Parti için yeni düşünceler ve araçlar

TİP, tanımını yaptığımız ama tam anlamıyla nasıl olması gerektiğini ortaya koyamadığımız bir parti anlayışı oluşturmaya çalışıyor. Sosyalist bir kitle partisi yaratmak istiyoruz.

Google Haberlere Abone ol

I

Önce bulunduğumuz yerde dik ve kendimize güvenle duralım. Vazgeçilmez bir parçası olduğumuz bu toplumun büyük bir çoğunluğunun içine düştüğü ümitsizliğin kırılmasında elbette sosyalistlerin payı büyük. Sosyalistlerin inatla iradesinin birleştiği yerde bu ülkenin geleceğini kazanacağımızdan kuşku duyulamaz. Şimdi tek adam rejimini ve AKP-MHP diktasını yenmek için bizi bekleyen daha da önemli görevler var. Demek ki daha önce deneyip de çözüm olmadığını gördüğümüz örgütlenme ve mücadele biçimlerinin yerini alacak yeni yollar ve yordamlar bulmak zorundayız.

1970’lerde sosyalist kitle partisi kavramıyla ilişkimiz olmadı. Kitleleri kazanma amacı hep önümüzdeydi ama Parti’yi kitleselleştirmek... Bunu hiç düşünmedik. Devrimi yapacak Leninist parti modeline sahip olduğumuzu düşünüyor ve bundan kuşku duymuyorduk. Ama 12 Eylül’de ağır, bizi ruhumuza kelepçeleyen, acı bir yenilgiye uğramaktan kurtulamadık.

Ara sıra söylüyorum, 1960’ların sonuyla 1970’lerin tamamının Türkiyesi artık çok uzakta, içinde roman kahramanları gibi yaşadığımız bir masal ülkesi gibi kaldı. Şimdi yepyeni bir ülke, yepyeni bir hayat, ona uygun bir toplum, kültür, hatta yeni bir insan var.

1990’lardan sonraki durgunluk döneminin aşılmasından sonra, Marksizmin soyutlamalarla bütün değişimi kesintisiz anlamamızı sağlayan yaratıcı doğası, önümüze bu değişime uygun parti, demokrasi, sosyalizm ve mücadele biçimleri getiriyor.

Önemli değişim uçlarından olan sosyalist kitle partisi kavramını özellikle şimdiki Türkiye İşçi Partisi ısrarla önüne koydu. Doğrusu 2020’den sonra dört milletvekiliyle Meclis’te yaptığı sert ve yaratıcı muhalefetin onun çekim merkezi oluşunda büyük payı vardı. O çekim merkezinin yarattığı sıçramayla TİP 2023 yılının hemen başından sonra büyük bir hızla üye kazanmaya, kitleselleşmeye başladı. 85 milyonluk büyük bir ülkede kitlesel bir sosyalist partiye dönüşmek kolay değil ama ilk kez bir sosyalist parti 50 bine yaklaşan üye sayısına ulaştı. Bu oldu ama sosyalist bir kitle partisinin ne ve nasıl olacağı konusunda net bir görüş ortaya konamadı. Bunu biraz irdeleyelim.

Bir yandan Ekim Devriminden yakın geçmişe –bence 1990’da kesinleşen yıkıcı değişime– kadar savunageldiğimiz, bildiğimiz modeli alıp içinde yaşadığımız Leninist Parti var, öbür yandan 1990’lardan sonraki çözülme ve toparlanma aşamalarından sonraki arayışımızın önümüze getirdiği parti tartışmalarıyla girişimleri ve bugün içinde yaşadığımız Parti anlayışı. Bence bu üç aşama geriye sarılması olanaksız bir değişimi içeriyor.

Türkiye İşçi Partisi, belki birçok kere üstünde durduğumuz, çevresinde dolaştığımız, tanımını yaptığımız ama tam anlamıyla nasıl olması gerektiğini ortaya koyamadığımız bir parti anlayışı oluşturmaya çalışıyor. Anlayış diyorum, çünkü henüz tam bir model oluşturabilmiş değiliz. Sosyalist bir kitle partisi yaratmak istiyoruz.

Bu amacımızdan kuşkusu olan var mı? Belki sosyalist hareket içinde bunu bütünüyle reddedenler var, elbette var; öte yandan eski tip parti anlayışının ötesine geçmek istemekle birlikte, onun ne olacağını hiç tartışmamış olanlar da. Peki Türkiye İşçi Partililer arasında sosyalist bir kitle partisi kavramından kuşku duyanlar var mı? 40 binin üstündeki üye sayısını koruyan ve bunu daha da çoğaltıp kitleselleşmek isteyen bir parti –yani TİP– içinde Parti’nin nasıl bir niteliği ve kimliği olacağı konusunda farklı düşünceler olmaması düşünülemez ama göremediğim için o farklılıkların neler olabileceğini bilmiyorum.

Türkiye İşçi Partisi’nin önüne koyduğu sosyalist bir kitle partisi olma amacını doğru bir amaç olarak görüyorum ben. Köşeli biçimde söyleyecek olursam, bizim başka çaremiz yok.

Halk kitlelerinin yüzünün tam anlamıyla bize dönük durmadığı bu koca ülkede, önümüze koyduğumuz büyük hedefleri tek sesli militan partilerimizle gerçekleştiremeyeceğimizi sanırım 12 Eylül’den sonra gördük; gözlerimiz iyice açılınca 1990’dan sonra önümüz daha da berraklaştı. Asıl olarak işçi sınıfının içinde örgütlenerek –daha çok işçi üye kazanarak–, sonra plaza çalışanlarından işsizlere, ev kadınlarına, gençlere... bütün halk kesimleri içinde çalışarak –daha çok işçiyi, gri yakalıyı, entelektüeli, kadını, genci, tarım emekçisini üye kazanarak– mücadelemizi yukarı çıkarabiliriz. Zaman içinde adım adım, sürdürülebilir bir parti yaratarak. 

II

Devrimci bir sosyalist partinin iç işleyiş ilkesi demokratik merkeziyetçilik. Değil mi? Partili sosyalistler bundan kuşku duymuyor. Peki bu ilkenin iki ucu sarkacın iki ucunda aynı ritimle mi inip çıkarak işleyecek? Yaratmak istediğimiz sosyalist kitle partisinin demokratik merkeziyetçilik sarkacının nasıl işleyeceği konusunda net bir düşüncemiz oluştu mu? Pek sanmıyorum?

Hemen denir: Duruma göre bazen biri, bazen öbürü ağır basar. Bunu elli yıl önce de söylüyorduk. Ama bundan bir sonuca varıldığını görmedim. Ya da elli yıldır partili ve parti kültürüyle yaşamış birisi olarak: Bizim partilerimizde merkeziyetçilik her zaman ağır basmış, demokrasi yanı geride kalmıştır ya da o demokrasinin nasıl işletileceği konusunda net bir kafaya sahip olunamamıştır. Bugün gene öyle mi? Bence öyle.

1) Benimki bir akıl yürütme: Değil mi ki bir kitle partisi yaratmaya çalışıyoruz, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokrasi yanı her zaman ağır basar – ve başka türlü düşünülemez. Düşünülürse kitle partisi olma amacı suya yazılmış olur. Yani artık sarkacın demokratik ucuna ölçülü bir ağırlık bağlamak zorundayız. Netliği burada sağlayalım. (Devrim ya da karşıdevrim –ve yeraltına inme zorunluluğu– gibi sıcak dönemler dışında.)

2) Hemen şu gelir: İç işleyişinde demokrasisi her zaman ağır basan bir partiyi yönetmek kolay değildir. Bu apaçık. Öte yandan yukarıdan aşağıya bütün örgütü yönetme ve bunu esneklikle yapabilme becerisine sahip bir Parti yönetimi bu zorluğun üstesinden pekâlâ gelebilir. Eğer yönetici ekip (örnekse Parti MYK’sı) bütün Parti örgütüne hâkim olduktan sonra, kontrolü her durumda elinde tutmaya çalışıyorsa merkeziyetçiliği elinden bırakmayacaktır.

Demek ki yönetici ekibin kendi içinde iyi yönetici olması da yeterli değil. Onun aynı zamanda örgütle yekvücut olması gerekir. Belki kitlesel bir Parti’nin –en azından 40 bini aşan– üyelerini örümcek ağı gibi bir düzenekle birbirine bağlamak olanaksız geliyordur. Bunun anlaşılmaması düşünülemez.

Ama örgütü her durumda her an kontrol eden yönetici olmak değil, hem merkez hem en küçük örgüt birimi olmak, hünerli bir marangozun ahşaba gösterdiği saygılı inceliği örgüte gösteren olmak gerekir.

3) Yalnızca güzel sözler gibi geliyor mu bilmiyorum – ama bunlar olmadan sosyalist kitle partisi olmak ve onu yönetmek olanaksızdır.

Sözgelimi Parti içinde Leninizmin ortodoks savunucularıyla birlikte parti ve devrim anlayışı farklı sosyalistler, Troçkistlerin yanı sıra Stalinciler ve daha başka anlayışlardan sosyalistler bulunuyorsa –ki bulunuyor– Parti’nin kaçınılmaz biçimde kitlesel bir parti anlayışı doğrultusunda yatay örgütlenmesi ve bütün bu anlayışları bağlayıp bir arada tutan Programına bağlı dikey örgüt yapısı birbirine etle tırnak gibi bağlı olmayacak mı?

Demek ki Leninist partinin sınıf mücadelesi boyunca merkeziyetçiliğin her durumda ağır basacağı öngörüsünün dışına çıkıyor, demokrasiye öncelik veriyoruz.

Bu çeşitliliğin biraradalığını başaran, birlikte hareket etme yeteneğini yaratan parti yolunu güvenle açacaktır.

4) Sosyalist bir partinin Programı belirlenmiş bir kategori demektir. Ayrıntıları tartışmaya başlayınca elbette farklı görüşler bazen bir araya, bazen de karşı karşıya gelebilir, hatta bir tartışma süreci içinde sayısız görüş ortaya atılabilir ama sonunda Parti’nin kararları ve amacı tektir, tam birliği gerektirir. Program düşünsel bir bağdır, yapıştırıcıdır.

Demokratik merkeziyetçilik içinde –demokrasi her durumda öncelikli olsa bile– bütün Partililerin gönüllü bir disiplin içinde –elbette düşünmesi değil ama– davranması zorunludur. Yani Parti’nin aldığı taktik bir karardan farklı düşünme özgürlüğü her Partilinin vardır ama katılmadığım kararın uygulanmasında yer almam, o karar doğrultusunda yapılması gerekenleri yapmam demek, gönüllü disiplin ağının dışına, dolayısıyla Parti’nin dışına çıkmak demektir. 

Sanırım kitleselleşmeye çalışan Türkiye İşçi Partisi içinde de bir odağa bağlanma konusunda kararsızlıklar yaşanabiliyor. Odak yerine çapa sözcüğünü kullanmak daha yerinde olabilir.

Sosyalist bir parti –ister seçim döneminde olsun ister sınıf çatışmaları içinde– her taktik adımında bir çapa atar. Bütün Parti üyelerini o çapaya bağlayan zinciri koparmak, onu koparan örgütlerin ve üyelerin yüzeye çıkmasına, savrulmalara neden olur. Bunun yaygın bir eğilim olması durumunda o çapa sürüklenmeye, Parti’yi likide etmeye başlar. Bir işçi sınıfı partisinde buna izin verilemez.

Bizim partimizin üyeleri, Parti’ye yaptıkları katkı hangi düzeyde olursa olsun, içerde eleştirilerini sakınmıyorsa eğer, dışarıda onu mutlaka savunur ve ona değer verir. Gerçek üyeler bugün ve yarın, gece ve gündüz, her zaman Parti’nin yanındadır.

III

Bir sosyalist parti, şimdi içinde yaşadığımız dönemde –ve çağda– bilimsel teknolojik buluşların ve ilerlemenin baş döndürücü hızı karşısında internetin, cep telefonunun, bilgisayarın bile bulunmadığı 1960’larda ve 1970’lerde yaşadığımız gibi yaşayamaz, kendisini 100 yıl, 50 yıl önceki gibi tasarlayamaz. Sosyalist solda bunun tersini düşünen olabilir mi? Olduğunu görüyorum. Ama biz öyle olamayız, öyle kalamayız. Bizim amacımız Marksizmi bütün zamanlar içinde bir soyutlama, yorumlama yolu yordamı ve yöntemi olarak içselleştirmek, dolayısıyla kullanmak. Marksizmi böyle aldığımız ve anladığımız zaman onun açamayacağı kilit yoktur.

1) Gördüğüm kadarıyla, özellikle Türkiye İşçi Partisi teknolojiyi daha geniş kitlelere, işçi ve emekçi sınıfların en geniş kesimlerine ulaşmak, politikalarını ve amaçlarını anlatmak için yaratıcı yollar arıyor. İçinde yaşadığım son elli yılda, yeni medyayı daha önce hiçbir partinin yapmadığı kadar etkili biçimde kullanan parti TİP oldu. Özellikle son iki seçim döneminde sosyal medyayı o denli etkili biçimde kullandı ki, bazen o kadarı, ulaşmak istediği insanlara fazla geliyor mu diye düşündüğüm de oldu.

2) İnternetin sağladığı olanakları kullanmak elbette sosyal medyayla sınırlı değil. Değil mi ki bugün kitlelere ulaşmak için internetin masamıza getirdiği pek çok olanak var, onları da değerlendirmeliyiz. Türkiye İşçi Partisi’nin 40 bini aşan üyesiyle doğrudan ilişki kurma biçimlerinden biri olarak düşündüğü “Üye Portalı” bunlar arasında bana oldukça yaratıcı geliyor. Üyelerin Parti ile ilişki kuracağı, karşılıklı etkileşim içinde bulunacağı, düşüncelerini ve önerilerini ileteceği bir portal sanırım öteki partilerde daha denenmedi. Bu yepyeni bir örgüt uygulaması.

“Üye Portalı” bana kalırsa bugünkü gereksinimler içinde sınandıktan sonra, asıl işlevini Parti’nin çok daha kitlesel bir üye toplamına sahip olduğu zaman yerine getirecek. Bu büyük ülkede sosyalist bir kitle partisi olabilmek için hiç değilse 300 bin üyeye sahip olmak gerekir. (Benimki bir kestirim.) Yüz binlerce üyeye sahip bir partide “Üye Portalı”nın hantallık getirebileceği de düşünülebilir – ama olumlu işlevi sanırım daha büyük olacaktır: Onca üyeye ulaşmak ve onlarla ilişki kurabilmenin bir yolu da, günümüzde internetin olanaklarını kullanmak.

3) Komünist partilere dönüşme amacı olmayan, reformist, sol ve ilerici partiler ve oluşumların, halk hareketlerinin kitleselleşme yolları arasında artık internet platformlarını kullandıklarını biliyoruz. Benzer uygulamalarla üye sayılarının kısa sürede artırılmaya çalışıldığı, herkesin katılabildiği ve izleyebildiği tartışmaların yürütüldüğü, hatta oylamaların yapılabildiği bu tür internet platformları on binlerce, belki yüz binlerce üyeyle ve halkla kurulacak bağların dolaylı olarak geliştirilebileceği yeni olanaklar. Sanırım bizim sol kültürümüze yabancı gelecek bu tür uygulamaların yaşadığımız zamanın kültürü içinde yaratıcı biçimler alıp olumlu sonuçlar vereceğini pekâlâ düşünebiliriz.*

4) Dijital uygulamaların işlevi, sosyalist bir partinin sınıfın ve halkın içinde, sokaklarda, alanlarda, fabrikalarda, plazalarda, köylerde yapacağı doğrudan çalışmaların seçeneği değil, onların tamamlayıcısı ve desteği olur. Bu olanakları yok sayan bir partinin ayaklarının yere bastığı pek söylenemez. Tersine, konvansiyonel olanlar, yeni medya olanaklarıyla desteklendiğinde –ki bu henüz sosyalist partiler tarafından etkin biçimde kullanılmış değil– pekâlâ kayda değer sıçramalar yapılabilir.

* Erkin Özalp’in dünyadaki sol ve sosyalist partilerin yeni deneyimlerini ayrıntılı biçimde derleyip tartışan değerli kitabı Devrim Nasıl Yapılır-Dünyada Strateji Arayışları kitabının okunmasını öneririm.