Perfect Couple vardır, kusursuz suç yoktur!
'The Perfect Couple' dengeli bir polisiye... Katili ve cinayet motifini uzun süre saklıyor. Gizem duygusunu ne çok kışkırtıyor ne zayıf tutuyor. Hikayesi ve oyunculukları için izlemeye değer.
Netflix’in mini dizisi 'The Perfect Couple', platform ekranlarında seyirciyle buluştu. Başrollerini Nicole Kidman ile Liev Schreiber’in paylaştığı yapım, polisiye türün doğası gereği düğümü tek sezonda çözüp tadı damakta bırakıyor. Susanne Bier tarafından yönetilen dizi, Elin Hilderbrand’in aynı adlı romanından uyarlanmış.
BURJUVA TOPRAKLARINDA HAZIRLANILAN DÜĞÜN VE KAMUNUN DENİZİNDE İŞLENEN CİNAYET
Dizinin konusu kısaca şöyle. Bir hayvanat bahçesinde çalışan zoolog Amelia (Ewe Hewson) ile burjuva bir ailenin ortanca oğlu Benji (Billy Howle) dünya evine girmeye hazırlanmaktadır. Nantucket’ta, adaya adeta hükmeden bir konumda, erkek tarafının geniş topraklarında evlilik hazırlıkları sürerken işlenen cinayet çiftin sınıfsal ve kültürel ayrılıklarını geri planda bırakır. Gelinin baş nedimesi, en yakın arkadaşı Merrit (Meghann Fahy) cinayete kurban gider.
Düğün belirsiz bir tarihe ertelenirken soruşturma başlatılır ve Benji'nin çok satan polisiye romanlara imza atmış annesi Greer (Nicole Kidman), mirasyediliğine alkol ve esrar bağımlılığı eklemiş babası Tag (Lieve Schreiber), tuhaf şakalar düşkünü, olgunlaşmamış abisi Tom (Jack Reynor), ergenlik sancıları çeken kardeşi Will (Sam Nivola) ve Shooter Dival (Ishaan Khattar) ile Isabel Nallet (Isabelle Adjani) gibi aile dostları sırayla şüpheli konuma düşer, sorgulanırlar.
Winbury ailesinin üstüne kara bulutlar çökmez zira paranın verdiği güçle psikolojik üstünlüklerini yitirmezler. Yine de katilin kimliğine dair ihtimaller azaldıkça suçun ardında yatan nedenler gün yüzüne çıkar.
ÖLÇÜLÜ TEMPO, SADE ANLATI
'The Perfect Couple’ı değerlendirmeye temposundan başlayalım. Anlatı son derece sade ilerliyor ve gerilim doğru yerde tırmandırılıyor. Altı bölümlük dizi ilk iki-üç bölümünde cinayetin şaşkınlığını geri dönüşlerle birlikte işleyerek soruşturma henüz derinleşmeden seyirci için zemin hazırlıyor. Kalan bölümlerdeyse “katil kim” sorusunu şüpheliler etrafında çevirip duruyor. Bu manevrayı abartmadan yapıyor. Plot twist peşinde koşup seyirciyi yormuyor, herkesi sorguya dizip takibi zorlaştırmıyor.
Dizinin çıkış noktası ve Greer karakterinde simgesel bir anlam kazanan kurmacanın olaylara karışmaması 'The Perfect Couple’ı sadeleştirip başarısını artıran unsurlardan.
Dizi sıradan fakat çoğu zaman işe yarayacak bir çıkış noktasından hareket etmekte. Birbirine benzemeyen çiftimiz en az bir tarafın soru işaretleriyle birlikte son düzlüğe çıkmışken iradeleri dışında yaşananlar onları bir kırılmanın eşiğine getirir. Aynı zamanda cinayet de verilen sınava eşlik edip derin bir anlam kazanır; ayrılıkların altını çizer, zaafları öne çıkarır ve bağlılığı sınar. Malzemesi zengin bu tabloda burjuva yaşamın açmazları başka bir sınıfsal ayrılıkla verilmiş. Winburylerin de kendi aralarında bir servet ve iş bölümü söz konusu... Bunu elbette hikaye aktıkça anlıyoruz. Örnek çift olarak dergi kapaklarını süsleyen Greer-Tag aşkının da çilekeş tarafları var ve maddi manevi yük paylaşılmamış. Greer sırtlanmış evin geçimini. Bunun için de sürekli yazmış, çok satan yazar olmuş. Kendine bir kimlik yaratmış. Bu kimliği tamamlayan da eşiyle ideal ilişkisi olmuş.
Bu gösterişli aile birliği anlatının temelini atarken Greer’in kurmacayla ilişkisi rol çalmıyor. Son romanının tanıtım toplantısı da tam anlamıyla climax’e karşılık geliyor. Bu toplantı düğümün çözülmesine katkı sunuyor ve Greer karakterinin dönüşümünü destekliyor. Altı bölümlük bir polisiyeden karakter dönüşümüyle çıkmak ancak özenle mümkün. 'The Perfect Couple' bu özeni göstermiş. Hikayeyi işlerken abartmamış ve soruşturmayı doğru mesafeden, gizem duygusunu koruyarak geliştirmiş.
EKSİK YANLAR
Olay örgüsüne değinmişken bazı eksiklerden dem vurmalı. 'The Perfect Couple’ın iyi bir çıkış noktası bulup cinayet soruşturmasını hakkıyla işlediği fakat alt metnine karar veremediği söylenebilir. Dizide esas çiftin -damadın anne babasının- sahte mutluluğu çözülüp buradan dram çıkarılırken evliliğe hazırlanan çiftin çatışması sığ kalıyor. Amelia başka bir erkeğe (Shooter’a) ilgi duyuyor daha sonra vazgeçiyor. Tüm o hengamenin ardından nikah masasına da oturmuyor. Buradaki bocalayışın altı boş kalmış. Dizi çözüm olarak sınıf farkını veya kadının yaşam alışkanlıklarını, kültürel yaklaşımını önermiyor. Bununla beraber cinayetin ve yürütülen soruşturmanın gölgesini de gerekçe göstermiyor. Sanki Amelia ile Benji düğünden hemen evvel yürütemeyeceklerini anlayıp ayrılmışlar. İlk bakışta birçok sebep saydıracak bu ayrılık havada kalmış.
Dizinin olay örgüsünde de küçük bir pürüz dikkat çekmekte... 'The Perfect Couple' fazladan gizem yüklemese de dizide açıklaması güç bir ayrıntıya yer verilmiş. Merrit’in kanında onu bayıltacak miktarda sakinleştirici bulunuyor. Daha sonra bunların Amelia'nın hasta annesinin ötenazi için sakladığı haplar olduğu anlaşılıyor. Bu hapın dönüp dolaşıp kadının bardağına girmesi pek inandırıcı değil. Zanlı, şayet eşi tarafından evdeki çeşitli ilaçların kutulardan çalınıp bir kesede toplanmasıyla oynanan ilaç ruletinden yararlandıysa keseden aldığı hapın etkisini nasıl öğreniyor ve hangi amaçla kullanacağına ne zaman karar veriyor? Bu meseleler muğlak kalmış. Olaylar spontane gelişmiş görünmekte... Oysa cinayet taze bir bilgi üzerine işleniyor.
HER ŞEY SINIFSAL GUZUM YA DA SINIF POLİSİYELERİ!
Her şeyin sınıfsal olması (gerçeği ve yorumu bir yana) son yıllarda sosyal medyada üzerine kafa yorulacak hatta bol alıntılı makaleler yazdıracak bir popülerliğe erişti. Ücretli kölelerden mürekkep orta sınıfın, kültürel bağlamda bir yere konumlandırılmasına (kendilerine “numaralı” koltuklar gösterilmesine) karşın yüzleştiği o mülksüzlük ve şu koca hayatta yalnızca borçlu tüketiciye denk düştüğü gerçeği “her şeyin sınıfsal oluşunu” hatırlattı! Borçsuz kalmayıp kredilere inanan, papatya yapraklarını “tüketiyor-tüketmiyor” diye bir bir koparmaya zorlanan, atanmış yahut seçilmiş değil yakıştırılmış bu orta sınıf üyeleri (hayal ve nostalji tüccarlarının referans belirlediği) çocuklukları üzerinden bir kıyasa giriştiler ve uzun süredir içinde bulundukları deneyim yarışı bir çeşit travma arayışına çevrildi. Bu sınıfın çaresizce boy gösterdiği/boy verdiği sosyal medyada kullanıcı kimlikleriyle var olanlar da artık yoksul geçen çocukluklarından travma sağıyor ve görece gelişkin (diğer bir deyişle, bugünkü karşılığıyla “kaliteli bir cumartesi”nde geçen tüm o edimler gibi gelişkin) saydıkları, refah düzeyi yüksek ebeveynler garantörlüğünde yaşanmış deneyimlere hınç duymaya başlıyorlar. Sınıf kini bir kez daha kültürel, güdük bir alana sıkışıyor, esas muhatabını ıskalıyor. Hal böyle olunca; seyirci/kullanıcı/tüketici her bir kimliğiyle aynı acıları dile getiren orta sınıf üyeleri bir kez daha birbirlerini kırmaya koşullanınca son yıllarda sınıfsal açıklamalar getiren kurmacaların bir yanılsama yarattığı ihtimali de artıyor.
Sınıf kininden ayıklanmış, tehdit içermeyen bu anlatılar; uzay operaları* biçiminde açıklayabildiğimiz Hollywood bilim kurgusunun yüzeyselliğini ve yozlaşmışlığını anımsatan bir çeşit sınıf polisiyesine dönüştüler diyebiliriz. Belki Claude Chabrol’un "son Marksist film" olarak andığı "La Cérémonie" filminde iyi niyet söz konusuydu, sınıf kini namlunun ucundaydı. Her manada... Ama sonrası... "Sonrası" deyip ucunu açık bırakmayalım... Son yıllarda festival sinemasının özellikle Asya’nın ("Parazit"te ayan beyan görüleceği üzere) sınıfsal açıklamalara girişmesi yine başta İspanyol, Leh, İskandinav ve İngiliz yapımları gelmek üzere Avrupa polisiyelerinin toplumsal sorunları giderek sınıf kökenleriyle birlikte anması bizi bu yakıştırmaya zorlamakta. Görüyoruz ki suça teşvik eden sınıfsal ayrılıklar polisiyelerin zeminini kuruyor. Aslında daha açık söylersek; cinayetler "daha fazla para" yerine "daha iyi bir hayat" için işleniyor. Hayatta kalma güdüsü de bu örnekte rastladığımız hâliyle "iyi hayatta kalmak" yahut alt sınıfların öfkesini yansıtan ve genellikle histerik bir düzeyde ifade edilen "iyi hayata erişmek" gibi motivasyonlar üzerinden yorumlanıyor.
'The Perfect Couple' bu ilginç eğilimden nasiplenmiş. Öncelikle dizide burjuva ailenin betimi ve çekişmelerin kısırlığı sınıfsal şiddete, entrikaya gerekçe hazırlamakta. Winburyler besbelli kötü insanlar! Roman tanıtım sahnesinde karşımıza çıkan Tag’in kartoneti gibi değillerse de ortak özellikleriyle anıldıkları, bir sepete dolduruldukları ortada… Asalaklık, zalimlik, kibir, ailenin genç üyesinde saflık gibi sınıflarına has marazlar onlarda toplanmış. Tag asalak, Greer zalim diğer aile üyeleri kibirli ve saldırgan... Dizide sadece bir karakter burjuva ailenin Aşil topuğunu çağrıştırıyor, o da küçük oğul Will. Will hukuki prosedür dolayısıyla reşit olduğu gün ailenin tüm sorunlarını çözecek kudrette ve yeni sorunlara, sürprizlere gebe bir karakter. Paraya bu denli yakın oluşu onu simgesel açıdan sınıfının en uzak ve umarsız noktasına taşımış. Dizide hümanist yaklaşımlar sergiliyor, ailenin kibrini reddediyor. Bunu ergen uyumsuzluğuna yormak da mümkün... Öte yandan dizide Greer’in geçmişine dair itirafları ve samimiyeti, finaldeki yumuşaması burjuvaların büsbütün kötü olmasını engelliyor. Fakat 'The Perfect Couple’ın geneline baktığımızda adının seçiminden gösterdiği hedeflere değin burjuvalarla bir sorunu olduğunu öne sürebiliriz. Bu sorun ise sınıf polisiyesi çizgisinin dışına taşınmıyor ve düğüm çözüldüğünde sınıfsal sorunlar da ortadan (en azından rafa) kalkıyor.
OYUNCULUKLARA DAİR
'The Perfect Couple' usta oyuncu Nicole Kidman’ın idare ettiği değil hevesle oynadığı bir yapım. Kidman oynamak, role bürünmek istemiş; bu çabası da dizinin geneline yansımış. Ona eşlik eden Liev Schreiber da uyum sağlamış. Sarhoş koca rolünde hayli başarılı. Ortalıkta boş boş gezinen fakat çevresine zarar veren adamın sınırlarını iyi çizerken sinir bozucu sakinliğiyle sorumsuz karakterini perçinlenmiş, bir nevi açıklamış. Abby’de Dakota Fanning öne çıkmamasına karşın içten içe düğümleri atan bir performans sunmakta. “Fettan elti”yi geride bırakan, hırslı ve kıskanç kişiliğiyle insana dair bir çirkinliğe tanık oluyoruz onda.
Nikah arifesinde bulunan ikinci çiftimizdeyse; Amelia’da Ewe Hewson’ı, Benji’de Billy Howle’u izliyoruz. Parlamasalar dahi enerjilerini iyi yönetmişler. Özellikle Amelia beylik bir kompozisyon ve arka planı itibarıyla polisiyeden ziyade romantik filmlerde yer bulacak cinsten. Zengin aileye gelin olan uyumsuz gelin rolünde ve bu yönüyle komediye dahi çekilmesi müsait bir stereotip. Nedir ki dizinin komediye mesafesinden ötürü gerilimini koruyor. Hewson ise bu gerilimi iyi yansıtmış.
Merrit’de Meghann Fahy sönük kalmış. O da suç türünden bir tiplemeye uygun düşüyor. Arada kalan kadını oynuyor. Role pek renk katmadığını söyleyebiliriz.
**
'The Perfect Couple' dengeli bir polisiye... Çıkışsızlık hissiyatını pekiştiren ada polisiyelerine dahil edilebilir. Soruşturmayı çok yönlü yürüten, yer yer cambaza baktıran fakat ölçüyü şaşırıp seyirciyi bunaltmayan bir anlatıya sahip... Katili ve cinayet motifini uzun süre saklıyor. Gizem duygusunu ne çok kışkırtıyor ne zayıf tutuyor. İyi işlenen hikayesi ve oyunculukları için izlemeye değer.
* Uzay operası kavramı ilk kez Wilson Tucker tarafından 1941 yılında Amerikan radyo tiyatrolarına (soap operalara) gönderme yapmak amacıyla kullanılmış. Dönemin “arkası yarın” tadında akan radyo tiyatroları günümüzde pembe dizileri karşılarken uzay operası dünyadaki düzenin bilim kurgusal süslerle kopyalandığı, öyküsü oldukça basit ve seyirciyi uyuşturan Star Wars vb. ticari yapımları nitelemekte. İletişim bilimci Ünsal Oskay da Çağdaş Fantazya’da tür sinemasının örneklerine eğilirken bilim kurgu filmlere yönelik bu tartışmaları derleyip yorumlamış.