz ve kavramsallaştırabildiğimiz zaman en alakasız gözüken iki şeyi bile karşılaştırabilme avantajı elde edebiliyoruz.
Yani oyunlara teorik bir pencereden bakabilmek onları birbirleriyle karşılaştırabilmek imkânına kavuşturabilir bizleri. Meseleye böyle baktığımızda birbirlerinden çok farklı gözüken iki oyunu teorik bir zeminde birlikte düşünebilme imkânına kavuşabiliriz. Örneğin futbol ile basketbolu aralarındaki tüm farklara rağmen genel bir oyun teorisi içinde birlikte düşünebilir miyiz?
Her ikisi de büyüklükleri farklı olsa da bir alan/saha oyunu. Biri ayakla, diğeri elle oynansa da her ikisi de birer top oyunu. Birinin kale, diğerinin basket gibi hedefleri olsa da her ikisi de skor yapmaya dayanıyor. Futbol toplamı genellikle tek rakamlı, basketbol ise kolaylıkla toplamı üç rakamlı skorlar üretebiliyor. Futbol, basketbola göre daha kısa boylu on bir kişiyle, basketbol ise futbola göre daha uzun boylu beş kişiyle oynanıyor. Oyuncu yeteneği, antrenmanı, fiziki yükleme, alışkanlık geliştirme, tecrübe her iki oyunda da karşılığı olan kavramlar.
Futbol ile basketbol arasındaki en önemli fark bence teknik direktör ile koçun oyun esnasında takıma ve oyuna müdahale edebile kapasitesinden kaynaklanıyor. Basketbol koçunun neredeyse sınırsız oyuncu değiştirme hakkı var. Futbol teknik direktörünün ise şu anda sadece üç seferde beş oyuncu değiştirebilmesi mümkün. Ancak benim futbolu takip etmeye başladığım zamanlarda oyuncu değiştirme sınırı iki idi. Daha sonra bu hak üç olarak belirlendi. Çok yakın zamanda ortaya çıkan pandemi döneminde ise daha önce belirttiğim gibi üç seferde beşe kadar çıktı. Futbol dünyasında pandemi sonrasında geri dönüş olmayacağı ve üç seferde beş oyuncu değişikliği kuralının kalıcı olacağı yönünde yaygın söylentiler. Bu açıdan bakıldığında oyuncu değiştirmeye yönelik kurallar açısından futbolun giderek basketbola benzediğini söylemek çok da yanlış olmaz.
Teknik direktörle koçun oyun hakimiyeti açısından diğer önemli bir kriter aralar ve molalar. Futbol kırk beş dakikalık iki devre halinde oynanıyor ve mola kavramı futbolda mevcut değil. Basketbol ise onar dakikalık dört çeyrek halinde oynanıyor ve oyun esnasında mola hakları var. Aralar ve molalar hesap edildiğinde koçun takıma ve oyuna müdahale edebilme imkânlarının oyun kuralları açısından teknik direktöre göre çok daha gelişkin olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şöyle bir futbol düşünün: Dört çeyrek halinde oynanıyor ve her çeyrekte teknik direktörün bir mola hakkı var. Böyle bir durumda teknik direktör pozisyonunun ne kadar güçleneceğini hayal edebiliriz.
Ancak oyun teorisi açısından bu iki sporu karşılaştırabileceğimiz en önemli boyutlar her iki alanın temel kavramları. Örneğin bir basketbol kavramı olan “tam saha pres”. Bu kavram takımın rakibi kendi yarı sahasında itibaren değil, rakip pota altında itibaren karşılaması anlamına geliyor. Yani baskının tüm alana/sahaya yayılması. Futbolda son dönemde oldukça yaygınlaşan bir strateji olan “ön alan baskısı” aslında basketboldaki “tam saha pres”in bir tercümesi olarak okunamaz mı? Hatta buna paralel olarak futbol sözlüğüne yeni yeni giren “yönlendirmeli baskı”nın aslında basketbolda yıllardır bilinen bir strateji olduğu aşikâr. Hafızaları güçlü olmayanlar için Abdullah Avcı’nın bir GS maçından sonra ön baskıda topu Sabri’ye doğru yönlendirdiklerini söylemesini ve son GS-FB maçında sonra Erol Bulut’un ön alan baskısını Marcao’ya yoğunlaştırdıklarını ve topu Luyindama’nın çıkarmasını tercih ettiklerini vurgulamak isterim.
Aynı şekilde “ribaunt”un öncelikle bir basketbol terimi olduğunu doğru. Ancak son dönemlerde farklılaşarak da olsa teorisyen teknik direktörler tarafından futbola ithal edildiğini görmemek mümkün değil. Doğru bir alan paylaşımı, yer tutumu ve anında baskıyla topu kaybettiğiniz yerde, en kısa sürede tekrar kazanmak aslında bir tür “ribaunt” olarak değerlendirilemez mi? Bazı teknik direktörlerin ve futbol yorumcularının maç sonu değerlendirmelerinde hâlâ zaman zaman “bütün dönen topların aynı takım oyuncalarına düştüğü”nden söz etmeleri ve bunu şansa bağlamaları aslında günümüz futbolundan ne kadar uzak düştüklerinin bir ifadesi olarak değerlendirilemez mi?
Yine son dönemde futbolda iyice yaygınlaşan “geçiş oyunu” terimi basketbolda yıllardır “transition game” diye bilenen stratejinin bir varyantı değil mi? Her ne kadar bu kavram her iki oyunda aynı anlama gelmese de. Oyunu geriden uzun boylu planlamak yerine alan baskısıyla elde ettiğimiz toplarla seri, hızlı hücum imkânı elde etmeye dayalı oyunlar futbolda çok yaygın bugün. Bu oyun teorisi aslında savunma ve hücum arasındaki farkı da ortadan kaldırma potansiyeli içeriyor. Savunurken hücumu, hücum ederken savunmayı hesap edebilmeyi içeriyor.
Futbolla basketbol arasında bu tür geçişkenlik örneklerini arttırmak elbette mümkün. Bunun için bu oyunlara biraz teorik bakabilmek yeterli olabiliyor. Ancak yine de teorinin bazı somut uygulamalardaki örneklerini göstermek daha açıklayıcı olabiliyor. Bu nedenle haftaya da Ergin Ataman’ın Anadolu Efes’e oynattığı basketbolla, Fatih Terim’in Galatasaray’a oynattığı futbolu bu açıdan karşılaştırmaya çalışacağım. Kolay olmayacağını biliyorum. Ancak bu yazının sonunda bunun altını çizerek kendimi bağlamak istedim sanırım.