Özen Yula: Yazı yolunu bulur
Özen Yula'nın son romanı 'Her Zerre Kara' Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Yula, "Kendi açımdan edebiyat alanında saygı duyduklarım, sevdiklerim var; ama ben Özen’im, anlayana yolum başka, sözüm başka. Bunca yılda öğrendiğim bir şey varsa o da, edebiyatın harcıâlem ve alelade olamayacağıdır" dedi.
DUVAR - Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nde yüksek lisans yapan Özen Yula, yayınevlerinde editörlük, ajanslarda metin yazarlığı, pek çok dizide senarist olarak çalışır. On dört dile çevrilen eserleriyle Haldun Taner Öykü Ödülü, Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, Afife Ödülleri, Cevat Fehmi Başkut En Başarılı Yazar Ödülü, İsmet Küntay En İyi Oyun Yazarı ve En İyi Yönetmen Ödülü, Sevda Şener Tiyatro Yazarlığı Ödülü gibi ödüller kazanan Yula ile bir araya geldik ve Doğan Kitap’tan çıkan son romanı 'Her Zerre Kara'yı konuştuk.
Eserlerinizin ödüllendirilmiş, yazdığınız bir metnin –oyun, senaryo ya da roman/hikâye- bekleniyor ve talep görüyor olması rehavete sebep oluyor mu? Ne hissettiriyor bu durum size?
Bir metnin değerini sadece ödüller değil, zaman belirler. Dolayısıyla talep gören metinler yazmaktan ziyade, anlatmak ihtiyacını duyduğum metinleri yazmam önemli benim için. Elbette beğenilmesi, birilerinin sizin yazdıklarınızı talep etmesi insana güven veriyor. Ama benim için bunlar belirleyici olmadı. Şimdiye kadar belki başka bir yazar olsa çok daha fazla yazardı. Ama bu kadarı benim için kâfi. Bir derdiniz varsa ya da anlatmadan duramayacağınız bir durum varsa yazarsınız. İnsan kendini unutturmamak için yazıyorsa o çabayı hemen hissedersiniz ve size iyi gelmez. Yazı zaten yolunu bulur.
Farklı disiplinlerde eser üretiyorsunuz. Kalem bazen zihinden bağımsız hareket eder. Oyunlaştırmaya çalıştığınız bir hikâyenin zamanla romanlaştığı ya da tam tersi bir durum oldu mu? Varış noktasını önceden kestiremediğiniz oluyor mu?
Genelde yazarlığa ilk başladığım zamandan bu yana hep önceliği yazacağım meseleye verdim. Dili nasıl kullanacağımı, metnin harcını nelerle karacağımı, biçimini hangi yollarla sağlam tutacağımı düşünürüm. Kurguyu önceden kaba hatlarıyla belirlerim. Her yazarın ayrı ayrı yöntemleri olabilir. Benimki bu. Dolayısıyla kalemin zihinden bağımsız hareket etmesine pek izin vermem. Elbette kendi yoluna bırakırım, anlatı akıp gider; hatta kahramanlar alıp başlarını gider. Ama genel olarak başta ne türde yazmaya karar verdiysem o türün olasılıkları ve sınırları içinde çalışırım. O sınırların dışına taşmamaya uğraşırım. Genelde melez yapılara ve anlatı biçimlerine açığım.
'Her Zerre Kara'da yoğun bir şekilde eski/yeni ve geçmiş/gelecek/şimdi duygusu hakim. Zaman olgusu eserinizin tam ortasına yerleşmiş. Bu duygu, içinde bulunduğunuz dönemle, yazarlığınızın belirli bir eşiği aşmış olmasıyla ilgili olabilir mi?
Şimdiye dek bütün yazdıklarımda hep zamanla bağlantılı durumları anlattım. Zamanın hepimizi, olaylara ve mekâna dair durumları belirleyen bir yapısı var. Bu gezegende bizi en sınırlayan şey o. Her şey, zamanla ya da yokluğuyla anlam kazanıyor. Durum böyle olunca da romanımın özü onunla kaim. Olgunluk dönemimi yaşarken Zaman’la alış-verişim de olgunlaşmış olabilir. Onunla asıl hesaplaşmamı ölümsüzlük üzerinden 'Hayat Bir Kere' adlı romanımda yapmıştım. Şimdi ise İstanbul’un diğer bütün zaman kiplerini yitirmiş bugününü anlatmak istedim. Önyargısız, hilafsız, göründüğü gibi, bize yansıdığı üzere. Muhafazakâr bir yapı içerisindeki farklı kahramanlar günümüz koşullarıyla paralel yaşamaya çabalayarak ne ölçüde var olabiliyorlar üzerinden çeşitli sorularım var. Hâlihazırda bütün kahramanların da bu konuyla ilgili soruları var zaten. O size verili olanla, sizin yaşamak zorunda olduğunuz arasında salınan varoluş sorunu daha sert hesaplaşmaları barındırıyor içinde.
'İSTANBUL, MİMARİSİ, EKOLOJİSİ, KOKULARI, SESLERİYLE ALELACAYİP BİR SANAT ESERİ'
'Her Zerre Kara' İstanbul’a yakılmış bir ağıt hissi uyandırdı bizde. Kentin arka planını oluşturduğu hikâyede, bazen karakterler ve kent yer değiştiriyor. Tarihsel bağlamda bakıldığında İstanbul’u sanat eserlerine konu ettiren özelliği ne sizce?
İstanbul Konstantiniyye’den, Dersaadet’ten bu yana hep bir merak ve cazibe merkezi. Cidden de çok cazibeli, cerbezeli, efsunlu bir yer baktığınızda. Zamanın akışıyla keskinleşen farklı özellikleri var. İnsanı derin bir “onu anlama” dürtüsüyle etkisi altına alıyor, güzel sesleriyle kandırıyor ve bırakmıyor. Bu sayede de birçok sanat eserinin merkezine oturmuş ve kendisi bir sanat eseri zaten. Mimarisi, ekolojisi, kokuları, sesleriyle alelacayip bir sanat eseri özünde. Mahvetme çabalarımıza rağmen bu kadar bize dayanabilen bir şehir umarım şimdikileri de gömer, torunlarını da! Ama öte yandan, kendine bu kadar meftun eden bir kent son derece acımasız da olabiliyor. Nadanlığı, başına buyrukluğu, boyun eğmezliği onu farklı kılıyor.
Eserinizde, günümüzde sosyal hayatta kullanılan ve fakat –online gibi, cool gibi- Türkçe olmayan kelimeler de var. Yakın zamanda bir siyasi tartışmaya da konu olan dil hususunda ne düşünüyorsunuz? Edebiyatta yazarın böyle bir sorumluluğu var mı?
Dilin organik bir yapısı var ve dönüşür. Bu sözcükleri ve teknolojiyle, günümüz trendleriyle gelen birçok sözcüğü olduğu gibi kullanmamın bir nedeni var elbette. 'Her Zerre Kara'da bu sözcüklerle örülmüş ve bunları reddetmeyen yeni bir yapıyı anlatırken o yapının dilini yeniden yorumlamayı tercih ettim. Arada anlatıcı olarak eski Türkçe sözcükleri de, teknik birtakım terimleri de, argoyu da, rap’i de kullandım. Bu kurduğum melez dil, aslında İstanbul’un bugününde yaşayan ve yaşatılan bir dil. Bu defa hepsi farklı bir bütünsellikte ve melezlikte bir araya geldi.
Romanı şimdiki zaman kipinde kaleme alıyorsunuz. Bu durum yalnızca bugüne dair bir hikâye anlatmakla ilgili değil bizce. Zira geçmiş zaman kipi bir konfor sağlarken, şimdiki zaman kipi cesaret ister. Bugünün varoluşunu, koşullanışını ve biçimlenişini, bugünden anlatmak size kendinizi cesur hissettiriyor mu?
Bu romanın dilini böyle kurmak kendimi rahat hissettiriyor ve yapmam gerekeni yaptığımı düşündürüyor. Çünkü en başından, bilinçli bir tavır olarak şimdiki zaman kipini seçtim. Olması gerekeni hiçbir zaman cesaret diye değerlendirmem. Geçmiş sadece rivayet kipiyle var bu romanda. Şimdiki zaman ve bütün zamanları içeren geniş zaman içinde anlatılıyor 'Her Zerre Kara'. Roman konusunda on iki yıl suskunluktan sonra bunun olması daha doğal. Daha önce yazdıklarımdan farklı anlatamayacaksam zaten niye yazayım ki! Her yazarın kendi edebiyat serüvenindeki arayışı yeni rotasını da belirler. Bu roman da bir sonrakine geçiş için el veriyor bence. Tabii yazarsam o da!
'BEN ÖZEN'İM, ANLAYANA YOLUM BAŞKA, SÖZÜM BAŞKA'
'Her Zerre Kara'da yer yer edebiyatçılardan bahsediyor, Oğuz Atay’dan Peyami Safa’ya, Dickens’ten Mevlânâ’nın Mesnevisi’ne kadar salınıyorsunuz. Gelenek meselesi her daim tartışılagelir. Kendinizi Türkçe edebiyatta bir geleneğe ait hissettiğiniz oluyor mu?
Sevdiğim yazarlar var, etkilendiklerim de. Ama aslına bakarsanız birilerini bir geleneğe dayandırmak okur ya da eleştirmen / edebiyat incelemecisi olarak bizi rahatlatır hep. O yazarı da ehlileşmiş gösterir. Yurt dışı meselesinde de böyle bu. Anna Kavan’a “Kafka’nın kız kardeşi” demek, onu bir kategoriye koyup okurunu belirlemek için yapılır; ancak Anna Kavan’ın edebiyatçı kişiliğini hiçe sayar. Elbette edebiyatta yazınsal yakınlıklar, akrabalıklar, hısımlıklar var. Ama örneğin Asaf Hâlet Çelebi’yi koskoca bir gelenekten beslendiği halde kimlere eklemleyebiliriz? Onun değeri yegâneliğinde ve çeşitliliğinde yatar. Ama kendimizi rahatlatmak için Mevlevî geleneğe dahil etmeye kalkışırız. Benzer durumlar Füruzan için de geçerli, Leyla Erbil için de. Kendi açımdan edebiyat alanında saygı duyduklarım, sevdiklerim var; ama ben Özen’im, anlayana yolum başka, sözüm başka. Bunca yılda öğrendiğim bir şey varsa o da, edebiyatın harcıâlem ve alelade olamayacağıdır.
Günleriniz nasıl geçiyor? Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?
“Günler tepelerden aşağı koşan atlar gibi” geçiyor. Ama pandemiyle beraber bazen hep aynı güne uyanıyormuşum hissi de var. Çevrimiçi yazarlık derslerimde sevdiğim bir ekip oluştu. Rejilere devam ama malum tiyatrolar kapalı. Okuyorum, seyrediyorum, dinliyorum, öğrenmeye gayret ediyorum. Her gün birkaç yeni bilgi öğreniyorum hayatın farklı alanlarında. Bir film hikâyesi üzerinde çalışıyorum kendim için. Böyle böyle geçiyor günler.