Peki ama bu cinskırım nedir, nereden çıktı?
Cinayetlere ister ülkemizde genel kabul görmüş ismiyle kadın cinayeti deyin, ister İngilizcedeki ismiyle femicide deyin, ister Fransızcadan alınmış haliyle feminicide deyin isterseniz de benim gibi ataerkil cinayet deyin sonuç değişmiyor. Sonuç: Cinskırım. Kamu kurumlarının rakamlarla oynamasının sebebi de cinskırım gerçeğini gizleme çabasından ibaret.
Son günlerde sanat, edebiyat ve medya dünyasından tanınmış kişilerin sosyal medya paylaşımlarıyla gündeme gelen videolarda cinskırım kavramının geçmesi, kavramın duyulmasına katkı sağladı. Ancak bilindiğini söylemek mümkün değil. Tersine hayli kafa karışıklığı yarattığını söyleyebilirim. İlk defa duyanlar, yeni bir kavram olduğunu düşünenler pek çok. Video paylaşımlarından bir gün önce de EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu, dördüncüsünü yayınladığı Meclis İzleme Raporu'nda cinskırım kavramına yer vermişti. Onun öncesinde ise bu köşedeki yazılarda yer almış ve pek çok feministin söyleminde hayli etkili bir yere sahip olmuştu cinskırım kavramı.
Soykırım kavramını andırıp, benzerliği vurgulayan cinskırım kavramı çokları için itici geliyor. Kimilerini hayli tedirgin ediyor. Kadın cinsinin kırıma uğratılması gerçeğiyle yüzleşmek, erkek şiddeti ya da ataerkil şiddet kavramlarını bile kabullenmeyenler açısından hiç kolay değil fakat ortada yadsınamayacak bir gerçeklik de var: Kadın cinayetleri. Resmi veriler sağlıklı tutulmadığı ve/veya kamuoyu erişimine açık olmadığı için deyim yerindeyse kadın örgütleri el yordamıyla ilerleyerek veri toplamaya çalışıyor. Medya taraması yoluyla yapıldığı ve birbirlerinden az çok farklı yöntemler kullandıkları için örgütlerin cinayet ve diğer şiddet türleri için ulaştıkları, raporladıkları sayısal veriler, her zaman tam olarak örtüşmüyor. İlaveten sistematik veri paylaşımı görevini yerine getirmeyen kamu kurumları, periyodik olarak filan değil sadece canları istediği zaman bazı rakamlardan söz ediyorlar. Hatta keyif kahvesi niyetine rakam açıkladıklarını bile söylemek mümkün çünkü şiddetin azaldığını iddia etmek için cinayet sayılarının düşük çıktığı aylarda açıklama yapılıyor. İlaveten bu düşük gösterilen rakamları, kadın örgütlerince periyodik olarak kamuoyuna sunulan verileri değersizleştirmek için özel caba harcadıkları beyanatlarla sunuyorlar topluma. Kendileri düzenli açıklamıyor, düzenli açıklayanları karalamaktan da çekinmiyor. Neden ve ne için cinayet rakamlarını düşük göstermeye çalışıyor kamu kurumları?
Kadına yönelik şiddet, kadına karşı şiddet, erkek şiddeti, ataerkil şiddet, aile içi şiddet, ev içi şiddet gibi kavramların her birini diğerinden ayıran nüanslar var. Ancak hangisini kabul ederseniz edin çok yaygın olan bu şiddetin en yakıcı boyutu olan cinayetlerdeki artışı görmezden gelemez, görünmez kılamazsınız. Bu şiddetin sonucunda işlenmiş olan cinayetlere de ister ülkemizde genel kabul görmüş ismiyle kadın cinayeti deyin, ister İngilizcedeki ismiyle femicide deyin, ister Fransızcadan alınmış haliyle feminicide deyin isterseniz de benim gibi ataerkil cinayet deyin sonuç değişmiyor. Sonuç: Cinskırım. Kamu kurumlarının rakamlarla oynamasının sebebi de cinskırım gerçeğini gizleme çabasından ibaret.
Peki, ama nedir bu cinskırım, nereden çıktı, soruları sıkça geliyor. Bu soruların cevabını en açık ve kolay anlaşılır şekliyle Prof. Dr. Gülser Öztunalı Kayır yıllardır veriyor. Verdiği dersler ve seminerlerden, yaptığı sunumlardan toparlayarak cinskırım kavramının yeni olmadığını söyleyelim. Ataerkil şiddetin tarihi çok uzun olsa da hukuken varlığının kabul edilmesi henüz dün gibi. Örneğin literatürde ilk defa “kadının öldürülmesi” fiilinin yer aldığı tarih 1801. İnsanlık ancak on dokuzuncu yüzyılın başında kadının öldürülmesini, bir sorun olarak görmüş. Ancak tabii ki çok az sayıda insan için bir sorundu bu o tarihlerde. Nitekim bundan ancak yarım yüzyıl sonra 1848’de Anglosakson hukuka kadın katili kavramı girer. Gülser Kayır’a göre “1853 yılında Toussenel tarafından siyasi ve doğalcı içerik kazanmış, kadınların öldürülmesiyle sınırlı kalmamış, kadın üzerindeki baskıları da içerir” olmuştur.
Erkek şiddeti ve cinayet boyutuna ilişkin gelişmeler tahmin edilebilecek nedenlerle bu tarihten sonra uzun bir sessizlik evresi geçirerek ancak 1970’lerde yeniden akademinin ve giderek hukukun gündemine giriyor. Kadınların mücadelesi, kadın kazanımlarında belirgin bir aşamaya geçilmesiyle kadına karşı şiddet ikinci dalga feminizmin temel konuları arasına girdiğinde akademik feministlerin uğraşı ve hareketin ivmesiyle ancak hukuki gelişmeler yaşanıyor ki buna o tarihlerde daha çok zaman var. Femicide kavramının ilk olarak 1975’te Carol Orlock tarafından kullanıldığını belirten Gülser Kayır, femicide kavramının Türkçeye kadın cinayeti olarak değil kadın cinskırımı olarak çevrilmesi gerektiği görüşündedir. Femicide/kadın cinskırımı kavramı üzerine akademik çalışmalar yapılır ve bir sonraki yıl Brüksel’de toplanan kadın cinayetleri mahkemesinde kavramdan söz edilmiştir. Mahkemenin söz edişi cinayetlerin tanımlanmasında yaşanan gelişmeyi, cinayetlerin içeriğinin hukuken kavranışını ortaya koyar. “Kadın cinayetlerinin bir cinsiyet politikası olduğu” belirtilmiştir çünkü.
Femicide kavramı üzerine akademik çalışmalar sürer ve ‘kadın cinskırım ne demektir?” sorusuna cevap üretilir. 1992’de Jacquelyn Campbell “Bütün kadınlar femicide riski altındadır” başlıklı makalesinde “hiçbir kadının can güvenliğinin olmadığı bir dünyada yaşadığını” söyler. Kayır’a göre bu yaklaşım “olgunun yaygınlığını ve tüm kadınları içeren mantığını vurgular” niteliktedir. 2012 yılında yayınlanan Viyana Femicide Deklarasyonu femicide’ın alarm verdiğini “kadının sadece güçsüzleştirilmesi ve bağımlılığının geliştirilmesi değil buna ek olarak topluma önlenemez ve kaçınılmaz olduğunu anlatan negatif mesaj verdiğini” söyler. Viyana Deklarasyonu'nda cinayet tipleri şöyle sıralanıyor:
1) Aile içi/partner cinayeti
2) İşkence ve kadın düşmanlığı cinayeti
3) Namus adına kadınların ve kız çocuklarının öldürülmesi
4) Savaş dönemlerinde kadınların ve kız çocuklarının hedef alınması
5) Çeyiz nedeniyle
6) Toplumsal cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri nedeniyle kadınların ve kızların öldürülmesi
7) Yerli kökenleri nedeniyle kadın ve kızların öldürülmesi
8) Kız çocuklarının erkek cinsiyet tercihi nedeniyle öldürülmesi
9) Kadın sünnetiyle ilgili cinayetler
10) Büyücülük suçundan dolayı öldürme
11) Uyuşturucu, insan ticareti, organize suçlar gibi cinayetler listesi verilmiştir.
Daha sonraki tarihlerde “multicidal kavramı eklenerek çoklu/seri öldürmeler” de kavram içeriğine dahil edilmiş ve kimilerince kadına karşı erkek terörü olarak kullanılmıştır.
Öldürülen kadınlar ve cinayet failleri tek tek bireyler olarak gündeme gelse de kadına karşı erkek şiddetinin münferit olaylar olmadığını gösteren, yukarıdaki öldürme saiklerinin hepimiz için çok tanıdık oluşudur. Soykırım gibi kolektif cinayetler olmasa da cinskırım politik ve sistematiktir. Kadına karşı ataerkil şiddetin cinayet boyutu için cinskırım kavramını kullanarak bu erkek terörünün durdulması ve başta yaşam hakkı olmak üzere kadınlara yönelik tüm hak ihlallerine son verilmesi için “Meclis göreve” dedik. Cinskırımı durdurmak için, yasa ve sözleşmelerin etkin uygulanması için, uygulamadaki sorunları giderecek politikalar geliştirilmesi için parlamentoda tüm siyasi partilerin ve parlamenterlerin sorumluluğunu yerin getirmesi biraz da bu çağrıya, kadınların sesine toplumun sesini katmasına bağlı.