Özge Özberk: Kitapların çocukların hızına yetişemediğini düşünüyorum
Oyuncu Özge Özberk seri olarak yazdığı üç kitabıyla çocuk edebiyatına 'merhaba' dedi. Gani Müjde'nin yazdığı 'Gelsin Hayat Bildiği Gibi' dizisiyle gündemde olan Özberk’le yeni yolculuğunu konuştuk.
DUVAR - Oyuncu Özge Özberk’in, ‘Mavi Kuş’, ‘Kurabiye Ormanı’, ve ‘Yapabilirsin Dostum’ adlı üç çocuk kitabı yayımlandı. Çizimlerini Berk Öztürk’ün yaptığı kitaplar, 5-8 yaş grubundaki çocuklara hitap ediyor.
Bugünlerde Gani Müjde'nin kaleme aldığı 'Gelsin Hayat Bildiği Gibi' dizisiyle de gündemde olan Özge Özberk’le kitapların dünyasına yaptığı yolculuğu konuştuk…
Hep izleyici karşısındaydınız ama bu sefer okurla buluştunuz. Bu yazma serüveninizden başlayalım mı?
Yazma serüvenim aslında çok yeni değil. Ortaokul birinci sınıftayken Türkçe öğretmenim rahmetli Fazlı Baskın bana günlük tutmanın kitap okumak kadar insanı geliştirdiğini, yazmanın ilk adımı olarak önemini anlatmıştı. O seneden itibaren aralıksız 13 sene boyunca günlük tuttum. Bazen sayfalar yetmezdi, bazen sadece iyiyim yazardım. Fakat her gün zinciri sağlam tutup yazardım. Bugünkü yazma hikâyemin bununla büyük bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum.
Neden çocuk kitabı diye de sormak isterim. Bir yanıyla edebiyatla yakından ilgilisiniz.
Çocuk hikâyelerine yönelmem oğlum doğduktan sonra başladı. Aklı erdiği andan itibaren kitaba ilgisi yoğunlaşınca iş başa düştü ve başladık birlikte hikâyeler yaratmaya. Okurla buluşmak için de sadece biraz desteğe ve cesarete ihtiyacım vardı. Kendimi bildim bileli kitapların içindeyim, çocuk klasikleriyle büyüdüm. Prenses hikâyelerinden ziyade beni hayvanların dünyası çok etkilerdi. Belki de bu yüzden ilk hikâyemi hayvanlar üzerine kurdum. Ormanın büyülü dünyasına ve renklerin ahengine her zaman hayran oldum. Kurduğunuz renkli hayalin, rengarenk bir kitap olması fikri inanılmaz heyecan verici. Bunu bizzat yaşamış biri olarak yazmayı bırakmamaya, kurduğum renkli hayallerimin peşinden gitmeye bundan sonra da çok kararlıyım.
Peki, yazarken ne hissettiniz, keşke daha önce yazsaydım dediğiniz noktalar oldu mu?
Her şeyin doğru bir zamanı olduğunu ve siz ancak hazır olduğunuzda gerçekleşeceğini biliyorum. Birikmişlikler insana güven veriyor. Seçtiğiniz yol doğruysa devam ediyorsunuz, yanlışsa tecrübe deyip cebinize koyuyorsunuz. Yazmak her zaman hayatımda vardı fakat kitap fikri beni bambaşka bir dünyaya soktu. Attığım her adımda yazdığım karakterleri düşünüyorum. Yazmaya değil ama çizmeye daha önce başlamış olmayı tercih edebilirdim.
Yaşadığımız çağ, yetişen yeni kuşaklar bizlerin kuşağını anlamakta zorluk çekiyor. Buradan şuna gelmek istiyorum; kitaplarınızın üçü de öğretici kitaplar. Çocuklara, paylaşımı, iyiliği, birlikte olunmanın verdiği mutluluğu anlatıyor. Birbirini anlama aslında. Bu noktalardan çok uzak olduğumuzu ve bunu iyileştirmenin yoluna nasıl bir çözüm öneriniz var?
Onlar bizi dinliyorlar fakat anlamakta güçlük çekiyorlar. Onlar hızlı düşünmeye programlanmışlar, biz ise sorunu kökten anlayıp çözmeye. Biz onlara yavaş geliyoruz. Elbette ki tecrübelerimizi dile getiriyoruz fakat internetin içine doğdukları ve bilgiye her türlü çok rahat ulaşabildikleri için kitapların onların hızlarına yetişemediğini düşünüyorum. Bu konuda anneannelerin ve dedelerin faydası çok büyük. Onlar böyle bir durumu yaşamadıklarından çocuklarla her zaman sohbet etme, çeşitli aktiviteler üretme peşindeler. Nesil farkını iyi kavramış çocukların gelecekte duygusal zekasının çok daha yüksek olacağını sanıyorum. Duygusal zekası gelişen çocukları etrafına çok daha faydalı, anlayışlı ve paylaşımcı olabileceklerine inanıyorum. Hikâyelerimi belki de bu yüzden biraz duygusal ve birleştirici buluyorum.
Tabii sahne dediğimiz şey popüler bir kültür, yani göz önündesiniz, oradaki duygu durumu çok farklı. Ama yazmak kendi köşenizde ve sanki daha özgürce mi? Bunun tanımlayın desem ne dersiniz?
Herkes böyle hissediyor mu bilemiyorum fakat yazarken sanki bir filmi seyrediyor ve anında onu aktarıyormuş gibi yazıyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım fantastik-macera hikâyemde en azından bu böyle oluyor. Baş karakterlerim Himba ve Pikro sürekli benimle, biraz onlardan uzak kalsam ''Neyse ki şu anda güvenli bir yerdeler'' diyorum. Çok uzun zamandan beri senaryo okuyor olmamın verdiği bir hile de olabilir. Bilgisayarın kapağını açtığım anda karakterlerle göz göze geliyorum ve bu beni inanılmaz heyecanlandırıyor.
Türkiye’de çocuk kitaplarına olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz? Şunu da göz ardı etmemek gerek, dijital bir çağdayız… Çocuklara kitap okutmak bir hayli zor.
Kitapları ilk kez elime aldığımda küçük bir kız, elinde tabletiyle yanıma geldi. Hemen ona kitap kapaklarını gösterdim heyecanla. Sonra da 'Bakmak ister misin?' dedim ve kız bana benim tabletim var diye cevap verdi. Çünkü onların çağındayız. Biz sanki misafiriz. Onlar da bir sonraki nesle misafir olacaklar. Önemli olan kendi değerlerimizi ve inandığımız güzellikleri onlara hangi yol olursa olsun bir şekilde aktarmak, onlara iyiliği ve koşulsuz sevgiyi anlatmak. Şimdiye kadar yaptığımız tüm imza günleri harika geçti. Anneleri bu konuda yürekten tebrik ediyorum. Zoru başarıyorlar ve kitap kokusunu yavrulara hissettiriyorlar.
Başka hikâyeler de var değil mi?
Olmaz mı… Çok eğlenceli bir çiftlik hikâyesiyle birlikte az önce belirttiğim fantastik-macera hikâyesi yazıyorum. İkisi de sona gelmek üzere.
Bir yandan sahne hayatınız, oyunculuk da devam ediyor. Bu alanda yeni projeleriniz neler?
Gani Müjde'nin kaleme aldığı 'Gelsin Hayat Bildiği Gibi' adlı yeni bir dizi projem var. Oldukça keyifli gidiyor.