Cemil Aksu: Paris İklim Anlaşması'nın geleceği belirsiz, dağ fare doğuracak
Ekolojist Cemil Aksu, Türkiye'nin dünyada yaşanan ticari dönüşüme ayak uydurmak için Paris İklim Anlaşması'na taraf olduğunu söyledi.
Osman Çaklı
DUVAR - Dünyada giderek derinleşen iklim krizi olgusunu hükümetler, Paris İklim Anlaşması'yla önlemeye çalışıyor. Türkiye de 6 Ekim'de Paris İklim Anlaşması'nı kabul ederek, taraf ülkelerden biri oldu.
Paris İklim Anlaşması ekseninde tartışmalar devam ederken, anlaşmanın Türkiye'ye yüklediği sorumlulukları, anlaşmaya ulusal ve küresel iklim aktivistlerinin yaklaşımını Polen Ekoloji üyesi Cemil Aksu ile konuştuk.
‘KÜRESEL ISINMAYI 1,5 DERECE SEVİYELERİNDE TUTMAYI HEDEFLİYOR'
6 Ekim 2021 tarihinde TBMM'de Paris İklim Anlaşması kabul edildi. Türkiye de anlaşmaya taraf ülkelerden biri haline geldi. Paris İklim Anlaşması'nın nedir ve nedir tür sorumluluklar yüklüyor?
Paris İklim Anlaşması'nın hikayesi aslında epey uzun. 1970'lerden beri Birleşmiş Milletler çatısı altında, dünyadaki küresel ısınmanın hem toplumlar hem ekonomiler üzerindeki olumsuz etkilerine dair bilimsel çalışmalar ışığında ne tür tedbirler alınacağı tartışılıyordu. Yaklaşık 50 yıldır devam eden bir süreç... İklim anlaşmasının zirvesi birkaç gün önce başladı. Zirve öncesinde IPCC'nin açıklanan altıncı raporunda hemen hemen bütün ülkelerin vaat ettiği emisyon azaltım hedeflerine uygun davranmadıkları ortaya çıktı. Paris İklim Anlaşması aslında küresel ısınmanın 1,5 derece sınır altında tutulması üzerine kurulu. Bilim insanları, bütün ülkelerin ne kadar, ne zaman, ne oranda emisyon azaltımına gitmesi gerektiği oranını söylerken, tek tek ülkelere şu kadar emisyon azaltın gibi görevler yüklemiyor. Ülkelerin kendilerinin bu oranı belirlemesini istiyor. Herkes ulusal beyanda bulunarak, emisyon miktarı azaltacağını söylüyor. Ancak kimse ulusal katkı beyanlarını yerine getirmedi. Paris İklim Anlaşması ülkelere şart dayatmadı. Şu anki durum ile dünya üzerindeki canlı yaşamı için kritik eşik kabul edilen 1,5-2 derece hedeflerinin tutturulamayacağı ön görülüyor. Paris İklim Anlaşması'nın geleceği belirsiz durumda. Glasgow Zirvesi öncesinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, rapor sunarak dünyanın kırmızı alarm verdiğini söyledi. Dünyadaki çevre hareketlerinin Glasgow'daki zirveden bir beklentisi yok. Yine de hükümetleri zorlamak için eylemlerine devam edecek. Muhtemelen dağ fare doğuracak.
‘TÜRKİYE EKSTRA YÜKÜMLÜLÜK ALTINA GİRMEDİ'
Bu bağlamda iklim krizini derinleştiren mevcut uygulamalara yönelik Türkiye'nin ne yapması gerekiyor?
Türkiye, dünyadaki karbon salımı açısından 190 ülke arasında 16. sırada. Dolayısıyla bir ABD ve Çin ile karşılaştırılmayacak durumda. Her ne kadar düşük bir karbon salınımı olsa da Türkiye'nin iklim politikaları, dünyadaki iklim politikalarına etkisi açısından önemli. Ayrıca Türkiye, iklim krizinden ilk etkilenecek Akdeniz kuşağında yer alıyor. İklim krizinin, ekolojik sonuçlarını haliyle yaşıyoruz. Meseleyi yalnızca karbon emisyonuna indirmemek gerekiyor. Ekolojik krizle birlikte ele almak lazım. Türkiye aslında anlaşmayı imzalamakla ek bir sorumluluk altına girmiş değil. Zaten görüşmelerde mevcut karbon emisyon değerlerini iki kat artırıp ondan sonra indireceğini taahhüt etmişti. 2050 yılına kadar karbon emisyon değerinin yüzde 50 oranında indirileceğini açıklamışlardı. Fakat bu yeni termik santral açmasını, ormanlarda büyük tahribat yaratan maden, enerji, yol, turizm politikalarını engelleyici bir yükümlülük getirmiyor. Paris'in en büyük zafiyeti de bu. Ülkeler bir niyet beyan ediyor ama bunun takibi yapılmıyor, bir denetim yok. Paris'in cezai yaptırımı, zorlayıcı bir mekanizması yok. Bu caydırıcılık toplumların baskısıyla oluyor. Anlaşmayı imzalamakla bir iklim krizi olgusu kabul edilmiş oldu.
‘DEĞİŞEN TİCARET SİSTEMİNE UYUM SAĞLAMA'
Peki Türkiye'nin anlaşmayı altı yıl sonra imzalamasını nasıl değerlendirirsiniz?
Dünya ticaret sisteminde bir değişiklik var. Hükümetin de altı yıl sonra anlaşmayı onaylayıp 'yeşil mutabakat' belgesi açıklamasının, bakanlık adının değiştirilmesinin nedeni; ticaret sistemindeki yeni teknolojilerin, yeni ham maddelere dayanan meta dolaşımının teşvik edilmesine yönelik sistem kurulması… Karbon vergileri getirilecek. Dolayısıyla buna uyum sağlamak için Türkiye de kendi üretimini, daha az karbon üreten teknolojilerle yapmak zorunda kalacak. Biraz bu ihtiyaçtan dolayı olduğunu düşünüyorum. Paris Anlaşması’nda "net sıfır" dedikleri bir madde var. Siz atmosfere ne kadar karbon salıyorsanız, aynı oranda atmosferden karbon emecek yutaklar üretmeniz gerekiyor. Burada da aslında bir muhasebe hilesi yapılacak. Aynı karbon emisyon değerleri atmosfere salınacak ama başka yerlerde aldıkları karbon yutaklarını göstererek, salınıma devam edecek. Hükümetin 11 milyon ağaç diktik demesinin nedeni de bu. Çünkü biz bu kadar yutak alan oluşturduk, bunların değerleri bu kadar, dolayısıyla şu seviyede karbon salınımı yapabilirim diyecek. Hükümet HES'leri yenilenebilir enerji saydığı için bunları da karbon yutağı olarak gösterip, ürettiği enerji kadar termik santrallerden de enerji üretmeye devam edebiliyor. Burada çok ciddi bir hile var. "Net sıfır" hedefine dayalı karbon ticareti dünyadaki mevcut ekolojik yıkıma neden olan madencilik faaliyetlerinin, endüstriyel tarım faaliyetlerinin tam gaz sürmesini teşvik eden bir sistem yaratıyor. Dünyadaki iklim hareketleri, Paris Anlaşması’nı bu anlaşma etrafında sürdürülen tartışmalara tavır koyarak, "iklim adaleti" ve "iklim borcu" kavramları üzerinden tartışma yürütüyor. Paris İklim Anlaşması karbon emisyon miktarı üzerinden iklim krizi tanımlaması yapıyor. İklim krizi yalnızca karbon emisyon miktarı üzerinden tartışılamaz. Dünyadaki orman, biyoçeşitlilik kaybı ile su kaynaklarının kirlenmesi bağlamında ele alınması gerekiyor. Dünyadaki ekolojik krize neden olan diğer parametrelerle ele almak daha doğru.
‘İKLİM KRİZİNİ BÜTÜNLÜKLÜ ELE ALMAK GEREKİYOR'
Yani ‘İklim krizi tek başına karbon emisyon miktarı değil’ diyorsunuz. Bütün bir çerçeve sunuyorsunuz.
Evet. Hem biyoçeşitlilik kaybını azaltmak hem kuraklık riskini azaltmak hem de su krizini çözmek için elimizdeki en önemli kalkan, ormanlar. Orman varlıklarını parçalayan, bozan her türlü yatırım durdurulmalı. Amazonlar’da her yıl İstanbul'un beş katı büyüklüğünde orman yok oluyor. Orman varlıkları parçalandığı zaman onlar da daha fazla karbon salmak durumunda kalıyor. Döngü çökünce, küresel iflasa sürükleniyor sistem. Birkaç maden şirketi kâr edecek diye mevcut kirliliği emecek ormanlar yok ediliyor.
Bir de şuna değinmek istiyorum; 6 Ekim 2021 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda başka ülkelerin nükleer santral atıklarının ülkemize kabulü ve kazalardan zarar görecek üçüncü tarafların tazmin hakları gibi hayati konuları içeren iki kanun teklifi, üzerinde hiçbir görüşme yapılmadan TBMM’de kabul edildi. Paris Anlaşması'na rağmen hükümetler fosil yakıt üretimini artırmayı planlıyor. Paris İklim Anlaşması nükleer enerjinin Truva atı mı?
Dünyada nükleer enerji santrallerinin terk edilmesiyle ilgili konsensüs oluşmuştu. Hatta bazı santraller kapatıldı. Şimdi bu enerji dönüşümleri tartışmalarıyla beraber, başta Biden hükümeti olmak üzere AB, nükleer enerjiyi yenilenebilir enerji sınıfında saydı. Bu durum genel olarak anlaşmayla ilgili değil. Hükümetler, yenilenebilir enerjiye geçeceğiz diyor, nükleer santrallerde kullanılan radyasyonlu atıkların bertarafı gibi konularda hiçbir çözüm olmamasına rağmen bunu yapıyorlar. Dünyada da böyle bir eğilim varken, hükümet bundan faydalanmak istiyor. Fakat nükleer meselesi krizin derinleşmesine yol açıyor, bunu da vurgulamak lazım. Hükümetleri durduramazsak, sonuçlarını hep birlikte yaşayacağız.
‘HÜKÜMET HER KRİZİ YENİ KREDİ OLANAKLARINA ÇEVİRDİ'
Son olarak, Türkiye'nin de diğer hükümetler gibi "samimi" olmadığını söylediniz. Anlaşmayla birlikte, muhalif çevrede tartışılan bir mesele oldu. Uluslararası kuruluşlardan Türkiye'nin 3,1 milyar avro kredi alacağı söylendi. Türkiye'nin ekonomik durumu düşünüldüğünde, anlaşmaya taraf olmasının arka planında ekonomik gelir olduğu fikrine katılır mısınız?
Hükümet aslında 2008'den beri bölgedeki her krizi, kendisine yeni kredi olanakları yaratmak için kullandı. Mülteci krizinde de aynı durum yaşandı. İklim krizi zirvesi de bu yıl İngiliz sermayesi ev sahipliğinde yapılıyor. Türkiye kamuoyu hatırlayacaktır, damat maliye bakanıyken İngiliz bankerlerinden kredi almak için onlarca sefer yapmış, destek almıştı. Dolayısıyla şimdi Glasgow'da anlaşma yapılırken, bankerlerin ya da İngiliz hükümetinin ricasını kırmamış olabilirler. Fakat sadece para pul ilişkisinden çok, dünya ticaretindeki dönüşümden kaynaklandığını düşünüyorum. Türkiye burjuvazisi dönüşüm içerisinde olan ticaret sistemine uyum sağlamak zorunda. Yoksa ekstra vergiler ödemek zorunda kalacak. Kapitalist sisteme bağımlı bir ekonomi olduğumuz için dünyadaki gelişen yeni teknolojilere, yeni üretim tarzlarından yararlanamayacağını görmek gerekiyor. Hükümetin bu yaklaşımının Türkiye'deki kapitalistlerin çıkarına yönelik olduğunu söylemek lazım.
Eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Dünyadaki iklim hareketleri Glasgow'da başlayan İklim Zirvesi’nden ümidini kesmiş durumda. Esas vurguyu, iklim adaleti çerçevesinde, ortak mücadeleye yönelik yapıyorlar. Bunun için COP26 Koalisyonu diye bir oluşum yaratıldı. Dünya kamuoyuna, iklim krizinin gerçek çözümünün "iklim adaleti" çerçevesinde olduğunu göstermek için 6 Kasım'da küresel eylem yapılacak. Türkiye'de de İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Muğla, Aydın, Antalya, Çanakkale, Balıkesir ve diğer kentlerde de iklim adaletine yönelik eylemler organize edilecek.