Özel mi Erdoğan’a, Erdoğan mı Özel’e zaman kazandırıyor?
Özgür Özel’in 'yumuşama tercihi'nin, 'tekrar değil taktik' olduğunu varsayalım, iyi niyetle. Ve yine iyi niyetle; '1.parti olmasına rağmen, çoğunluğu ele geçiremeyeceğinin farkında olduğundan erken seçim istemediği ve zaman kazanarak çoğunluğu kazanacağı' planıyla hareket ettiğini kabul edelim…
Normalleşme, yumuşama, diyalog,… Yerel seçimlerden beklenmedik bir başarıyla çıkan CHP, bu başarıyı yine “beklenmedik” bir politik sürece tahvil etti. Oysa tam tersini beklerdik, değil mi? 47 yıl sonra ilk kez 1. parti olmuş CHP, bunu fırsata çevirip hemen erken seçim talep etmeliydi ve tüm taktiklerini gerilemiş, sinmiş AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak üzere oluşturmalıydı! Üstelik “Nisan ayı anketleri geldi. Şu ana kadar, CHP’nin 'Bu pazar milletvekili seçimleri olsa oyunuzu kime verirsiniz?' sorusunda birinci parti olmadığı hiçbir anket yok” diyordu Özgür Özel.
Aynı Özgür Özel; “Ben bir erken seçim çağrısı yapmıyorum. Erken seçim olacaksa buna yine halk karar verecek” diyordu. İyi ama halk, nasıl karar verecek erken seçime? Bir ay önce CHP’yi 1. parti yapmak, erken seçim olsun “talebi/kararı” değil mi?
Özgür Özel’in CHP’sinin, Kılıçdaroğlu CHP’sinden farklı bir “politik yol” izlemeyeceğini görmüş olduk aslında. Hatırlanacağı üzere Kılıçdaroğlu da benzer bir “normalleşme, diyalog” sürecinden geçmiş, sonunda “Erdoğan ile müzakere değil, mücadele edilir” noktasına gelmişti. Yani Özel, Kılıçdaroğlu’nun bıraktığı yerden değil, başladığı yerden başladı.
Oysa biliyoruz ki tam tersi bir politik taktik de geliştirilebilirdi; normalleşme değil anomaliyi sürdürme, detantı değil soğuk savaşı sürdürme. Açıktır ki Özel’inki bir zorunluluk değil, tercihtir. Benzer bir biçimde Özel’in yanına DEM Partiyi, TİP’i, EMEP’i, SOL Parti’yi hatta DİSK’i, KESK’i, TMMOB’yi, İHD’yi ve diğer demokratik kitle örgütleriyle beraber solcu aydın ve sanatçıları alıp “yeni bir dönem başlıyoruz” demesi de bir tercih (idi). (1)
Her şeye rağmen Özgür Özel’in “yumuşama tercihini”n, “tekrar değil taktik” olduğunu varsayalım, iyi niyetle. Ve yine iyi niyetle; “1.parti olmasına rağmen, çoğunluğu ele geçiremeyeceğinin farkında olduğundan erken seçim istemediği ve zaman kazanarak çoğunluğu kazanacağı” planıyla hareket ettiğini kabul edelim…(2)
İlk görünür haliyle bu politik taktik, Özel’i gündem belirleyen pozisyona taşımış olsa da Erdoğan’ı rahatsız etmişe benzemiyor! Oysa biliyoruz ki Erdoğan, “erken seçim” talebinin geleceğinden o kadar emindi ki yerel seçim sonuçlarının hemen ardından bu talebinin önünü kesmeye dönük açıklamalara başlamıştı; “1 Nisan sabahı itibariyle seçim gündemini tamamen geride bırakmış olduk. Türkiye'nin önünde 4 yıllık hazine değerinde seçimsiz bir süre var”. Neyse Allahtan korktuğu olmadı!
Üstüne üstlük “mevlam ikiden fazla göz” verdi. Özel, Bahçeli ile de Taha Karagöz ile de normalleşti. Hatta Özel, Can Atalay’ı, Gezi mahkumlarını, haksız yere içeride tutulanları sadece dillendirdi, dayatmadı. Demirtaş’ı dillendirdi mi Erdoğan ile görüşmede, bilinmiyor. Örgütlenme özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını da dayatmadı, sadece dillendirdi. Benzer biçimde sendikal faaliyetlerdeki, hak arama mücadelelerindeki baskıları da sadece dillendirdi. Emekliler için bir adım ileri gittiğini ifade etmek gerek; “Bütün emeklileri 26 Mayıs Pazar günü Ankara'daki büyük emekli mitingine davet ediyorum”.
Erdoğan’ın bunlardan rahatsız olduğu söylenemez (belki zerre kadar). Ama bir sınır çizgisi var elbette, onu da herkese 1 Mayıs’ta gösterdi (bir kez daha): Toplumsal muhalefetin ortaklaşmış ve bir siyasi hedefe yönelmiş olması. Üstelik bunu Erdoğan’ın icazetine bırakmadan, kendince meşru gördüğü bir biçimde ve mekanda yapmak istiyorsa. Erdoğan’ın çizdiği sınır, Özel’in o sınıra gelinceye kadar yaygara kopardığı ama gelince de geri bastığı Saraçhane’dir.
“Söylediğimizin dışında bir şey yapmış değiliz. ‘Taksim’e yürüyeceğiz’ dedik. Geldik, yürüdük ama bariyerleri kırma, polisi ittirme gibi bir şey yapacak halim yok” diyordu 1 Mayıs’ta Özgür Özel ve ekliyordu; "Yarın (2 Mayıs’ta) Erdoğan’la görüşeceğiz. Türkiye’yi germekten mi medet umuyorlar, diyalogdan mı, göreceğiz”. Oysa Erdoğan yanıtını zaten vermişti 1 Mayıs’ta; “değil Taksim’e çıkartmak ya da Şişhaneye’ye kadar çıkartmak (arefeyi göstermek) sizi 5 metre bile yürütmem”. Politik taktik ise bunu görmeyi değil, görmemeyi gerektirdi.
Blöfü tutmamış bir siyasetçi olarak AKP genel merkezine gitti (Herhalde “Saraçhane’ye hiç gitmesem daha iyi olurdu” demiştir). Bir de yanında yazman götürerek ama yazmanın yazdıklarını kamuoyundan sır gibi saklayarak; “mahremiyet içeriyormuş”. Anlaşılması zor elbette! 1. ve 2.parti genel başkanları arasındaki görüşme kamuoyunun bilmemesi gereken nasıl bir mahremiyet içerebilir? Neyse, onlar öyle diyorsa, öyledir!
Gelecekte yapılabilecek “1 doğru”nun, geçmişte yapılan “10 yanlış”ı unutturacağına olan inanca, canı gönülden inanıyoruz!
KİMSEYİ MEMNUN ETMEYEN 1 MAYIS(LAR)
1 Mayıs demişken, değinmeden geçmek olmayacak “iç tartışmalara”. Şu bunu dedi, bu şunu dedi. Onun niyeti buydu, ordakinin niyeti şuydu. Açıktır ki toplumsal muhalefet olduğu sürece “toplumsal”ın içindeki tartışmalar bitmeyecek. Ama bu tartışmaların tamamını bitirmeyecek olsa da büyük ölçüde “sağlıklı” yapılabilecek yöntemler olduğunu biliyoruz!
-Politik öngörüler, tercihler ve kararlar pekala açık ve şeffaf bir şekilde yapılabilir, değil mi? Mesela her karar alıcı kurum/kişi, 1 Mayıs için; “bu yılki politik değerlendirmemiz/öngörülerimiz şunlardır, bunun karşılığı olan tercihler şudur ve tercihler içinden kararımız budur” diyebilir. Hatta “geçen yıl şunu demiş ve yapmıştık, bu yıl ise onu şu gerekçeyle değiştirmedik/değiştirdik” deyip bir tarihsel süreklilik de sağlayabilir!(3)
Ve diğer karar alıcılar ve katılımcılar da ve elbette müzmin eleştiriciler de bir “politik çerçeve” içerisinde hapsolmak zorunda kalırlar! Kişiler, niyetler ve atfedilen ilişkilerden ziyade politik tercihler ve taktikler “asıl gündem” olur…
- Art niyetli “kulp takıcılar” hiçbir zaman ortadan kalkmayacaklar, biliniyor. Ancak her eleştiri; yapanın kişiliğinden ve niyetinden bağımsız olarak ele alındığında eleştirenin değil, eleştirilenin gücü artacaktır. Yani eleştirene değil, eleştirinin içeriğine yanıt verilmelidir. Bilinir ki siyaset, üçüncü kişiler için yapılır, aynı zamanda ve asıl olarak…
Gelecekte yapılabilecek “1 doğru”nun, geçmişte yapılan “10 yanlış”ı unutturacağına olan inanca, canı gönülden inanmıyor isek…
KIRK YILLIK KANİLER, OLUR MU YANİLER..
Neyse konumuza dönelim. Şu normalleşme döneminden, anlaşıldığı üzere hem CHP’nin hem de Erdoğan’ın zaman kazanma hesapları yaptıkları aşikar. Bu zaman dilimi içerisinde, Özgür Özel liderliğindeki CHP’nin bir taraftan toplumun çoğunluk oluşturan kesimlerinin taleplerini gündemde tutmaya çalışacağı diğer taraftan da İBB’de ve ABB’de deneyip başarılı (!) olduğu “ittifak geliştirme taktiğini” genişleteceği öngörülebilir.
Bilinen, tanınan Erdoğan’ın da zaman ilerledikçe aşina olduğumuz posta bürüneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Sadece “bulacağı gerekçe” öngörülemeyebilir! Şimdiden öngörülebilen, bu gerekçenin “yeni anayasa” üzerinden kurulmaya çalışıldığı. (Kürtlerle bir savaş, dış politikada yeni bir çığırtkanlık ya da iç politikada at/ortak değiştirme, v.s. heybede zaten)
Yeni anayasa (referandum) türünden bir taktik daha önce de denenmiş ve başarılı olmuştu. İçerisine muhalefetin de hoşuna gideceği birkaç madde eklemek ama asıl olarak iktidardaki gerici, faşist zihniyetin daha da kurumsallaşmasını sağlamayı amaçlayan değişiklikler. Sonuçta da muhalefeti ya “havet”e ya da oyunbozan azınlık görüntüsüne itmek. Elde kalacak olan, yeni anayasa olmasa bile tahkim edilmiş eski iktidar olacaktır!
Anlaşıldığı üzere sadece bu iki aktörün, yani 1. ve 2. partinin başkanlarının aynı zamanda iktidarın ve muhalefetin başlarının sürekli gündem olacağı ve gündem yarıştıracağı bir dönem yaşayacağız, bir dönemi yaşatacaklar.
Toplumsal ve elbette ki siyasal muhalefetin işi epey kolaylaşacak! Sonuçta; taraflardan biri Çorlu’dan Soma’ya, 1 Mayıs’tan emeklilere, DEM Parti’den TİP’e kadar iadeyi ziyarete koşuşturan ve ses telleri yenilenmiş(4) bir genel başkana sahip.
Bize de “al gözüm seyreyle” düşer…
1) Genel başkanımız “ne yaparsa doğru yapar” diyen ikbal beklentisi içindeki CHP yorumcuları, nasıl olsa buna da alkış tutardı…
2) Keşke Özel, “1.parti olmak bize sorumluluk yüklemekte, sorumlu davranıp diyalog kurmak gerek” türünden mazeretler uydurmak yerine doğrudan gerekçelendirse, her şey daha anlaşılabilir ve tartışılabilir olurdu.
3) Ufalmış, parçalanmış, geçmiş gruplar için de geçerli.
4) Kötü anlamda değil, ha. Sesi daha gür çıkacak, anlamında…
Yavuz Halat Kimdir?
Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.
İsrail’in çağrı cihazı ile bize ve dünyaya gönderdiği mesaj! 05 Ekim 2024
Mezunlar Türkiye’si: ODTÜ’den harp okuluna polis okulundan imam hatibe 20 Eylül 2024
Hadi ırkçılar, dinciler olimpiyatları da açıklayın 15 Ağustos 2024
3. Dünya Savaşı’nı İsrail çıkaracak… 02 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI