Pavyonda erkeklik: Ortaklıklar ve farklılıklar

Pavyon farklı erkeklik hallerinin görüldüğü yerlerden biriydi. Biraz ortak, biraz farklı… Bunun farkına yıllar sonra varacaktım. İhtiyacım olan şey ise samimi bir yüzleşmeydi.

Google Haberlere Abone ol

*Engin Fırat

Söz konusu eşitsizlikler olduğunda erkekler genellikle öteki erkeklerin erkeklikleri hakkında konuşma eğiliminde olur. Bu bir stratejik hamledir. Biz erkeklere öğretilen ve yüzyıllardır konforundan faydalandığımız bu strateji, eşitsizliklerin devam etmesinin bir çeşit gerekçesidir. Sorumluluk almamak için girişilen ve girişildiği andan itibaren eşitsizlikleri yeniden üreten bir pratik… Bu düşünce, eşitsizlik üretenlerin hep “öteki erkekler” olduğunu söyler ve bizleri “kendimizle” ilgilenmekten alıkoyar. Hele bir de kıyısından köşesinden biraz “eşitlik” okumuş bir erkek isek vay halimize! Bunun nedenlerine bu yazıda girme olanağım yok. Bu nedenle pavyondaki “öteki” erkeklerin pratikleriyle kendi erkeklik pratiklerim arasındaki “ortaklıkları” ve “farklılıkları” anlatacağım. Yani “ortaklıklar” ve “farklılıklar”ın nasıl bir araya geldiğini ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yeniden ürettiğini anlatmaya çalışacağım. Ne var ki eşitsizlik üreten bu düşünsel “konfor”la yüzleşmek çok zor ve çeşitli riskler taşımaktadır. Hata yapabileceğimi peşinen kabul ediyor ve kendime bir şans vermek istiyorum. Ayrıca bir erkeğin kendi pratikleriyle yüzleşme çabasının başka türlü hiyerarşiler (ayrıcalıklar) yaratabileceğinin farkındayım ve sorumluluk alıyorum. Bütün zorluklarına rağmen bir iş işleyeceğim. Kimse üstüne alınmasın, ben kendimle konuşacağım.

'BAYAN İÇKİ İÇEBİLİR Mİ?'

Üniversiteden mezun olduktan sonra uzun bir süre işsiz gezmiştim. 2011 yılında kelimeler arasına aksanlı şakalar karıştırmaktan çok hoşlanan bir tanıdıktan telefon geldi: "Dereza (amcaoğlu), garson lazım, gelsene". Gittim. "Hoşgeldin xoce (hoca)" dedi bir gün önce yetmişlik devirmiş olan patron. Mahcup ve öfkeliydim. Hoca diyordu, çünkü aralarında ilk defa eğitimli bir garson görmüşlerdi. Alaycı gözlerle bakıyor, memur olursam ne kadar maaş alacağımı sorup dalga geçiyorlardı. Sustum. Kulağıma fısıldayarak bağırdılar: "Karı masaya oturduğunda gidip soracaksın: bayan içki içebilir mi?". Masanın sahibi içkiyi satın alandır! Hiç yadırgamadım. Hemen alıştım, çünkü beni kendilerinden görüyorlardı. Birkaç gün sonra "Xoce, kasaya geç, benim işim var" dedi patron. Şaşırmıştım. Çalışanlar arasında patronun yeğeni ve eniştesi vardı. Onlara değil, bana güvenmiş, beni kasaya oturtmuştu. Eğitimli bir erkek patrona daha güvenilir geliyordu. Hiç yadırgamadım. Hemen alıştım, çünkü beni kendilerinden farklı görüyorlardı. Hangisi beni daha çok erkek yapıyor? Ortaklıklarım mı, farklılıklarım mı?

PAVYONDA ERKEKLİKLER

Pavyondaki erkeklerin diğer erkeklerle kurduğu ilişkinin merkezinde güvensizlik vardı. Sadece dışarıdan gelen bir tehlike söz konusu olduğunda sorgulamaksızın bir araya gelen bu erkekler esasında ne kendilerine ne de diğerlerine güveniyordu. İktidar sahibi ama yapayalnız! Neredeyse hepsi evli ve çocuklu idi ve neredeyse hepsinin “ilgi duyduğu” başka bir kadın vardı. İçinde bol bol cinsiyetçi küfür ve kavga olan bu erkeklik pratiği bana bir açıdan çok yabancı, bir açıdan çok tanıdıktı. Evli ve çocuklu değildim, hayatımda da kimse yoktu ama bu pratik bir yerden tanıdık geliyordu. Hemen alışmıştım. İçinde büyüdüğüm kenar mahalle yaşamda kalmam için bana bir erkeklik pratiği öğretmişti. Bir yanım öfkeli, bir yanım uysaldı. Bir yanda toplumsallık, bir yanda bireysellik… Sorgulamaksızın, ayrıcalıklar içinde ve yorgun bir biçimde taşıyordum toplumsallığı. Bu nedenle pavyondaki erkekliğe hızlıca alışmıştım.

Pavyondaki erkeklikler sadece çalışanların pratiklerinden oluşmuyordu. Bir de dışarıdan gelenler vardı. Biz ve ötekiler. Biz onlara, onlar bize mahkumdu. Pavyona gelen erkeklerin erkekliklerini yeniden üretmek için olabildiğince cinsiyetçi ve onların yanında olmak gerekiyordu. Görünürde müşterinin yanında olan bu pratik aslında örtük bir biçimde müşterinin kerizliğinden faydalanıyordu. Çalışan erkekler diğer erkekleri kandırarak bir erkeklik kazanıyordu. Ayrıcalıklar güvensiz bir liman, iki yüzlü bir pratikti! Pavyona eğlenmeye gelen erkekler de tek bir grup değildi. Gümrük müdürlerinden yoksul erkeklere… Elbette erkeklerin statüsüne göre “muamele” çekiyorduk. En çok bahşiş veren ve en çok hesap ödeyen erkekler el üstünde tutuluyor, sarhoş edilip gönderildikten sonra arkasından bin yıllık küfür ediliyordu. Erkekliği en az olan küfrü en çok ediyordu. Erkekliği en çok olan ise küfrü en çok yiyordu. Erkekler arasındaki farklılıklar ne kadar küfür edileceğini belirliyordu! Yoksul erkekler umursanmıyor, masalarına oturan kadınlar “pavyona para kazandırmıyorsa” hemen hızla kaldırılıyordu. Biz garsonların görevi masayı kontrol etmek, daha çok içki içilmesini sağlamaktı. Kadınlar ile birlikte hareket ediyor, öteki erkekleri kandırıyorduk! Kandırıldığının farkında olan erkekler de buna göz yumarak bizi kandırıyordu. Herkes birbirini kandırıyor, bu kandırma eyleminden bir “şey” devşirmeye çalışıyordu. Elma suyuna bira görüntüsü vermek için üstüne köpük döküyor, kadınlara götürüyorduk. Günde ortalama 20 bardak elma suyu içen kadınların midesi bulanıyor, bazıları ise sırf masadaki “muhabbete” katlanabilmek için alkol içiyordu.

ERKEKLİKLER; DAHA AZ DAHA ÇOK ERKEKLER

Masanın sosyolojisi farklıydı. Kimi erkek yalnız, kimi birkaç kişiyle birlikte geliyordu. Güçlü ve zengin olan erkekler masaya birden çok kadın davet edip masayı “donatıyordu”. Sürekli gelen müşterilerin “takık” olduğu kadınlar vardı. Onlar geldiğinde kadınlar başka masada oturuyorlarsa bir yolunu bulup öbür masaya geçmeliydi. Bu işi organize etme görevi şef garsonundu. Şef garson eğer müşteri sayısı az ise bazı erkekleri arayıp pavyona davet ediyor, masayı “kadınlarla donatacağı” sözü veriyordu. Masaya birkaç kadın davet eden ve düzenli olarak pavyona gelen erkekler el üstünde tutuluyordu. Ne kadar para o kadar erkeklik! Bazı erkekler bir “vurgun”u kutlamak için geliyor, “vurgun” yiyerek geri dönüyordu. Kadınların görevi masadaki erkeklerin gönüllerini hoş etmekti. Yöntemi önemli değil, sonucu önemliydi. İçinde yaşadığım mahalleden tanıdığım erkekler de geliyordu. Hepsi yoksul erkeklerdi. Eşleri 20 lira fazla para harcasa evde olay çıkaracak olan bu erkekler masada kadınlara sayısız bira ısmarlıyordu. Masadan “ilgi” devşirmek için şekilden şekle giriyorlardı. Acizdiler. Bir yandan gülüyor, bir yandan öfkeleniyordum. Onların göbek atmalarını gördükçe dayanamıyor, katlanabilmek için içki içiyordum. Bazen günde 8 bira içtiğim oluyor, eve sarhoş dönüyordum. Erkeklerin güç gösterileri arasında bir “acizlik” (!) görüyor ama anlamlandıramıyordum. Ruh sağlığımı korumanın tek yolu vardı: onlar gibi olmak ve sorgulamamak; bile isteye, sorumluluk almadan...

'BENİ TERCİH ETMİŞ OLMALARINDAN YENİ BİR ERKEKLİK PRATİĞİ DEVŞİRİYORDUM'

Pavyonun kuralı netti. Bir gün şef garson, diğer gün ben açıyordum pavyonu. Erken açtığım günlerde görevim geceden kalma masaları temizlemek ve güne hazırlık yapmak idi. Zaman geçtikçe benim görevli olduğum gün kadınların pavyona daha erken gelmeye başladıklarına şahit oldum. Bir yandan temizlik yapıyor, diğer yandan onlarla sohbet ediyordum. Bazıları hikayelerini anlatmaya başlamıştı. Eğitimli bir erkek olmak kadınlarla daha kolay iletişim kurmamı sağlıyor, bu hoşuma gidiyordu. Beni sevmeye başlamışlardı, çünkü öteki erkeklerden “farklıydım”. Etrafta hiçbir erkek yokken kadınlarla konuştuğumda çok nadir de olsa cinsiyetimi unuttuğum oluyordu. Bu ilgi pratiklerimin dönüşmeye başlamasına neden olmuştu. Erkekler geldiğinde ortamın havası değişiyor, onlarla olan ortaklıklarım beni çepeçevre sarıyordu. Elbette tek suçlu “öteki” erkekler değil, onlarla ortaklaşmayı seçen bendim. Diğer erkeklerden olan farklılığım kadınların ilgisini çekmiş, diğer erkeklerle olan ortaklıklarımın iki yüzlülüğünü görmezden gelmişlerdi. Zaman geçtikçe bana özel bahşiş verdirmeye başladılar. Aldığım bahşişler yevmiyemin 4-5 katına çıkmıştı. Şef garson bundan çok rahatsızdı, önümü tıkıyor ve bahşiş kutusundan para çalıyordu. Bir yandan beni çok sevdiğini söylüyor, diğer yandan benden nefret ediyordu. Benim erkekliğim, onun pratiğini engelleyecek kadar güçlü değildi. Bir gün patronun Rus sevgilisinin cesaretiyle bütün kadınlar olay çıkardı. Amaç bir yandan beni savunmakken diğer yandan şef garsona ve diğer erkeklere (gariptir ama bana değil!) olan öfkelerini kusmaktı. Beni tercih etmiş olmaları hoşuma gidiyor, buradan yeni bir erkeklik pratiği devşiriyordum. Yıllar sonra bu pratiğin iki yüzlülüğüyle yüzleşecektim. Yüzleşmemi sağlayan şey ise kadına yönelik şiddet uygulayan erkekleri araştırırken onlarla olan “ortaklıklarım” ve “farklılıklarım” üzerine yeniden düşünme gereği duymak olacaktı. Tam 11 yıl sonra, farklı bir ortamda geçmiş deneyimlerim üzerine yeniden düşünmek zorunda kalacaktım. Bir şey oldu, böyle oldu!

İKİ YÜZLÜ HİYERARŞİ

Pavyondaki erkeklikler ile toplumsal yaşamdaki erkekliklerin de ortak ve farklı yanları var. Ortam değiştikçe değişen şeyler var ama, ortam değişse de değişmez olan bir şey var: Hegemonya! Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin yoğun olduğu bir ortamın insanın (öznenin) pratiklerini nasıl şekillendirdiğiyle yıllar sonra yüzleşecektim. Bu kader değil! Şimdiye kadar böyle olmuş olması, başka türlü olmayacağı anlamına gelmiyor. Toplumsal yaşam pratiklerimizi sınırlandırıyor, ama bizler de pratiklerimiz aracılığıyla toplumsal yaşamı yeniden kuruyoruz. Pavyondaki erkekliklerin ortak ve farklı yanları vardı. Ben bu kirli havuzda hem ortaklıklarım hem de farklılıklarımla yüzüyordum. Pavyondaki farklılığımdan kaynaklanan anlık pratiklerim, ortaklıklarımın yaratmış olduğu zeminde kesinlikle yaşam alanı bulamıyordu. Diğer erkeklikler karşısındaki ezikliğim beni güçsüzleştiriyor, erkeklerle olan ortaklıklarıma iki yüzlü bir biçimde sarılmak zorunda bırakıyordu. Bununla birlikte diğer erkeklikler karşısındaki üstünlüğüm (!) de iki yüzlü bir hiyerarşi doğuruyordu. Demem o ki bir yer de ayrıcalık, bir yerde maduniyet (mağduriyet değil). Yıllar sonra bunun, herkesin birbirini kandırarak göbek attığı çirkin bir orta oyunu olduğuyla yüzleşecektim. İşte böyle. Bir şey oldu, böyle oldu!

*Bağımsız araştırmacı (Dr.)