Pasifik eksenli, çok merkezli dünya
Çin’le ABD arasında yeni bir soğuk savaşın başlayacağını düşünmemek lazım. Bunun en önemli sebebi Çin’in uluslararası sisteme ideolojik zeminde karşı olmaması, uluslararası sistemin içinde hareket etmeye temelde itirazının bulunmaması. Çin’in ulusal çıkarlarını ön planda tutmasına, daha da güçlenmesine kimsenin itirazı olamaz.
Atlantik merkezli dünya Soğuk Savaş’ın mirasıydı. Sovyetler Birliği çöktükten sonra Atlantik merkezli sistem bir süre daha varlığını sürdürmüş olsa da, dünyanın sıklet merkezi artık Pasifik’e kaymış bulunuyor. Bunun resmi miladı Obama yönetiminin 2011 yılında ilan ettiği, Asya-Pasifik bölgesine öncelik veren “Pivot to Asia” politikaları olarak kabul edilebilir. Sonradan “Yeniden Dengeleme” (Rebalancing) olarak adlandırılan “Pivot” politikalarının benimsenmesinin birinci sebebi Çin’in yükselmesi ise, diğer sebebi ABD’nin güç kaybıdır. ABD artık birçok cephede birden etkin olabilecek, nüfuzunu kabul ettirebilecek güçte bir süper devlet değil. Mevcut şartlarda Atlantik merkezli ve tek kutuplu bir dünya yerine, ağırlıklı olarak Pasifik’in etrafında şekillenen çok merkezli bir dünyadan bahsedebiliriz. Bu dünyanın en güçlü devleti, askeri ve ekonomik üstünlüğü nedeniyle uzun süre daha ABD olmaya devam edecek. Ancak çok merkezli yeni dünya düzeninde ABD dışında başta Çin olmak üzere, AB, Rusya, Japonya, Hindistan gibi başka önemli aktörler de var.
2030 yılında Çin, ABD’yi geçerek onun yerine nominal değerler bakımından da dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek. Hindistan’ın da 2030’da Japonya’yı geçerek dünyanın üçüncü büyük ekonomisi haline gelmesi bekleniyor. Bu sebeple 21. yüzyılın itici gücünün Asya ülkeleri olacağını iddia eden düşünürler var. Ancak yukarıdaki her iki ülke de dünya refah sıralamasının çok altındalar. 2020 yılında sona eren Çin’in beş yıllık 13. Ekonomik Planı’nın tamamlanmasıyla beraber Çin’de tarımda çalışan kırsal nüfusun son 100 milyonluk kesimi henüz yoksulluk sınırının üstüne çıkarıldı. Son 40 yılda uygulanan planlı kalkınma projeleriyle Çin’de 800 milyonluk büyük bir tarım kesimi yoksulluktan kurtarılarak yol, elektrik, eğitim, sağlık gibi asgari olanaklara kavuşturuldu. Bu başarılar küçümsenemez. Ancak Çin, Hindistan ve Güney Kore ile Japonya dışındaki diğer Asya ülkelerinin daha almaları gereken çok mesafeler var. Asya ülkelerinin 21. yüzyılda itici güç olmaları ancak refah düzeylerini artırmalarına ve değerler alanında saygın bir konuma gelmelerine bağlı. Böyle bir durum bugünkü şartlarda henüz mümkün değil.
Buna karşılık, 21. yüzyılın ABD-Çin rekabeti tarafından şekillendirileceği kesin. Çin her alanda hızla ABD’nin rakibi haline geliyor. Çin henüz global bir askeri güç değil ama Batı Pasifik’te ABD’ye göz açtırmıyor, bu bölgeden onu çıkarmaya çalışıyor. İki ülke arasında Batı Pasifik’te tehlikeli bir askeri rekabet var. Güney Çin Denizi’nde Çin’in tek taraflı hak iddiaları ve yapay adalar yaratarak askeri tahkimat yapması, sadece ABD’yi değil Vietnam, Filipinler, Endonezya, Brunei ve Malezya gibi ülkeleri de rahatsız ediyor. Bu denizde ABD ve Çin donanmalarına bağlı gemiler ve savaş uçakları sık sık çatışmanın eşiğinden dönüyorlar. Tayvan ve çevresindeki denizler bir diğer tehlikeli alan. Çin, Tayvan’ın bağımsız bir devlet olmasını hiçbir dönemde kabul etmedi, onu yalnızlaştırarak birleşmeye zorladı. Son zamanlarda Tayvan üzerinde Çin’in baskılarını artırması ve Çin lideri Xi Jinping’in birleşme için askeri seçeneğin de kullanılabileceğini vurgulaması, Tayvan’ın müttefiki ABD ile Çin’i eskiden olduğundan daha ciddi şekilde karşı karşıya getiriyor.
Batı Pasifik’te Japonya-Çin ve Güney Kore-Çin anlaşmazlıklarını bir yana bırakırsak, Kuzey Kore’nin nükleer silahlanması ve Japon denizi ile Pasifik üzerinde yaptığı füze atışları ABD’nin başını ağrıtan ve Çin’le ABD’yi karşı karşıya getirme potansiyeli bulunan diğer bir konu. Kuzey Kore lideri her yeni yılda sansasyonel mesajlar verir, ABD’ye ve Güney Kore’ye tehditler savurarak dikkati üzerine çekmeye çalışırdı. Kim Jong Un bu yıl halkına kısa bir yılbaşı “tebrik kartı” yayınlayarak esas konuşmasını ocak ayında yapılacak Kore İşçi Partisi kongresine sakladı. Kim Jong Un, konuşmasını Biden’ın yemin törenine rastlatarak rol çalmaya çalışırsa şaşırmamak lazım. Yine yılın ilk aylarında Japonya hava sahasını ihlal eden füzeler atarak veya nükleer deneme yaparak bölgede gerilimi artırabilir. Bunlar her yeni yılda alışılmış Kuzey Kore ritüelleridir. Xi Jinping’in Kim Jong Un’dan haz etmediği sır değil, ancak Çin kendi ulusal çıkarları için Kuzey Kore’ye ABD’nin müdahale etmesini de istemez. Gelişmeleri hep beraber takip edeceğiz.
Çin ve ABD ekonomi alanında da sıkı bir rekabet halinde. Endüstri, uluslararası ticaret ve yatırımlar, yeni teknolojiler, telekomünikasyon ABD-Çin ekonomik rekabetinin cereyan ettiği başlıca sahalar olarak sayılabilir. Gazete Duvar’da 29 Aralık tarihinde çıkan yazıda belirttiğim üzere Çin hayata geçirdiği “Kuşak ve Yol”(BRI), “Asya Altyapı ve Yatırım Bankası” (AIIB), ve “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” (RCEP) girişimleriyle ABD’yi ve Doları dışarıda bırakan Pekin merkezli bir ekonomik sistemi hayata geçirdi. Liberal dünya ekonomik sisteminin lideri ABD gümrük duvarlarının arkasına saklanıp içe kapanırken, sosyalist pazar ekonomisine sahip Çin’in uluslararası alanda serbest ticareti savunması paradoksal bir durum yaratıyor. ABD, Çinli şirketlerin devlet sübvansiyonları ile desteklenerek haksız rekabet yaptıklarından, Çinli şirketlerin Çin istihbaratı için çalıştıklarından şikayet ediyor. Huawei ve birçok Çinli şirket ABD yaptırımlarına maruz kaldı. Trump yönetiminde Çinli şirketlere karşı ABD yaptırımları ve gümrük engelleri sertleşti. Biden’ın Trump’tan farkı çatışmacı üslup ve uygulamalardan uzak durarak, Asya Pasifik bölgesinde daha fazla ekonomik işbirliğine yönelmesi, Trump’ın yarattığı tahribatı onarmaya çalışması söz konusu olabilir. Bu sebeple her halde ilk olarak Trump’ın ayrıldığı Transpasifik Ortaklık’a (TPP) yeniden katılacaktır. Ancak ABD iç dinamikleri Biden’ı Çin karşı alınan tedbirleri tümden ortadan kaldırmaya izin vermez.
Çin ile ABD uzayda da rekabet halinde. Çin uzayda üçüncü güç haline geldi. Aralıkta Dünya’ya dönen Chang’e 5 adlı uzay aracı Ay yüzeyinin iki metre altında sondaj yaparak taş toprak örnekleri getirdi. Bunu daha önce hiçbir ülke yapamamıştı. Artık Ay’da ABD’yle beraber Çin bayrağı da bulunuyor. Çin’in uzay aracı Mars’a doğru yol alıyor.
Biden döneminde demokrasi ve insan hakları, Çin-ABD mücadelesinin diğer önemli bir alanı olacak. Xi Jinping döneminde Çin daha merkezi, baskıcı ve otoriter bir şekil yönetilmeye başlandı. Xi, 2018’de Çin anayasasını değiştirerek, Cumhurbaşkanının iki dönem görevde kalması kuralını kaldırdı, kendisine ömür boyu iktidar yolunu açtı. Benzer bir uygulama Putin Rusya’sında gerçekleşti. Dileyelim Türkiye’de kimse böyle bir şeye tevessül etmez. Çin anayasasına ayrıca, “Xi Jinping düşüncesi” adlı bir doktrin eklendi. Xi Jinping’e öte yandan sadece Mao’ya ait “Halkın Lideri” unvanı verildi. Çin’in bugün ulaştığı düzey hatırda tutulursa, Xi Jinping’in Mao’nun çok ötesinde bir güç kazandığı kolayca söylenebilir.
Çin, Hong Kong’da İngiltere ile yaptığı devir anlaşmasına aykırı olarak Hong Kong halkının haklarını kısıtlıyor, göstericilere ve aktivistlere sert baskılar yapıyor, şiddet uyguluyor. Uygur özerk bölgesindeki insan hakları ihlalleri belki AKP yönetimini fazla ilgilendirmiyor ama Batı’da çok sert eleştiriliyor. Tibet konusu Çin’e yönelik eleştirilerin bir başka odağı. Bütün bunlar demokrasi ve insan hakları meselelerini ABD dış politikasının öncelikleri olarak kabul eden Biden yönetimi ile Çin liderliği arasında çatışma konusu olacak alanlar. Bu mücadele ideolojik değil, evrensel değerlerin yaygınlaştırılması olarak cereyan ederse, bundan ancak dünya uygarlığı kazançlı çıkar.
Tüm bunlara rağmen, Çin’le ABD arasında yeni bir soğuk savaşın başlayacağını düşünmemek lazım. Bunun en önemli sebebi Çin’in uluslararası sisteme ideolojik zeminde karşı olmaması, uluslararası sistemin içinde hareket etmeye temelde itirazının bulunmaması. Çin’in ulusal çıkarlarını ön planda tutmasına, daha da güçlenmesine kimsenin itirazı olamaz. Önemli olan Çin’in uluslararası değerlere uygun, uluslararası hukuka saygılı şekilde hareket etmesi. Bu konuda dünyada eksiği olan tek devlet elbette Çin değil.
Dünya’nın yeni merkezi Asya Pasifik bölgesindeki durumu ve gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.
*Emekli Büyükelçi