Pandemi döneminde eğitim: 'Bir boşluğa bakıyor gibiyiz'

Korona virüsü salgını sürecinde sağlığın ardından en önemli gündem eğitim oldu. Pandeminin etkisini sürdürdüğü dönemde Eğitim- Sen Genel Başkanlığı görevini üstlenen Prof. Dr. Nejla Kurul’a göre salgın öncesi eğitimde yaşanan eşitsizlikler bu dönemde katlandı. Kurul, “Çok dilli eğitim, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim için etkin olacağız” dedi.

Google Haberlere Abone ol

 

ANKARA - Eğitim alanında çalışmalar yürüten uzmanların yıllardır dile getirdikleri fırsat eşitsizlikleri korona virüsü salgını sürecinde daha da görünür oldu. Geride kalan yılın büyük bölümünde uzaktan eğitimlerine devam etmek zorunda kalan öğrencilerin internet, tablet ve bilgisayar gibi teknolojik aletlere erişimi konusunda da sorunlar yaşandı.

Pandeminin etkisini arttırdığı ve uzaktan eğitim sürecinde sorunların devam ettiği dönemde Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Başkanlığı görevine seçilen Prof. Dr. Nejla Kurul’a göre hayatta kalmanın önemli olduğu dönemde eğitim alanı gölgede kaldı.

‘TOPLUMUN GENİŞ BİR KESİMİNDE DEĞİŞİM ARZUSU VAR’

OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen ve geçmişte de eğitim alanında akademik çalışmalar üreten Nejla Kurul ile geride kalan yılda eğitim alanında yaşananları ve 2021 yılında atılması gereken adımları konuştuk.

nejla kurul
Nejla Kurul, "Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinde tozpembe masallar anlatılıyor" diyor.

Pandemi döneminde okulların ve üniversitelerin karanlık içerisinde olduğunu belirten Kurul’a göre önümüzdeki dönemde yüz yüze eğitime hazırlık için okulların ve üniversitelerin eğitim ortamlarını birbirine denk hale getirmek için uğraş vermek gerekiyor.

Yakın dönemde Eğitim- Sen Genel Başkanlığı görevini üstlendiniz.  Nasıl koşulların olduğu bir dönemde çalışmaya başladınız?

Türkiye’de emek mücadelesinin, demokrasinin, barışın, özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönemde tüm demokratik kitle örgütlerinde görev yapmanın güçlükleri var kuşkusuz, ama anlamı da büyük. Eğitim- Sen genel başkanlığı görevini üstlenmek benim için onur. Seçilen tüm arkadaşlarımla birlikte emek ve demokrasi mücadelesinde yüz yılı aşkın bir süredir varlığını ortaya koyan bir sendikada görev almanın duyarlığı ile hareket ediyoruz.

Süreç zorlu. 2023’e kadar Türkiye yurttaşlarının en azından yarısının demokrasiyi özümsediğini gözlemleyebiliyoruz. Büyük toplumsal hareketler olmasa bile toplumun geniş bir kesiminde bir değişim ve dönüşüm arzusu var. Bunu çok yoğun bir şekilde hissediyoruz. Bu süreci örme, bu sürece belli ölçüde ses olma, öfkeyi örgütleme açısından demokratik kitle örgütlerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğitim-Sen de bu kitle örgütlerinden birisi. Çalışmalarımızı zorlu koşullarda ama zorlu koşulların ortaya çıkardığı avantajları görerek ve düşünerek, sokaktaki insanların konuşmaya başladığını görerek, onların söylemlerini daha güçlü bir sesle kurabilmeyi amaçlıyoruz. Bu bizim kendi alanımızda öğretmenlerin, eğitim ve bilim emekçilerinin öfkesini örgütlemek anlamına gerekiyor.  Bu pandemi günlerinde öğrencilerimizin de öfkesi var. Türkiye çocuklar ve gençler için umut vadeden ülkeler arasında olmaktan ne yazık ki çıktı. Niteliksiz okullar, işsizlik, güvencesizlik, yalnızlık... Ebeveynler, veliler çocukları için ciddi bir kaygı yaşıyorlar. Hemen hemen her evde bir işsiz var. Bu anlaşılabilir bir şey değil. Bu süreçte kamuoyunu oluşturma, kamuoyunu düşünmeye zorlama, kamuoyunun daha duyarlı hareket etmesi için yeterli bilgiyle donatmaya çalışma bizim gündemimize aldığımız şeyler.

‘ÖZGÜRLÜKLERDEN YANA BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜM İSTİYORUZ’

Türkiye’de her ne değişecekse bunu az sayıda örgüt yapmayacak. Bu değişimi ve dönüşümü toplumun bütün üyeleri yapacak. Bizim bütün amacımız o sessizce bekleyen, öfkesini yeterince söze dökememiş insanlarla buluşmak ve sosyal, demokratik ve laik bir cumhuriyeti yaşama geçirmek. Emekten, demokrasiden, özgürlüklerden yana büyük ve köklü bir dönüşüm istiyoruz.

‘HAYATTA KALMANIN ÖNEMLİ OLDUĞU DÖNEMDE EĞİTİM GÖLGEDE KALDI’

2020 yılının büyük çoğunluğunu pandemi koşullarında geçirdik. Eğitim alanında salgın öncesinde yaşanan pek çok sorun bu dönemde iyice açığa çıktı. Siz de yıllardır Eğitim-Sen’in dile getirdiği sorunların salgınla daha görünür olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu dönemde sağlık sorunları çok ön plana çıktığı için hayatta kalmak birinci şeydi. Hayatta kalmanın bu kadar önemli olduğu bir dönemde eğitim çok gölgede kaldı. İki kamusal hizmet alanı var, sağlık ve eğitim. Sağlıkta paylaşılan verilerin gerçeği yansıtmadığı görülünce bir güvensizlik ortaya çıktı. Sahadaki vaka ve vefat sayıları ile Sağlık Bakanlığı’nın verileri arasındaki tutarsızlığı açığa çıkaran Türk Tabipleri Birliği ve Sağlık Emekçileri Sendikası oldu. Diğer meslek örgütleriyle birlikte sahaya büyüteç tuttular ve sorunları görülür hale getirdiler.  Bunun sonunda siyasal iktidar vakaları ve ölümleri doğruya yakın ifade etmeye başladı. Önlemler de bu doğrultuda biraz daha sıkılaştı.

‘EĞİTİMDE BİR BOŞLUĞA BAKIYOR GİBİYİZ’

Eğitim alanında okullarda ve üniversitelerde yaşanılanlara dair bilgimiz ne yazık ki sınırlı. Eğitimde bir boşluğa bakıyor gibiyiz. Özellikle uzaktan eğitimde neyin yaşandığına ilişkin olarak MEB’in açıkladığı ‘tıklama’ sayısından başka veri yok. Eğitimin pandemi öncesinde de çok ciddi sorunları vardı.  Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak eğitim alanındaki eşitsizlikleri her fırsatta ifade ediyorduk. Kapitalizmin tarihselliği içerisinde sınıfsal ayrışmalar çok keskinleşti. Hiyerarşiler çok belirginleşti. Bu hiyerarşiler, ayrımlar okullara ve üniversitelere yansıdı. Okullar ve üniversiteler arasında çok ciddi eşitsizlikler var. Aynı yasaya tabi iki okuldan birinde inanılmaz olanaklar varken bir başkasında yoksunluklar o kadar belirgindi ki. Üniversitelerde de aynı şekilde, büyük kent üniversiteleri, küçük kent üniversiteleri arasında ciddi bir uçurum söz konusu.

‘ANADİLİNİ KONUŞAMAYAN ÜLKE GERÇEĞİ PANDEMİDEN ÖNCE DE VARDI’

Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri pandemiden önce de oldukça yaygındı. YÖK, ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ projesini uygulamadan kaldırdı, MEB bu projeyi olumsuzladı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini geriletecek politikaları izlemekten vazgeçti. Aynılaştırma ve tekleştirme politikaları eğitimde çok yaygın. Kendi anadilini konuşamayan, yazamayan, eğitimini alamayan, yayınını yapamayan bir ülke gerçekliği pandemiden önce de vardı. Zorunlu din dersi hala Türkiye’nin kanayan bir yarası. Türkiye’nin en az yarısının dinden özerk hayat sürdürdüğünü tahmin ediyoruz. Böyle olduğunda zorunlu din dersi inanç özgürlüklerini gözeten bir yerden kaldırılabilir ve yerine bambaşka dersler konulabilir.

‘PANDEMİDE OKULLAR VE ÜNİVERSİTELER KARANLIK İÇERİSİNDE’

Eğitimde alanında var olan eşitsizlikler, Covid-19 salgınında daha da keskinleşti. Milli Eğitim Bakanlığı kaç milyon öğrencinin internete erişemediğini, kaç öğrencinin bilgisayar, tablet ve akıllı telefondan yoksun kaldığını açıklamıyor. Uzaktan eğitim sırasında kaç öğrencinin eğitime kısmen ulaştığının ya da hiç ulaşamadığının bilgisine sahip değiliz. Pandemide okullar ve üniversiteler büyük bir karanlık içinde adeta. Bu konuda 2021 MEB Bütçe gerekçesi dahil şu ana kadar uzaktan eğitime dair bir rapor görmedik. Milli Eğitim Bakanının açıklamalarından birinde geçen uzaktan eğitime ulaşamayan altı milyon öğrencinin olduğunu biliyoruz, o dönem için. Yaklaşık 18 milyon öğrenciden üçte biri pandemi koşullarında sağlıklı bir eğitim alamayacak durumda.

‘ÖĞRETMENLER YALNIZ BIRAKILDILAR’

Bu dönem sınıfsal eşitsizliklerin çok derinleştiği bir dönem. Yaklaşık 10 milyon işsiz velimiz var. Asgari ücretle çalışan veli sayısı da 10 milyona yakın. Bu evlere nasıl tablet ve bilgisayar alınıp nasıl sürekli internet bağlantısı sağlanacak? Bu evlerde bir çocuklar ve gençler için kültürel çölleşme ile karşı karşıya olma olasılığı var ve çocuklar buralardan nasıl güçlenerek yüz yüze eğitime katılabilecekler. Bizim sorduğumuz sorular bunlar. Pandemi günleri özellikle dijital eşitsizliklerin yaygınlığını ortaya koydu. MEB’in yaptığı FATİH projesinin başarısızlığı açıkça gözler önüne serildi. Sayıştay’ın 2019 denetim raporunda bu konuya işaret ediliyor. Öte yandan eğitim ve bilim emekçilerinin koşulları da birbirinden farklı. Bir kısmı bir yandan hayat pahalılığı karşısında ücretlerinde bir gerileme yaşıyorlar, bir kısmı da ek ders ücreti kayıpları yaşıyorlar. Bilişim teknolojileri konusunda öğretmenler arasında bilgi ve deneyim farkı ortaya çıktı ve öğretmenler MEB’den açık bir destek alamadılar, yalnız bırakıldılar. Öğretmenler, ekranları genellikle kapalı öğrencilerle boşlukta ders yapıyorlar adeta, bu da eğitime güdülenmelerini engelleyen bir etken.

‘HİÇBİR GENÇ VE ÇOCUK UZAKTA KALMAMALI’

2020 Türkiye’sinde internete erişemeyen çocukların olması size ne hissettiriyor? Fırsat eşitsizliği hiç bu kadar görünür olmuş muydu?

Sosyal medya ve kitle iletişim araçlarının gücüne karşın dijital eşitsizlikler nedeniyle bir yerlerde duymayan, bir yerlerde görmeyen, bir yerlerde okuyamadığı ve yazamadığı için düşünemeyen eğitim imkanları engellenmiş çocukların ve gençlerin olduğu anlamına geliyor. Bu çocuklara ve gençlere şu ya da bu şekilde destekleyecek çalışmaların üzerine gitmek gerekiyor. MEB, yapacağı ek bütçe ile öğrencilerin teknolojik gereksinimlerini karşılayacak çalışmalar yapmalıdır. Hiçbir çocuk ve genç uzakta kalmamalıdır.

‘BAKANLIĞIN BÜTÇESİNİN SALGINA DAİR ÖNGÖRÜSÜ ÇOK ZAYIF’

Meclis’te bütçe görüşmeleri geride kaldı. Eğitim-Sen, Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2021 bütçesiyle eğitim alanındaki sorunların aşılabileceğini düşünüyor mu?

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçe sunuşuna bakıyorsunuz sanki bir büyükçe şirketin açıkladığı, birkaç performans göstergesine indirgenmiş bir bütçe gerekçesi ve Bakanlığın bütçe sunuşu var. Milli Eğitim Bakanlığı 2021 Bütçesinin salgına dair öngörüsü çok zayıf. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un 2021 Bütçe Yılı Sunuşu da pandemiye dair pek az söz söylüyor. Dolayısıyla 2020 yılının mart ayından sonraki dönemine damgasını vuran, sorunlarla dolu uzaktan eğitime karşın bütçe sunuşunda tozpembe masallar anlatılıyor. Kısaca Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi, Covid-19’un gelişimine göre önlemleri özenle açığa çıkartan, etkin demokratik katılımla incelten, eğitimin çoklu anlam dünyasına seslenen bir bütçe değil. Sessiz, soyut ve her şeyi sürecin kendi akışına bırakmaya dönük bir bütçe denilebilir. Sağlık ve eğitim ödeneklerini topladığımızda, merkezi bütçeden ayrılan pay yüzde 19’a ulaşıyor. Güvenlik harcamalarına ayrılan geniş tanımlı payla kıyaslandığında (yüzde 23) bu bütçenin yaşamı, barışı, demokrasiyi öncelemediğini açıkça söyleyebiliriz.

‘BÜTÇE SALGINI GÖRMEYEN BİR BAKIŞLA HAZIRLANMIŞ’

Covid-19 dünyada pek çok kapitalist ülkede olduğu gibi hem sağlık alt yapısının hem de eğitim alt yapısının ne denli zayıf olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. FATİH Projesinin 30 milyar dolarlık başarısızlık hikâyesini anımsayalım. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz açık: Bu proje ne öğretmenleri uzaktan eğitim konusunda güçlendirmiş, ne de okulları pandemi günlerinde yoksul öğrencilere dağıtılabilecek bilgisayarlarla donatmış. FATİH Projesinin hesabı sorulamadığı için bugün Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi salgını görmeyen, duymayan bir bakışla hazırlanmış.  Sayıştay’ın 2019 Yılı Denetim Raporu savlarımızın bir kısmını destekliyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile daha merkezileşen eğitimde, rapora göre “sağlıklı olmayan” pek çok durum var. Ancak görünen o ki, bütçeyi Sayıştay ne denli iyi denetlese bile pek bir şey yapılamıyor.

‘YOKSUL VE YOKSUN ÖĞRENCİLERİMİZ YALNIZ KALMAMALI’

Mutsuz eğitimcilerden, öğrencilerden, velilerden bahsettiniz. 2021 yılında eğitim alanına dair atılması gereken acil adımlar nelerdir?

Şimdi ve burada anlayışı ile Covid-19 salgınının açığa çıkardığı eşitsizlikleri ortadan kaldırmak üzere çalışmalar yapılması gerekiyor. Pandemide öğrencilerin, yüz yüze eğitime hazırlık için de okulların ve üniversitelerin eğitim ortamlarını birbirine denk hale getirmek için uğraşı vermek gerekiyor. Sendikamız ve demokratik eğitim kamuoyu öğrencilerin eğitim hakkının hayata geçilmesi için mücadele etmek zorunda, yoksul ve yoksun öğrencilerimiz yalnız kalmamalı, bu ilk adımlardan birisi olmak zorunda. 

‘UYUKLAYAN GÜÇLERİMİZİ YENİDEN HAREKETE GEÇİRMELİYİZ’

Okullar ve üniversiteler bir söylem alanı, ne var ki bu yüz yüze mekânlarda ve şimdi uzaktan eğitimde özgürce konuşmak kolay değil. Uzaktan eğitimde hem öğrenciler hem de öğretmenler adeta oto sansür uyguluyorlar, yöneticilerin dersleri izleyebilmesi güvensizlik yaratıyor. KHK’lerle ihraç edilen öğretmenler, eğitim emekçileri, açığa alınmalar ve sürgünler konuşma ve yazma gibi en insani edimlerimizi geriletiyor. Bu nedenle giderek otoriterleşen siyasal iklimde demokrasi, barış ve dayanışma kültürü oluşturma, eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermek ikinci adım olmalı. Uyuklayan güçlerimizi yeniden harekete geçirmeliyiz.

Din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, siyasal düşünce farkı gözetmeksizin bütün üyelerimizin ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal, mesleki özlük hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmek ve üyelerimize insanca bir yaşam düzeyi sağlamak bir diğer adımımız. Çok dilli eğitim, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim için etkin olacağız.