Paris ve Barselona'da büyük konserler
Rock ölmedi, müzik endüstrisi de ölmedi. Sona eren tek şey yüksek albüm satışları. Önce Paris sonra Barcelona’da gördüğüm ise şu: Sahneye yatırım yapan zirveye oynuyor...
Anıl Ergin
La Defense Arena, Paris’in en çok kullanılan metro hattının son durağı. Farklı konser ve festivallerin yapılması için kurulmuş olan bir alan. Şehirden uzakta olması, gürültü ile ilgili tartışmaların da uzağında tutuyor La Defense’i.
Bizi La Defense’e götüren neden ise Iron Maiden. Legacy of the Beast turnesinde olan grubu aslında Moskova’da görecektik. Konser ve uçak biletlerini Aralık ayında almıştık. Sonrasında gelen savaş ise kuzey komşumuzla ilgili tüm planlarımızı iptal etmemize ya da askıya almamıza neden oldu. Ama Iron Maiden için bir kere heveslenmiştik artık. Turne tarihlerine baktığımızda, en uygunu Paris’ti. Iron Maiden’la yedinci randevum. Bruce Dickinson’lı kadrosuyla ise beşinci. Grubun diğer vokalistlerini de farklı yerlerde izleme şansım oldu. Dolayısıyla konser alanına tam bir soğukkanlılıkla giriş yaptım. Konuya hakimdim. Maiden’ı ilk defa izleyecek olan Süreyya ve Ada’ya eşlik etmekle görevliydim sanki. Ama Bruce’un sahneye çıktığı andan son parçaya kadar kendimi ağzı açık bir şekilde sahneyi izler vaziyette buldum. Süreyya ve Ada’nın hayranlıkla sahneye bakması, ilk Iron Maiden konserleri olduğu için normaldi. Ama ya grubu defalarca izlemiş binlerce Iron Maiden hayranının coşkusuna ne demeli?
“Çok iyi çalıyorlar”, ‘The Number of the Beast’İ çalarken tabii ki yerinde duramazsın” tarzı romantik bir söyleme geçmek değil amacım. Söz ettiğim, 30 yılı aşkın süredir demode ilan edilen sahne şovu kavramının tam anlamıyla geri dönmesi.
Kısaca özetlemek gerekirse, rock müzik tüm dünyayı yönetirken, yani 70’lerde ve 80’lerde, işin sahne şovu kısmına ağırlık veren pek çok isim vardı. Havai fişekler, ateşler, sahnelerde gezinen dev kuklalar, lazer ışıkları ya da makyajlı müzisyenler vs… Bir aşamadan sonra ise dinleyiciler imaja değil samimiyete prim vermeye başladı. Guns’n Roses’ın yükselişi böyle başladı, sonra tüm sermayesi samimiyet olan Nirvana ve Pearl Jam gibi farklı gruplar geldi. Yeni gruplar artık sahnede çalıyor ve iniyordu. Oysa konserler aynı zamanda birer gösteriydi ve Queen’in son albümünün son parçasında dediği gibi gösteri devam etmeliydi. Devam etti de. 90’larda dağılan pek çok büyük grup zamanla geri döndü. Ama aynı şeyleri tekrarlamak yetmiyordu. Önce Almanya’dan Rammstein geldi. Farklı tarzları ve sahne şovları ile herkesi şaşırttı. Sadece sahneyi değil, tüm seyircilerin bulunduğu alanı da gösteriye kattılar.
40 YILLIK ROCK DEVİ: IRON MAIDEN
Ama, konserleri tekrar gösteriye çeviren en önemli isim Ghost oldu. Son 10 yılın en popüler gruplarından biri olan Ghost, önce karanlık imajlarla sahneye çıktı. Ardından olayı tam bir eğlenceye dönüştürdü ve sahneyi tiyatroya çevirdi. 2014’de İngiltere’de, bilmediğim parçalarda bile gözümü sahneden ayıramadan izlemiştim Ghost’u.
Iron Maiden’a dönersek… Sahne şovu konusunda kendine has bazı kalıpları vardı grubun. Sahnenin arkasından çıkan Eddie isimli dev maskot, Bruce Dickinson’ın elinde bayrakla şarkı söylemesi gibi klişeler artık parçaların kendisi kadar önemliydi seyirci için. Yıllarca sahne kalıplarını geliştirmedi Iron Maiden. Öyle ki, 2013’de İstanbul’da ve 2014’de İngiltere’de izlediğim Iron Maiden konserleri birbirinin aynısıydı.
2022 Paris’te ise her şey farklıydı. Bir ara beraber turneye çıktıkları Ghost ve pandemide herkesin kendini sorguladığı dönem, Iron Maiden konserlerinde de ciddi değişikliklere yol açmış. 65 yaşındaki Bruce Dickinson, neredeyse her parçada farklı bir imajla çıktı seyircinin karşısına. Sesini çok iyi kullanmanın ve seyirciyle çok iyi bağlantı kurmanın yanına oyunculuğu da ekledi. Rammstein konserlerini aratmayan ateş kullanımı ve dev ekranlardaki videoların yanı sıra, bazı parçalarda ortaya çıkan dev uçaklar ya da maketler, 40 yıllık rock devine bambaşka bir hava kattı. (Bu arada önceki konserlerin de hakkını yemeyelim. 2014’de Londra’da yapılan Sonisphere Festival’e Bruce Dickinson, kendisinin başında olduğu, 1. Dünya Savaşı’nda kalma bir uçak filosuyla, havadan giriş yapmıştı.)
BARCELONA ROCK FEST
Konserden sonra metroya yürürken “Bu kadar iyi başka ne izleyebiliriz, Alice Cooper mı?” diye sordu kızlar. Kiss, diye yanıt verdim kendi kendime.
Sorunun yanıtını beş gün sonra almaya başladık. Barcelona Rock Fest, bir rock festivalinde olması gereken her şeye sahipti. Güneş, kötü yemek, alkol, kalabalık tuvaletler ve çok iyi gruplar. Accept, Nightwish, Avantasia, Mercyful Fate, UFO gibi hard rock ve heavy metal devlerinin yanısıra pek çok genç grup da sahnedeydi. Alice Cooper ise ikinci gün sahneye çıktı. Çok iyi bir grubu olan Alice Cooper’ın sahne şovu mükemmeldi. Nita Strauss isimli kadın gitarist başta olmak üzere çok iyi bir grubu var Alice Cooper’ın. Daha önce de izlediğim sahne şovunda, giyotinler, dev bebekler, deli hemşireler özellikle sahne önünde izlediğinizde ayrı bir hava katıyor. Marş haline gelmiş ‘No More Mr. Nice Guy’, ‘Schools Out’ ve ‘Poison’ gibi parçalar arka arkaya çalınınca da size eğlenmekten başka bir çare kalmıyor. İkinci kere izlediğim ve çok eğlendiğim Alice Cooper’ın sahne şovu iyiydi tabii ama Iron Maiden ya da Rammstein gibi dev değildi.
“Iron Maiden kadar iyi ne izleyebiliriz” sorusuna verdiğim Kiss yanıtının ise ne kadar doğru olduğu, Barcelona’daki festivalin son günü ortaya çıktı. Diğer bir heavy metal devi olan Judas Priest’ten sadece 5 dakika sonra, Detroit Rock City ile sahneye giren grup gösteriyi tüm alana yaymıştı. Tüm sahne farklı led ekranlarla kaplıydı. İspanya’daki tüm barut fıçıları ve havai fişekler ise o gece küçük Barcelona kasabası Santa Coloma de Gramenet’e getirilmişti sanki. Grubun tüm elemanları ama özellikle Gene Simmons ve Paul Stanley şovu sürükleyen isimlerdi. 70 yaşını geçen Paul ve Gene’in hangi enerji içececeğini kullandıklarını çözmek gerek. Ama alkol, sigara ve uyuşturucudan uzak durduklarını bilmek yine de bir fikir veriyor.
Kiss’in sahnesini Maiden veya Rammstein’dan ayıran bir fark var. O da Paul Stanley’in bir noktada teleferik benzeri bir mekanizmayla uçarak seyircilerin üstünden geçmesi ve ışık kulesinde dans ederek şarkı söylemesi. Uçan bir rock yıldızının 10 metre yakınıma gelmesi tarifsiz bir duyguydu. Hele karşımdaki çocukluğumdan beri dinlediğim Paul Stanley olunca.
Ateşler içinde başlayan konser havai fişeklerle son buldu. Etkisini ömür boyu üzerimizden atamayacağımız bir hafta, alanı terk etmek istemeyen ve bir ağızdan şarkı söyleyen binlerce İspanyol’un arasında sona erdi.
Kiss’in bas gitaristi Gene Simmons, “rock öldü” demişti birkaç yıl önce. Spotify benzeri uygulamalar nedeniyle albüm satışlarının düşmesinden söz ediyordu aslında çok tartışılan bu cümlesiyle. Oysa hem Kiss hem de eski yeni pek çok grup sahne şovlarıyla binlerce insanı alanlarda toplayabiliyor. Rock ölmedi, müzik endüstrisi de ölmedi. Sona eren tek şey yüksek albüm satışları. Devam eden ise olayın kendisi aslında. Çalmak hala kazandırıyor. Önce Paris sonra Barcelona’da gördüğüm ise şu: Sahneye yatırım yapan zirveye oynuyor.