Özgürlük ve mutluluk için ‘evrensel temel gelir’
David Graeber'ın 'Tırışkadan İşler' kitabı Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Graeber, kitapta bildiğimiz ama çoğunlukla anlatamadığımız çalışma hayatına dair gerçekleri ortaya koyuyor.
Günümüzün toplumsal baskı araçlarını (neoliberal kapitalist sistem, bürokrasi, polis şiddeti, çalışma hayatı vd.) incelerken bunlara karşı başlatılacak isyanların soğukkanlı şekilde gerçekleştirilmesinin zorunluluğundan bahseden, 2011’deki Wall Street işgalinin öncülerinden olan, geçmişi ve şimdiyi yeniden düşünmeyi teklif eden, yeryüzünde gerçek bir demokrasinin hayata geçirilmesi için çalışan antropolog, anarşist ve aktivist David Graeber, 2 Eylül 2020’de Venedik’te aniden ölünce ardından pek çok isim (Rebecca Solnit, Michael Hardt, Daniel Fischer vd.) veda yazıları kaleme almıştı.
Bu yazıların ortak noktası, Graeber’ın yirminci ve yirmi birinci yüzyılın güçlü bir yorumcusu olduğu ve demokratik eylem biçimleriyle geleceğin, şimdiden daha özgür ve adil bir biçimde yeniden kurulmasını umut ettiğiydi.
“Refah devleti” ve “piyasa ekonomisi”nin yarattığı şiddete, sınırsız kâr elde etmenin kural ve kanunlarla meşru hâle getirilmesine karşı teorik ve pratik çalışmalara katılıp sahaya inen Graeber, finansallaşmayı, şiddeti, teknolojiyi ve kamusal ile özelin iç içe geçmişliğini eleştiren eylemlere ön ayak olacak epey metin kaleme almıştı.
Onlardan biri olan 'Tersine Devrimler’de (Çeviren: Aslı Esen, Everest Yayınları, 2014); Seattle’dan, Wall Street’ten ve Gezi Parkı’ndan sonra şöyle yazmıştı: “Kapitalistlerin dünyaya ilişkin temel varsayımlarını yeniden düşünmeyi bile topyekûn reddetmesinin sadece kapitalizmin değil, hemen her şeyin ölüm fermanı anlamına geleceği böyle bir anda, tek seçeneğimiz bu işi elimize almak. İnsanların özde ne olduğuna, dünyadan ve birbirinden ne beklemelerinin makul olacağına dair yeni bir dil, yeni bir sağduyu yaratmaya başlamak. Dünyanın kaderinin buna bağlı olduğunu söylemek hiç abartılı değil.”
Neoliberal kapitalist sistemi anlayıp ona karşı çıkma yolunun, insanların (ve devletlerin) borçlu ve alacaklı diye nasıl ikiye bölündüğünü ve buradan doğan krizlerin kimleri zenginleştirdiğini kavramaktan geçtiğini söyleyen Graeber, borcun, borçlandırmanın ve krizlerin küreselleşmesine atıf yapmıştı.
Bahsettiği bu duruma karşı demokratik eylemlerle örülü bir küresel direniş başlatılması gerektiğini, ardından da kapitalist hırslardan ve şiddetten arındırılmış, “devletsiz” bir toplumu savunmuştu Graeber. Bunun, Wall Street’i işgal edenlerin atıf yaptığı ve sloganlaştırdığı, yüzde 1 tarafından yönetilip adaletsizliğe ve eşitsizliğe maruz kalan “yüzde 99” için gerekli olduğunu söylemişti.
Graeber, değer kavramından hareket edip çalışma hayatının karanlık noktalarına indiği ve işlerin niteliğini göz önünde bulundurarak bir kez daha neoliberal kapitalist sistem eleştirisine yöneldiği (ve yine “yüzde 99”a seslendiği) 'Tırışkadan İşler'de, bildiğimiz ama çoğunlukla anlatamadığımız çalışma hayatına dair gerçekleri ortaya koyuyor.
TOPLUMUN ÇİMENTOSU: HINÇ, ÖFKE VE ŞÜPHE
Neoliberal kapitalist sistemin en önemli özellikleri aşırı üretim, aşırı performans ve aşırı iletişimle özgürlüğünden vazgeçirdiği kişiyi, hayatta kalmak için düzene hizmete, dolayısıyla iyi yaşamayı göz ardı etmeye zorlayarak kendisiyle rekabete sokup sonunda benliğiyle çatışmaya itmesi. Başka bir deyişle bireyi “performansa”, “verimliliğe” ve “başarıya” indirgemesi.
“Başarabilirsin” diyerek insanı “motive etmeyi” her şeyin önüne koyan sistem, Byung-Chul Han’ın ifadesiyle “kendi kendisinin girişimcisine dönüşen kişiyi bir performans öznesi hâline getiriyor.” Han, “başarı” ve verim kıskacına alınan bireyin, neoliberal kapitalist sistem tarafından ‘tabi olan özne’ye dönüştürülüşünü ve böylece ‘proje hâline gelişini’ anlatmıştı 'Eros’un Istırabı'nda (Çeviren: Şeyda Öztürk, Metis Yayınları, 2019).
Graeber, Han’ın bahsettiği verimlilik meselesine, işleri “zırva” ve “boktan” diye ikiye ayırarak bakıyor. Graeber’a göre bir işi “zırva” kılan şey, hayati olmamasına ve yararsızlığına rağmen kişiye çok para kazandırması ya da “emeğinin” karşılığında patronun ona yüksek ücret ödemesi. “Boktan” iş ise günlük hayatın devam etmesini sağlayan fakat bunun karşılığında düşük ücret ödenen mesleklere karşılık geliyor.
Yıllar evvel, 1930’larda, teknolojik gelişmeler sayesinde haftalık çalışma saatlerinin azalacağını müjdelemişti Keynes. Fakat bu öngörü gerçekleşmediği gibi iş yükü ve mesai saatleri giderek arttı; Graeber’ın deyişiyle “yaratılan manasız işler” nedeniyle insanlar, yaşamının büyük bir bölümünü, gereksiz bulduğu ama bunu uluorta dillendirmekten çekindiği görevleri yerine getirmeye adadı.
Graeber’ın “sektörel şişkinlik” dediği durum, 1900’lerin ilk çeyreğinden itibaren dünyada bir virüs gibi yayılınca ana ve yan sanayi büyüdükçe büyüdü. “Tırışkadan işler” ile birlikte, “herkes çalışmayı sürdürsün diye uydurulmuş işlere” yenileri eklendi. Graeber, öğretmenler, tesisatçılar, doktorlar, hemşireler, çöpçüler ve metro işçileri yok olursa insanlığın krizi göreceğini, buna karşılık şirket yöneticilerinin, halkla ilişkiler uzmanlarının, sigortacıların, pazarlamacıların ve icra memurlarının buharlaşmasının ufak tefek sıkıntılara yol açacağını, hatta bu duruma sevinenlerin sayısının hayli fazla olacağını söylüyor.
Günümüzün faydacılık ve verimlilik gibi “değerlerinden” hareketle sormak gerek: Graeber’ın bahsettiği ikinci grupta yer alan işler, kime ve neye yarıyor? Ekonominin ve piyasanın her şeyin önüne konduğu bir dönemde (özellikle Covid-19 pandemisi sırasında bunu daha iyi anladık), yukarıdaki soru ve ona verilebilecek yanıtlar epey önem kazandı. 'Tırışkadan İşler'de bu soruya yanıt(lar) arayan yazarın günümüze dair yorumu, mevcut durumla ilgili bazı ipuçları verebilir: “İş temelli bir uygarlığa dönüştük ama ‘üretken iş’ kavramını da kaybettik ve işi, kendinde amaca ve anlama sahip bir şey hâline getirdik. Hiç de ayılıp bayılmadıkları işlerde dişini tırnağına takıp çalışmayanların, çevrelerinden sevgi, şefkat ve destek görmeyi hak etmeyen işe yaramazlar olduğuna inandık. Kendi elimizle toplu köleliği seçtik. Zamanımızın yarısını hoşlanmadığımız bir üstün gözetimi altında, tepeden tırnağa anlamsız, hatta zararlı faaliyetlerle geçirdiğimizi fark edince verdiğimiz siyasi tepki ise bu tuzağa düşmeyenlere hınçla diş bilemekten ibaret. Yani nefret, hınç ve şüphe, toplumu bir arada tutan çimentonun ana maddeleri hâline geldi. Bunun sonu felaket.”
MANEVİ ŞİDDET, AHLAKİ VE RUHSAL ÇÖKÜNTÜ
Graeber, tırışkadan iş “deneyimi” yaşayanları sahneye taşırken bu konudaki suskunluk yasasını delmeye, “başarının” ve “verimliliğin” en önemli şartlarından biri olan sabah 9-akşam 6 çalışma düzeninden şikâyet etmeme, hatta bunu düşünmeme rutinine çomak sokmaya çabalıyor.
Tırışkadan işlerde çalışanların, işlerinin “habisliğini” ve yararsızlığını bildiğini fakat bunu ifade edemediğini, söz konusu durumun kişinin ruh hâlini nasıl etkilediğini hatırlatıyor yazar: “Boktan işlerin çoğu, mavi yakalı işler dediğimiz saatlik ücret alınan alana ait, tırışkadan işlerse genelde beyaz yakalı maaşlı işler. Boktan işlerde çalışanlar onur kırıcı davranışların hedefi olur; hem çok çalışırlar hem de bizzat bunun için hor görülürler. Ama bu insanlar en azından işe yarar bir şeyler yaptıklarını bilir. Tırışkadan işlerde çalışanlarsa şerefle, saygınlıkla sarılıp sarmalanır. Mesleklerinden ötürü saygı görür, iyi maaş alır; büyük başarı sahibi, işiyle ne kadar övünse az gelecek insanlar olarak muamele edilirler. Hoş, kendileri bir halta yaramadığını içten içe bilir; evlerini hınca hınç doldurdukları tüketici oyuncaklarını almak için aslında hiçbir şey yapmadığını, her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu hisseder. Hislerinde haklıdırlar da.”
Tüketim kültürünün bekası için yaratılan tırışkadan işler ve onların “sürdürülebilirliği” için hayati olan boktan işler çağımızın bir gerçeği. Lüzumsuz bir ciddiyet, standart kıyafetler, rutine bağlanmış davranışlar ve sözler, aldığı paranın hakkını verme zorlaması ve beyaz yakalı kültürü, tırışkadan işlerde çalışanların “verimliliğini” ve “başarısını” perçinliyor. Graeber, bürokratik tarafı ağır basan, insanları manipüle eden, algıları yönetmeye yarayan, tanıtım ve pazarlamayı esas alan bu işlerde çalışan pek çok kişinin görüşlerine yer veriyor kitapta. Bu anlatımlarda “hedefler”, “stratejiler”, “projeler”, “denetim”, “yaratıcılık”, “farkındalık”, “kriz yönetimi”, “performans” ve “insan kaynakları” gibi sistemin bel kemiği olan eylemler ve kavramlar havada uçuşuyor. Manevi şiddetin beraberinde getirdiği ahlaki ve ruhsal çöküntüyü özetleyen bu hikâyeler, tırışkadan işlerin doğurduğu amaçsızlık ve sahtelik “deneyimiyle” birlikte, kişinin zamanını satın alan “patronun, koşulsuz onayıyla onu aldatma” hazzını su yüzüne çıkarıyor. Bütün bunlara, -mış gibi yapmaktan ve muğlaklıktan doğan ıstırabı, güncel işletmeci feodalizm ile klasik feodalizm arasındaki benzerlikleri ekleyince felsefi değer yerine ekonomik değerin (ya da piyasa değerinin) geçtiği bir düzene ya da sisteme ulaşıyoruz.
Graeber’ın, iş kategorizasyonu üzerinden giriştiği neoliberal kapitalist sistem eleştirisinin özünde, bu değer karmaşası bulunuyor. “Verimlilik”, “performans” ve “başarı” sarmalından sıyrılarak bizi, özgürlüğü yaşama üzerine düşünmeye davet eden Graeber, bir kişinin, diğerinin özgürlüğünü genişleteceği emeğin hayata geçirilmesi gerektiğini söylüyor. Günümüzdeki siyasi ve kültürel şiddetin özünü oluşturan ve uzun çalışma saatleriyle öne çıkan tırışkadan işlerin kişide yarattığı bunalımı anlatan yazar, herkesin insanca yaşayabileceği ve kendisine, daha doğrusu yapmak istediklerine vakit ayırmasını sağlayacak “evrensel temel gelirle” bu kısır döngüden çıkılabileceğini belirtiyor.
Graeber’ın 'Tırışkadan İşler'de anlattıkları, insanların hem ruh sağlığını koruması hem de benlikleriyle bağını koparmaması için hayli önemli. Üstelik bu belirlemeler, daha özgür ve mutlu olmak için bazı ipuçları sunuyor.