Özgür Özel: İttifaklarla ilgili tavrım çok net, olmalıdır
CHP’nin değişim üzerinden ittifak potansiyelini yeniden kazanması gerektiğini söyleyen Grup Başkanı Özgür Özel, "Olduğumuz gibi durursak yönetebileceğimiz bir ittifak potansiyelimiz yok" dedi.
DUVAR - CHP Genel Başkanlığı’na aday olacağını açıklayan Grup Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın sorularını yanıtladı.
Özel, “CHP, siyasi yelpazenin iki tarafına doğru da ittifak potansiyelinde bir kayıp yaşıyor. CHP’nin bir değişim, dönüşüm ve özeleştiri ve yenilenme üzerinden ittifak potansiyelini yeniden kazanması gerekir. Eğer biz olduğumuz gibi durursak yönetebileceğimiz bir ittifak potansiyelimiz yok. Benim ittifaklarla ilgili tavrım çok net; ittifak olmalıdır. Seçime kadar herkes özgürce kendini tanımlamalı, seçim yaklaştığında bir iç hukuk belgesi yazılmalı, adil, kimseyi kırmayan, kızdırmayan, ötekileştirmeyen, kimsenin hakkını yemeyen ama kendi hakkını da yedirmeyen bir ittifak yapmak lazım. Bu, CHP tek başına seçime giremez demek değil” dedi.
Özel’in değerlendirmelerinden öne çıkan başlıklar şöyle:
MADEN İŞÇİSİ RAMAZAN GÜNDOĞAN’IN EYLEMİ: Aslında haziran ayından beri biz Ramazan'ın sorunuyla ilgilenmeye çalışıyoruz. Ramazan, bir kepçe operatörü, yer altında çalışıyor, yer altında kepçe kullanıyor. Hatta şöyle bir detay var. Ramazan'ı aslında başka haberlerde isimleri aranıza çıkacak. Ramazan 6 Şubat'ta, gönüllü oluyor. Gidiyor ve İslahiye'de ardından da Hatay'da toplam 12 gün çalışıyor. Neredeyse şubat ayının tamamını deprem bölgesinde geçirdi. Mart ayında geldi, tekrar işine başladı. Ramazan kardeşimiz de bakmış, hakkını üyesi olduğu sendika savunmuyor. Bağımsız Maden-İş Sendikasına geçmiş. Bu sabah çatıdan konuştum iki kez, 16-17 dakika anlattı. Diyor ki ‘Özgür abi, ben şirketin eskiden gözbebeğiydim. ‘Hadi Ramazan sen yaparsın, şurayı açamadılar, sen girersin buraya.’ Ben iyi bir kepçe operatörüyüm. Benden iyisi yoktu. ‘Aslan Ramazan Kaplan Ramazan.’ Ben gönüllü oldum, depreme gittim, geldim. Ödül verdiler ama bana yeni başlamış işçi gibi düz işçi ücreti veriyorlar. Operatör olduğum için ekstra ödenmesi gereken parayı ödemiyorlar. Başka yerde çok farklı şeyler var. Ne zaman Bağımsız Maden-İş’e geçtim, o günden beri mobbing başladı. Haber yolladılar, açığını arıyoruz diye. Ne suçum var diye gittim, amirlerimle konuştum. Bana dediler ki Sen biliyorsun.’ ‘Suçum Bağımsız’a geçmek mi’ demiş. ‘Bak ne güzel bildin suçunu’ demişler. Devlette çalışan madenci arkadaşlar, bir paylaşım yapmışlar. Bu da altına şöyle bir şey yazmış: ‘Ne güzel devlet güvencesiyle çalışıyorsunuz. Bizim burada emeğimiz sömürülüyor.’ Bu yoruma dayanarak sosyal medyada şirketi küçültücü yorum yaptı diye, kod 26 denen tazminatsız ve küçültücü maddeden atmışlar Ramazan’ı. Yani tazminat vermeden ve işsizlik sigortası da alamıyorsunuz kod 26’dan çıkartılınca. Soma Kaymakam’ı Fatih Bey ilgi gösteriyor, hakkını teslim edelim. Bana, ‘3 aydır bu meseleyle ben de ilgileniyorum Özgür Bey. Şirketi o kadar uyardım, söyledim. Böyle işçilerin hakkını vermeyerek bir yere varamazsınız dedim. Şimdi yine çağıracağım konuşacağım.
AGROBAY SERACILIK’TA SENDİKAL FAALİYETLER: Haklı sitemleri var. ‘Sizden belli kişilere ulaştık ama kimse durup bizi görmedi’ diyorlar. Ben söz verdim. Geleceğim, yerinde göreceğim. Onların derdini anlatması önemli ama onların gidip yerinde dayanışma içinde olmak önemli. Türkiye Gazeteciler Sendikası, Sputnik’in önünde direniyordu en son. Oradaydık. Hatta, CHP’nin sözcüleri olarak bu sorun çözülmeden bir daha Sputnik’e konuşmayacağımızı açıkladık. Kadın emeği ve kadın emeğinin sömürülmesi Türkiye'de en önemli sorunlardan bir tanesi. Birçok yerde işçiler sendikalaşıyorlar, sendikal örgütlenme bir noktaya geliyor, o sırada hepsi birden işten çıkarıyorlar. Burada patronun lehine düzenlemeler var, bunu tam tersine çevirmek lazım. Biz elimizden gelen desteği vereceğiz. Binali Bey’in yaklaşımını çok standart bir yaklaşım. İşçiyle işveren arasındaki sorunlarda sendikayı pürüz görüyorlar. Soma'da da mesele budur. İş aslında sendikayı aradan çıkarmak değil, bütün işçilerin sendikalı olması. 1980 darbesinden önce Türkiye’de4 işçiden 3 tanesi sendikalıydı. Bugün, 100 işçiden 11 tanesi sendikalı ama kamuyu düşerseniz, gerçek anlamda grevli, toplu sözleşmeli, sendikal haktan yararlanabilenler yüzde 3’ler civarında. Tutum Belgemizdeki en temel vurgulardan bir tanesi bu. Sosyal demokrat, sol bir parti, güçlü sendikal örgütlenmelerin en büyük destekçisi olması lazım. Sendikalarda örgütlenmiş, bilinçli ve mücadele eden işçiler; sol-sosyal demokrat partilerin en önemli insan kaynağıdır. Bizim esas sıkıntımız Türkiye'deki sendikal örgütsüzlük. 12 Eylül’deki tanklar, en çok sendikal örgütlenmenin üstünden geçtiler. Dün, kadın kollarımız nöbetlerine katıldılar. Bugün de kendileriyle birlikte nöbet tutuyorlar. Agrobay’da hepimiz sorundan haberdardık, herkes çözmek için bir şeyler yapıyordu ama açıkçası eksik kaldığımız ortada. Milletvekillerinin o kadar gün boyunca gitmemiş olmamız, kadın kollarının onlar sitem ettikten sonra gidip nöbete katkı vermeleri önemli ama çok daha etkin, hareketli olmamız lazım.
İNSANLARDA PARA YOK, HASTANEDE MALZEME YOK: Bütün sağlık çalışanlarının çok fazla sorunları var. Önemli sorunlarından bir tanesi de hayat birden çok pahalandı. Eskiden sağlık çalışanları, hastanede devletin yemeği pişerdi, karavana olurdu ve sıcak, 3 kap yemeklerini yerlerdi. Su diye bir dertleri yoktu ama şu anda bir şişe suyu bile devlet sağlık çalışanlarına vermiyor. Artık hastanelerde sefer tası dönemi başladı. Çünkü kuru bir tost bir tane ayranın 60-70 lira; bir şişe suyun 10-15 lira olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Ayrıca özlük haklarıyla ilgili sıkıntılar var. Kamuda çalışan eczacıların çok önemli sıkıntıları var. Sağlıkta şiddet bambaşka sıkıntı. 11 kez sağlıkta şiddetle ilgili Meclis Araştırma Komisyonu kurulması teklifi reddedilmişti. Gaziantep'teki o korkunç cinayetten sonra kuruldu. Sağlıkta şiddetle ilgili kocaman bir dosyası var Meclis’in ama Sağlık Bakanlığı'nın ve ilgili kurumların bu konuda Meclis’in yol gösterici dosyasından yararlandıkları söylenemez. Sağlıkta şiddet, sağlık çalışanlarının çalışma koşulları, hastanelerde artan sıralar, sağlık hizmetlerinde alınan ilave ücret, hastanede kullanımı gereken malzeme yok... İnsanlarda para yok, hastanede malzeme yok, yazılan ilaç yok. İlacın yokluğundan eczacıyı, tıbbi malzemenin yokluğundan doktoru, yapılamayan ameliyattan sağlık emekçisini sorumlu görüyor insanlar. Her şeyin başı sonu ekonomik kriz tabii.
SAĞLIK HİZMETLERİ PİYASALAŞTI: Adalet ve Kalkınma Partisi geldiğinde elbette sağlık hizmetlerinde sorunlar vardı. Bu sorunları devletin çözmesi gereken herkes için eşit, ayrımsız ve ücretsiz sunulması gereken kaliteli sağlık hizmeti yerine sağlık hizmetini özelleştirerek, aile hekimliği sistemine geçildi. Sağlık ocağındaki takım çalışması, ekip ruhu, o ocak sıcaklığı, Nusret Fişek’in getirdiği o sistemi terk ettiler. Bugün o sistemdeki sorunlar, Aile Hekimleri Derneği’nin ortaya koyduğu sorunlar ortada. SSK hastanelerinin ve devlet hastanelerinin birleştirilmesi Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Demokratik Sol Parti'nin üçlü koalisyon döneminden hedeflenen bir işti. Emekli Sandığı ile BAĞKUR’un birleşmesi, herkesin her hastaneye gitmesi. Bu hükümet onu yapmakla övündü. Övünmekte haklı, açık söyleyeyim, hastanenin birleşmesi doğrudur. Ama daha sonra sağlık hizmetlerini performans ölçümüne, sağlık emekçileri birbirleriyle yarıştırmaya, özel hastanelere uzman hekim kotaları vermeye, hem özel hastaneleri desteklemeye ama bir yandan da hekim emeğini ucuzlaştırmaya ve sömürüyü açmaya ve orayı bir rant alanı oldu. Sağlık hizmetleri piyasalaştı. Bugün Türkiye'nin sorunu dolardan, faizden, yüksek maliyetlerden doğrudan etkilenen; hemen ilaçların piyasadan kalktığı, tıbbi malzemenin olmadığı, cebinde fark ödeyecek parası olmayanın iyi tedaviye ulaşamadığı bir süreçteyiz. ‘Yüzyılın Değişimi’ dediğimiz, ortaya koyduğumuz Tutum Belgesinde sağlık hizmetlerinin herkes için eşit, ayrımsız ve ücretsiz olması ve kamucu bir mantıkla yaklaşılması var. CHP’nin iktidarında ya da muhalefetinde bu konu eğmeden, bükmeden, korkmadan savunulacak.
SİLİVRİ CEZAEVİ ZİYARETİ: Ne yapmış Merdan Yanardağ? Sadece ve sadece bir ironi yapmış ve aslında niyetinin tam tersi bir algıyla, yarın 3 ay dolacak, cezaevinde tutuluyor. Mahkeme 5 Ekim'de, suçlu görülse yine yatarı yok bu kadar. Yattığı her gün Merdan Yanardağ'ın özgürlüğünden çalınan birer gün. Bu Mussolini’nin ön infaz yöntemi. Sonradan ceza almayacağını bilse de ön infaza tabi tutuyor. Koyuyor içeriye, burada yattığı süre, burnunu sürtmüş oluyor muhaliflerin. Merdan Yanardağ meselesinde bir cümle söyleyeyim: 62 saniye kestiler. Bizim de çok başımıza geliyor. Dedim ki Merdan Yanardağ böyle bir şey söylemez, biz biliriz Merdan Yanardağ’ı. Yurtsever bir insandır, Merdan Yanardağ kelimenin, kalemin gücüne inanır. O 62 saniye üzerinden Türkiye'yi ayağa kaldırdılar ve sosyal medya linki üzerinden bir tutuklama yaptılar. Yattığı her saniye gerçekten büyük haksızlık. Diğer yandan Osman Kavala. Osman Bey ile ben karşılaştığımda, onun gözlerinin içine baktığımda ben utanıyorum. Çünkü inanılmaz bir metanet. Ben isyan ediyorum. Ya 2 bin 100 gündür orada. Gezi'nin finansörü diyorlar ya. Bir iddia vardı, 6 bin tane pizza sipariş edilmiş. Savunma avukatları, İstanbul'da o gece 6 bin değil, 600 değil, 60 tane bile pizzanın sipariş edilmediğini ispatladılar. Tayyip Erdoğan çıktı, ‘Birileri bunları beraat ettirmeye çalıştı. Diğer taraftan Soma’nın en yılmaz savunucularından Can Atalay. Can Bey, Hataylıların iradesiyle milletvekili seçilmiş birisi, bekliyor ki Yargıtay karar versin diye, o da inanamıyor. Birazdan Mücella Abla’nın yanına gideceğim. Mücella Abla, üç aydır kelepçe takılarak doktor muayenesine götürülüyor. Geçtiğimiz haftalarda, Bülent Turan İçişleri Bakan Yardımcısı; Ramazan Can da Adalet Bakan Yardımcısı onlarla konuştum. Dedim ki ‘Bu kelepçeli muayene yüzünden çok önemli tetkikler olmuyor, çok ciddi bir hastalığı olabilir. Bunu lütfen, sizden çok rica ediyoruz, çözün.’ Önce biri talimat verdi. İki bakan yardımcısı, çok gayret ettiler, sağ olsunlar. On gün önce oldu, dün de tetkikler oldu. Ben de Bülent Turan'a teşekkür yazdım. O da bana şöyle yazdı: ‘Araya biz girmeden bu işlerin halloluyor olması lazım.’ Mücella Abla bilinen bir kişi, Özgür Özel tesadüfen haberdar. Ama kimin kimsesi olmayan, Özgür Özel'i tanımayan, Bülent Turan'a ulaşamayan 300 bin tane mahkum var içeride. Gelin bunu düzeltelim. Hastaların hastaneye giderken ring aracıyla gitmemesi lazım. Ring aracı çok kötü bir araç, bir gün emniyetin bahçesinde 6 saat beklemiş, havasız kalmış, mikrop üremiş araçlar. Aynı araca ertesi gün enfeksiyonlu hasta konuyor. Ambulansla, hasta nakil araçlarıyla sevk edilmeleri lazım. Tayfun Kahraman ile çok tatlı bir sohbet gerçekleştirdik. Moralleri son derece yerinde. Adalet bekliyorlar. Neyle suçlandıklarını hatırlayalım: 9 yıl önce yaşanmış Gezi Olayları var. Hükümet meseleyi başka bir yerden okumaya çalışıyor. Ama hepimiz biliyoruz ki bu Taksim İnisiyatifi denen, bugün içeride olan, Mücella Hanım'ın, Çiğdem Mater’in, Tayfun Kahraman'ın içinde olduğu insanlar, aslında can yanmasın, burun kanamasın diye gayret gösteriyorlar. Ve orada Taksim inisiyatifinin istediği şeyler; ağaçların kesilmemesine, buraya topçu kışlası yapmamaya, buranın korunmasına garanti verin gibi ifadeler vardı. Hiçbir tanesinde ‘Başbakan istifa etsin’ yazmıyordu. , Diyorlar ya darbe girişimi, darbe girişimi olsa bunları isterler.
CHP GİTMESİ GEREKEN YOLDAN GİTTİ: (CHP’li Atilla Kart’ın 'Mühürsüz oylar için AİHM’e gitmem engellendi' ifadeleri üzerine): CHP’nin yapmış olduğu bir işi yapmadı olarak gösteren ve bunun üzerinden haksız bir saldırıya uğruyor parti. CHP mühürsüz oylarla ilgili YSK’ye başvurdu. Ardından Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, ben seçim işlerine bakmam kararı verdikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. AİHM de yetkisizlik kararı verdi çünkü referanduma bakmam dedi. Sayın Atilla Kart’ın söylediği mesele, o başka bir hukuk yolunu takip edip idare mahkemesine gitmiş, CHP de bu dosyaya müdahil olsun demiş. Bizim hukukçularımız da AİHM’deki esas güçlü başvurumuzu zayıflatırız demişler. CHP gitmesi gereken yoldan gitti.
PARTİNİN MUHALEFETTE KALMASININ VERDİĞİ YÜKTEN YÜZÜNCÜ YILDA KURTULACAKTIK: Ben partiyi değiştirebileceğime, partiyi iktidar yapabileceğime ve partinin Türkiye'de iktidar olmasıyla birlikte Türkiye'yi değiştirebileceğimize genç ve yetkin kadrolarımızla beraber Türkiye'deki sosyal demokrasiye inanmış inanılmaz insan kaynağını harekete geçirebileceğimize ve Türkiye'nin yüzünü güldürebileceğimize inanıyorum. Onun heyecanı içindeyim. Burukluğum, cumhuriyetin, partinin yüzüncü yılını muhalefette kutladık. Bu benim hazır olduğum bir şey değildi. Uzun süredir partinin muhalefette kalmasının verdiği yükten yüzüncü yılda kurtulacaktık, kurtulamadık. Bunun hem üzüntülü hem sorumluluğunu hissediyorum. Bugün çıktığımız yol, hissettiğimiz bu sorumluluktandır. Anadolu'da şunu diyor adam: Doğru da yapsa karşısında duruyorsun. Örneğin Mustafa Varank, TOGG’a binmiş, Meclis’e gelmiş. Dedim ki söz istiyorum. Sayın Bakan, TOGG’a binip gelmişsiniz. Evet dedi. Onu burada bırakın, bu milletin malı, milletin Meclis’ine bir tane TOGG bırakın, biz buna sırayla binelim, hem de önerelim. Şimdi ben illa AK Parti'nin karşısındayım diye TOGG’a karşı çıkabilir miyim?
BEN PARTİMİN YÜZÜNÜ HİÇ ÖNE EĞDİRMEDİM: Bu partinin kapılarını açmak, duvarlarını inceltmek, geçirgenliğini artırmak, bu partinin çatısının altına cumhuriyeti seven herkesi almak lazım. CHP büyük bir dönüşümün eşiğinde, eğer insanlara başarabileceğimizi ama bunu onlarla yapabileceğimizi söylersek CHP’nin ne finans ne bütçe ne reklam ne iletişim ne içerik sorunu kalacak. CHP kendisine dayatılan vasatlıktan, karşıtlıktan, çaresizlikten kurtulmak zorunda. Ben partimin yüzünü hiç öne eğdirmedim. Ne Süleyman Soylu’ya ne Hulusi Akar’a ne Binali Yıldırım’a ne de Recep Tayyip Erdoğan’a karşı bir santim eğilmedim, bir adım geri gitmedim, bir kelime eksik konuşmadım. CHP’yi Türkiye’nin en iyi yönetilen kurumu yapmaya talibim. 5 Kasım kurultay için uygun. Ne kadar çabuk o kadar iyi. Çünkü kurultayı yapacağız, kazanacağız, arkasında yerel seçimler var.
İTTİFAK YAPMAK LAZIM: (İYİ Parti'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak Ümit Özlale’yi açıklaması üzerine) CHP, siyasi yelpazenin iki tarafına doğru da ittifak potansiyelinde bir kayıp yaşıyor. CHP’nin bir değişim, dönüşüm ve özeleştiri ve yenilenme üzerinden ittifak potansiyelini yeniden kazanması gerekir. Eğer biz olduğumuz gibi durursak yönetebileceğimiz bir ittifak potansiyelimiz yok. Benim ittifaklarla ilgili tavrım çok net, ittifak olmalıdır. Seçime kadar herkes özgürce kendini tanımlamalı, seçim yaklaştığında bir iç hukuk belgesi yazılmalı, adil, kimseyi kırmayan, kızdırmayan, ötekileştirmeyen, kimsenin hakkını yemeyen ama kendi hakkını da yedirmeyen bir ittifak yapmak lazım. Bu, CHP tek başına seçime giremez demek değil. (HABER MERKEZİ)