YAZARLAR

Özel’in derdini iyi anlatması yetecek mi?

Özgür Özel, hem genel olarak bütün muhalif seçmende hem de iki seçim arasında artan ekonomik sıkıntılarla bunalmış iktidar seçmeninin önemli bir kısmında ortaya çıkan ‘CHP’ye oy verme’ tercihinin tek nedeninin kendisinin derdini halkına iyi anlatması olduğunu düşünüyor olabilir mi?

İktidarın yerel seçim yenilgisinden bu yana Ankara siyasetini yakından izleyen gazetecilerin işaret ettiği nokta ‘zaman’dı.

Hem travmatik genel seçim yenilgisinin ardından 40 yıldır, 50 yıldır alamadığı belediyeleri bile kazanan ana muhalefet partisi için bu zaferi doğru değerlendirip yeni bir strateji hazırlamak için…

Hem de 20 yılda kazanılan onca seçimle gelen ‘birinci parti’, ‘ülkenin her yerinde seçim kazanabilen tek parti’ unvanlarını kaybeden iktidar partisi için bu durumu hazmedip toparlanmaya çalışmak için…

Zaman lazımdı!

***

Yerel seçimin üzerinden dört ay geçti. Bu hiç de az olmayan zamanı geçirirken ‘yerelde iktidar, merkezde ana muhalefet’ olan CHP’de Genel Başkan Özgür Özel’in (son dönemde selefi Kemal Kılıçdaroğlu ile arasında karşılıklı açıklamalara da neden olan) ‘normalleşme’ gayretini ve bu gayretin (kamuoyu araştırmalarına göre) destek gördüğü yönündeki değerlendirmeleri izledik.

İktidar tarafı içinse başta ‘yumuşama’ diye tarif edilen sürecin aslında ve özetle, ‘biz zaten normaldik, muhalefet bizim durduğumuz yere gelmeye çalışıyor’ diye görüldüğü ortaya çıktı. Öyle ki Erdoğan son grup konuşmasında dış politika konusunda muhalefetin tutumunu “normalleşmesi adına kayda değer bulduğunu” söylerken, maaşı 12 bin 500 liraya yükseltilen emeklinin yaşadığı yokluğun faturasını da aynı muhalefete çıkarıveriyordu: “Emeklilerimizi kapılarına dahi yaklaştırmıyorlar…”

Ve bunu aynı konuşma içinde yapabiliyordu…

Belli ki ‘milli meseleler’de normalleşmiş bir ana muhalefet ‘milletin bizzat kendisi ile ilgili meseleler’ söz konusu olduğunda ve tabii belediyelerde iktidarda olduğu için dayak yiyip duracaktı:

- Emekliye seçimden önce verdikleri sözleri tutmadılar…
- Sokak hayvanları ile ilgili yasaları uygulamadılar…
- SGK’ya borçlarını ödemiyorlar…

Yarın kim bilir daha neler!
Sen misin belediyeleri kazanan…

***

Ana muhalefetin tüm bunlara yanıtı ise Özgür Özel’den geliyordu. Özel iktidarın bütün bu hamlelerine karşı ne yapacağını anlatırken aslında neye güvendiğini de açıkladı: “O çok eskide kaldı. Bir yalanı defalarca tekrarlayıp inandırmaya çalışıyorlar milleti. Millet 31 Mart'ta gözünü açtı. Ben derdini halka anlatabilen bir genel başkanım. Bunu da anlatırım, belediyelerin parasının kesilmesini de anlatırım. Denemesi bedava Recep Tayyip Erdoğan."

Özel, genel seçimdeki ‘parçalı muhalefet’ başarısızlığının ardından hem genel olarak bütün muhalif seçmende hem de iki seçim arasında artan ekonomik sıkıntılarla bunalmış iktidar seçmeninin önemli bir kısmında ortaya çıkan ‘CHP’ye oy verme’ tercihinin tek nedeninin kendisinin derdini halkına iyi anlatması olduğunu düşünüyor olabilir mi?

***

Hatırlayalım, 2019 yerel seçimlerinde birinci parti olunamayan ama İstanbul ve Ankara’nın kazanıldığı başarının ardından, ana muhalefet partisinde sonraki genel seçim için en çok tekrarlanan hüküm ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi de alır’dı. Herhalde sadece o zamanki genel başkan derdini halkına iyi anlatamadığından değil ama 2023’te öyle olmadı: Genel seçim kaybedildi.

Fakat 31 Mart’ta sadece büyükşehirler alınmadı aynı zamanda CHP 47 yıl sonra (Ecevit’in 1977 zaferinden itibaren hesap edilerek) birinci parti oldu denebilir. Doğrudur da, CHP ‘CHP’ olarak yarım yüzyıla yaklaşan süreden sonra birinci parti oldu. Ancak mesele ‘hatırlamak’sa, siyasette CHP’nin yasaklı olduğu dönemde birinci parti olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) deneyimi de herhalde hatırlanmayı hak ediyordur. 1989 yerel seçimlerinde yüzde 28’i aşan oyla en yakın rakibine üç puan fark atarak seçmenin ilk tercihi olan Erdal İnönü’nün partisi hemen iki yıl sonra, normal zamanından bir yıl öne çekilerek yapılan erken genel seçimde üçüncü parti durumuna düşmüştü.

O zamanki yenilginin nedeninin de bugün hâlâ iktidarın seçim meydanlarında sık sık tekrarlamayı, videolarını izlete izlete hatırlatmayı çok sevdiği ‘belediyelerdeki başarısızlık’ olarak gösterildiği unutulabilir mi?

Bu iddia özellikle 2015’ten bu yana yapılan her seçimde Erdoğan tarafından o kadar çok tekrarlandı ki, 1991 seçimi sonrasında SHP’ye yönelik sıkça yapılan bir başka eleştiri unutuldu gitti: İnönü liderliğindeki parti yönetiminin belediyelerin çoğunu kazanan ve en çok oyu alan parti olmanın gereğini yerine getiremediği, bu durumu avantaja çevirerek iktidara gelemediği eleştirisi…

***

Elbette tarihsel olaylar bir gün gelip de yeniden ve birebir tekrarlanacak, ‘aynı film’ tekrar izlenecek gibi bir şeyden söz etmiyoruz. Ancak 1991’de, 12 Eylül darbesinden itibaren ANAP iktidarları eliyle adım adım kurulan neoliberal ekonomik düzenin, özelleştirmelerin, ülkenin dış sermaye akışına bağımlı hale getirilişine sahne olan 10 yılın ardından, üstelik yerel seçimleri de kazanmış SHP’nin iktidarı alamamış olması bugün herhalde sadece Erdoğan’ın hatırlaması gereken bir deneyim de değildir. Yanlış anlaşılmasın, SHP’nin tüm bu saydığımız gelişmelere kökten karşı bir parti olduğunu ya da olması gerektiğini düşündüğümüzden demiyoruz bunları. Sadece ANAP politikalarının halk kitleleri üzerinde yarattığı tahribata rağmen iktidara gelememiş ‘ana muhalefet’ partisi örneği olarak anıyoruz: ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ önermesini çok seven bir iktidar aklının yarın yeniden yolu aynı yöne çevirmeye çalışacağını söylemenin çok yanlış olmadığını düşünerek…

Elbette bugünkü iktidarla Turgut Özal’ın Çankaya’da, Mesut Yılmaz’ın partinin başında olduğu o zamanki iktidarla arasında fark çok. En başta bugünkü iktidarın, adı CHP olan ana muhalefet partisinin kaderinin ‘SHP gibi’ olması için çok daha fazla avantajlı ve bütün asli koltuklarında tek kişinin oturduğu bir güce sahip olduğu gerçeği ortada duruyor.

Kürt sorunundan ‘kendini yenileme’ye, ekonomiden diplomasiye içine düştüğü zor durumlardan kurtulabilmek için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişten bu yana adım adım inşa etmekte olduğu bir yeni rejim var.

Koşullar Erdoğan’ın istediği duruma gelene kadar sadece grup toplantılarında, basın açıklamalarında, seçim mitinglerinde kalmaya hapsedilmiş gibi görünen –ve kaderin cilvesine bakın ki şimdi adı SHP olan bir partinin de yeniden katıldığı! - bir ‘siyaset sahnesi’ de var…

İnsan bütün bunları düşününce aklına iki soru geliyor:

- Özel’in derdini halkına anlatması yetecek mi?

- Erdoğan neden CHP’yi değil de SHP’yi düşünüyor olmasın ki?

Tuğrul Türkeş’in Can Bursalı’ya yaptığı açıklamalar gündem oldu.


Cezaevine gidemeyen Türkeş partisinde kalır mı?

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu Başkanı Tuğrul Türkeş’in Gazete Duvar’da Can Bursalı’ya yaptığı, ‘Kavala’yı ziyaret edeceğim’ açıklamasının etkileri sürüyor. İlk açıklamanın hemen ardından yeni bir açıklama daha yaparak, sadece Osman Kavala’yı değil, yine Gezi davasından hapiste tutulan Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater ve -milletvekili seçilmesine rağmen serbest bırakılmayan- Can Atalay’ı da ziyaret edeceğini ekledi. (Tıpkı Gezi tutukluları gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından cezaevinde tutulmaları hakkında ihlal kararları verilmiş, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi isimler ise Türkeş’in ziyaret edilecekler listesinde yok. Herhalde Avrupa’da “saati sorsanız” Demirtaş demiyorlar…)

Türkeş’in bu açıklamalarına ‘ilgilisi’nin yanıtı ise çarşamba günü Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’tan geldi. Tunç, ziyaret başvuruları hakkında, "Değerlendirme aşamasındayız, gerekli kararı veririz" dedi. Ve dün Tuğrul Türkeş’in çok konuşulacak açıklamasını okuduk. İktidarın bir vekili, partisinin Adalet Bakanı’nı ‘dosyayı sümenaltı etmek’le suçladı! (  )

Peki, Avrupa’da Türkiye’yi temsil eden iktidar partisinin milletvekili bile cezaevi ziyareti için ‘bekleme odası’na alınıyorsa bu ne mene bir iştir?

Kim bilir, belki de bu durumun sırrı şu sözlerdedir: “Terörist Demirtaş ile ziyaretçi kuyruğuna girenlerin profili çeşitlenen Soros’çu Kavala’ya siyasi geleceğini bağlayanların ne milliyetçilikten ne de milli onurumuzu muhafaza temininden bahsetmeleri söz konusu değildir.”

Bahçeli’nin geçen hafta düzenlediği açıklamasında yer alan bu sözler acaba sadece muhalefete miydi? Yoksa, Kavala ziyaretini gerekçelendirirken ‘gerçek milliyetçilik budur’ diyen ve şimdi Adalet Bakanı ile restleşen Türkeş de üzerine alınmalı mı? Ya da şöyle soralım: Cezaevinde Kavala’yı ziyaret edemeyen Türkeş, bayrak açtığı bakanla aynı partide durmaya devam eder mi?